Futbolun Tarihçesi ve Raydan Çıkanlar / Efsun Güztoklusu

SPOR’UN TANIMI:

Belirli ölçüde fiziksel güç gerektiren yarışmalı ve eğlenceli etkinliklere spor denir.Sporun
modern tanımı ise belirli ölçüde fiziksel güçle birlikte  akılcıl, matematiksel, mantıksal öğelerin de entegre edildiği fiziksel ve yarışmalı etkinliklerdir biçiminde olabilir. Günümüzde spor felsefesi, spor ahlakı, spor estetiği, kültürü gibi alt dallar barındıran spor bilimsel bir faaliyet olarak da incelenebilmektedir.

Tarihçe:
Hayvanlar atlar, sıçrar fiziksel faaliyetler gösterir ancak canlılar aleminde yalnız insanlar spor yapar.Zira herhangi bir fiziksel faaliyetin spor sayılabilmesi için;
a- kurallara tabi olması,
b- bir yarış dahilinde yapılması gerekmektedir.
Yetişkinlerin en eski hangi zaman diliminde fiziksel yarışma boyutunda spor yapabildikleri henüz saptanamamıştır.
Arkeolojik buluntular, eski Çin’de top oyunlarının oynandığına işaret etmektedir. Lakin bu oyunlar bir yarışma kapsamında mı oynanıyorlardı bu olgu henüz saptanamamıştır. Eski Yunan ve Roma’da da boş geçen zamanlarda top oyunları oynanırdı. Eski Mısır’da Firavunlar yeteneklerini göstermek üzere ok atıp, avlanırlardı. Ancak rakipsiz olduklarından yetenekleri ölçülemezdi. Eski Yunan ve Girit’te spor gösterileri hem dinsel hem de din dışı amaçlarla gerçekleştirilirdi.
Homeros’un İlyada ve Odyssea  eserlerinde her iki tip spor faaliyetinden de bahsedildiği görülür.
Din ve sporun birleştirilerek Olimpiyatlara dönüşmesi İ.Ö 776 tarihini bulmuştur. Eski Yunan’da din dışı spor faaliyetlerine de rastlanırdı. Gymnasium’u olmayan  devletlerinin tam bir toplum olamadığı düşünülür ve imece usulü çalışmalarla bu eksik kapatılırdı.

Eski Roma’da araba yarıştırma,insanın insanla,insanın hayvanla dövüştürüldüğü gladyatör oyunları oldukça pahalı olmasına rağmen büyük arenalarda yarışma içeriğinde düzenlenirdi.Günümüzde Ben-Hur,Gladyatör,Spartacus gibi oscarlı filmlerin konusu esasında bu etkinliklerdir. Neron zamanında zalimlik iyice artmış bu tür canlı işkencelerde kadınlar da rol almaya zorlanmışlardır.Araba yarışları Roma’nın hep gözdesi oldu ve takım yarışları bile yapıldı.

ORTAÇAĞDA SPOR:
 Bu dönem sporun en az örgütlü olduğu dönemdir.Soylular ok atar avcılık yapar.adi halk serfler ise taştan ağır çuvallar kaldırır,hiçbir kuralı olmayan vahşi bir tür ayak topu en ilkel hali ile futbol oynardı.Gerçi günümüzde de onca kurala karşın bazı futbol maçları eski ayak topuna rahmet okutur ama onu da başka bir makaleye bırakalım…
Rönesans döneminde ise aydınlanmanın etkisi ile dans en gözde spor biçimi oldu ve popüler hale getirildi.

GÜNÜMÜZE YAKLAŞIRKEN:
Avrupa’da sporun günümüzdeki şeklini alması 17. y.y sonlarına rast gelir.İngiltere’de Sırık atma ve dövüş gibi oyunların yerine kuralları olan ve günümüzde kriket olarak bilinen  oyun biçimleri popüler oldu.Boks ise daha uygarlaştırıldı ve kurallara kavuşturuldu.Bu dönemde bir aşamaya daha ulaşıldı spor uzmanlık alanlarına dallarına ayrıldı ve ulusal standartlara kavuşturuldu.1863’te İngiltere’de ‘Futbol Birliği’ kuruldu.ABD’de rugby ve Amerikan Futbolu gelişti. Aynen rock gibi yenilikler bu iki ülkeden diğer ülkelere ihraç edildi. 
20.yüzyılın başında bir kademe daha sıçranarak Uluslararası Olimpiyat Komitesi (1894), Uluslararası  Futbol Federasyonu (1904) ve Uluslararası  Atletizm  Federasyonu (1912) kuruldu.Bu arada Japonya olimpiyatlara judo sporunu sokan ilk batılı olmayan ülke oldu. 
Modern spora geçişin ardında,Sanayi Devrimi ile desteklenen bilimsel gelişmeler ve kapitalist girişimcilik sporun endüstrileşmesi,önemli bir ekonomik alan haline gelmesini sağladı. Kulüpçülük ve üniversitelerin sporun sosyalleşmesinde önemli rolleri oldu..
1970’lerden bu yana özellikle  1980 Moskova Olimpiyatları sırasında sporu  felsefesi spor faaliyetlerini bilimsel çalışmaların önemli bir faktörü haline getirdi.Felsefede ki estetik, ahlakî kuramlar futbolun da felsefesinin temellerini oluşturdu.Beden eğitiminin salt fiziksel anlamda değil, insanı bilinciyle, mantığı ile aritmetiği ile  ele alınmasının gerekliliğini bilimsel çevreler daha iyi kavradı. 
Her olayın kurumlaşma sürecinin tamamlanmasında olduğu gibi, yozlaşma belirtileri sportif uluslararası ve ulusal kurumlarda baş gösterdi.Bugün FİFA, UEFA gibi üst kuruluşlarda kötü kokular her tarafı sarmış durumda.Önemli bir İngiliz gazetesi olan Guardian’ın yakın tarihli nüshasında eski futbolcu, yeni spor yöneticisi Rumenige’nin basın toplantısında söylediği gibi Avrupa’daki spor kulüpleri artık FİFA’yı değil, kendi kurallarını kendi kurdukları organizasyonları istiyorlar. E pek de haksız sayılmazlar FİFA’yı çevreleyen bunca şaibe varken yerimiz yettiğince futbol tarihi ve geliştikçe ortaya çıkan olumsuz koşulları irdeledik, ülkemizi, komşumuz Yunanistan ve Güney Kore’yi yakın zamanda  sarmalayan şike boyutunu da mümkün olursa gelecek bölümde ele alalım…

Evliya Çelebi ve Seyahatname / Gülşah Akbulut

Aramak, ummak, istemek, esirgemek, saklamak; ama acele etmemek, hepsi beklemekmiş. Hem de altmış dört deniz mili hızla beklemek. İşte bu hızına yetişilmesi zor beklenti insanlara seyahatin kendisini sunuyor. Seyahat, belli bir başlangıç noktasından varış yerine değin tek bir taşıtla gidilmesini içeren insan devinimidir. TDK sözlük der, ben inanırım. Zaten ben her söylenene kanarım. Şair sözü yalandır der Fuzulî ona bile aldanırım… E Evliya Çelebi durur mu? O diyar diyar gezer, söyler; ona da inanmasam nasıl yaşarım. Evliya Çelebi Seyahatname’yi yazıyor. Araştırmalar bunun nedenini şöyle açıklıyor: Osmanlı İmparatorluğu’nun ve çevresinin tasvirini ve seyahatlerin eksiksiz bir kaydını tutmak. Peki Evliya Çelebi seyahat etmeye nasıl karar verdi?
Babasının anlattığı ilginç ve macera dolu öyküler, yakın çevresindeki çok renkli ve bilgili tanıdıkların bunlara katkısı onun seyahat fikrinin oluşmasına katkıda bulunduğu kabul edilmektedir. Evliya Çelebi ise Seyahatname’de seyahatlere başlama öyküsünü bir rüyâya dayandırmaktadır. Eserin başlarında kendi ağzından anlatılan rüyâ, simgesel motiflerle süslenmiş ve babasına seyahat fikrini kabul ettirmeye yönelik bir kurgu içermektedir. Evliya Çelebi, 19 Ağustos 1630 gecesi, rüyâsında, Yemiş İskelesindeki Ahi Çelebi Câmii’nde kalabalık bir cemâat arasında Hz. Muhammed’i görür. Huzûruna varınca; “Şefâat yâ Resûlallah!” diyecekken, heyacanla; “Seyâhat yâ Resûlallah!” der.
Bu durum Seyahatname’de şöyle anlatılır:
“İstanbul’da hanemde bir gece uykuya dalmıştım. Birden bire kendimi Yemiş iskelesi yanında bulunan Ahi Çelebi Camiinde gördüm. Cami’nin içi nur yüzlü bir cemaatle dolup taşmıştı. Ben de bu caminin içine girerek minberin dibine diz çöküp oturdum. Bu nur yüzlü pirleri hayranlıkla temaşaya daldım. Fakat bunlann kim olduklarını anlayamamıştım. Nihayet yanımda bulunan bir zata sordum:
 ‘-Benim sultanım, ism-i şerifinizi ihsan buyurur musunuz?’ dedim.
O zat, Kemankeşlerin Piri “Sa’d ibni Ebi Vakkas“ olduğunu söyledi. Derhal elini öptüm. Yine:
“-Sizin yanınızdaki zatlar kimlerdir?’ diye sual ettiğimde: ‘Sahabe-i Kiram ve Ensar Hazretleridir dedi.
O tarafa baktım. Bu zatlar sıra ile Hazret-i Ebu Bekir (ra), Hazret-i Ömer (ra), Hazret-i Osman (ra), Hazret-i Ali (ra) idiler. Bunları doya doya seyredip taze can buldum. Mihrapta ise Kâinatın Efendisi Peygamber Efendimiz Aleyhisselâtü vesselam oturmakta idi. Biraz sonra yanımda oturmakta bulunan Sa’d İbni Ebi Vakkas Hazretleri elimden tutup beni Peygamber Efendimizin huzuruna götürdü ve dedi ki:
‘Âşık’ı sâdıkın ve ümmet-i müştakın Evliya kulun şefatin rica eder.’
“Ben de derhal Hazret-i Peygamberin dest-i mübareklerini bûs ettim.
Fakat heybetlerinden çok korkarak titredim. Kendilerine:
” ‘Şefaat ya Resulallah!‘ diyeceğim yerde:
“Seyahat ve Resulullah! diyi verdim. Cenab-ı Peygamber derhal tebessüm ettiler. Seyahatlerimin hayırlı olması için ‘Fatiha’ dediler. Bundan sonra sıra ile Eshab-ı Kiram’in ellerini birer birer öptüm.
Cümlesi:
“Seyyâh-ı âlem ve ferîd-i beni âdem ol! “diye dua ettiler. Ben de Ahi Çelebi Camiinden dışarı çıktım. “Sabah olup uyanınca bir abdest alıp bu rüyamı tabir ettirmek üzere Kasımpaşa’da İbrahim Efendi Hazretlerine gittim. Bu zat bana:
“Sen büyük bir seyyah olacaksın!” buyurdu. Ben de bundan sonra seyahata çıkıp gördüklerimi yazmaya başladım.”

Evliya, rüyasını Kasımpaşa Mevlevihanesi şeyhi Abdullah Dede’ye anlatmıştır. Şeyh, gördüğü rüyanın hayırlı olduğunu ve mutlaka seyahate çıkması gerektiğini tavsiye etmiştir. Babası, Evliya Çelebi’nin İstanbul dışına çıkmasına uzun zaman karşı koymuştur. Çelebi, 1640’ta Okçuzâde Ahmed Çelebi ile gizlice Bursa’ya gitmiştir. Evliya Çelebi’nin bu yolculuğu bir ay sürmüştür. Dönüşünde artık oğlunu tutamayacağını anlayan babası, seyahate çıkmasına izin vermiştir.
Evliya Çelebi ile pek çok bilgi seyahat etme fikrinin oluşumunda olduğu gibi yine Seyahatname’den elde edilir. Bu eserde adı Evliya Çelebi olarak geçtiği için, bunun dışında bir adı olup olmadığı bilinmemektedir. Kendi ağzından ifadelere dayanan bilgilere göre Evliya Çelebi, 25 Mart 1611 tarihinde, İstanbul, Unkapanı’nda doğmuştur. Ancak kimi kaynaklarda onun, Kütahya’nın günümüzde Saray Mahallesi diye bilinen Zeryen Mahallesi’nde doğduğundan da bahsedilir.
Seyahatname’de Evliya Çelebi; cirit oynadığını ve iyi silah kullandığını belirtir. Bunlara ek olarak senelerce at üzerinde seyahat etmiş olması da Evliya Çelebi’nin çevik ve sağlıklı bir yapıya sahip olduğunu göstermektedir. Birçok savaşa katılmış, zaman zaman dövüşen bir savaşçı olarak birçok kez ölüm tehlikesiyle yüz yüze gelmiş, fakat ince zekâsı, hazırcevaplılığı ve güler yüzü ile bu ölüm tehlikelerinden kurtulmayı başarmış bir kişidir.
Evliya Çelebi, hiçbir makam hırsına kapılmamıştır. Saray hayatını tanımış ve iyi imkânlarla bu hayatın bir parçası olabilecekken; o ömrünü gezmeye, yeni yerler ve insanlar tanımaya adamıştır. Seyahatname’de anlatılanlardan yola çıkıldığında Çelebi, uysal yaradılışı, zekâsı, gelişmiş mizah gücü ve kültürü sayesinde girdiği ortamların neşesi olan ve aranan sevimli bir kişidir. Ancak bütün bu özellikleri onu, gördüğü olumsuzlukları eleştirel bir dille aktarmasından geri koymamıştır.
Evliya Çelebi zengin bir hayal gücüne sahiptir. Serüvenci ruhunu da seyahatlerle beslemiştir. Geleneklerine bağlı ve diğer Osmanlı çağdaşları gibi, kendi kültürünün üstünlüğünden emin olan inançlı bir Müslüman olması, onu yabancı dünyaları ve becerileri tanımaktan alıkoymamıştır. Çelebi, eserinde kiliseleri ziyaret ettiğini ve Hıristiyan dua metinlerini anlatmaktadır. Ayrıca konukları için evinde yasaklanmış içki ve uyarıcı maddeleri - kullanmamasına rağmen - hazır bulundurmaktadır. Bu da Evliya Çelebi’nin dar görüşlü olamayacağı ortaya koymaktadır. Çelebi, saf bir dindarlıkla beraber tipik bir 17. yüzyıl Osmanlısı olarak hatırı sayılır bir hoşgörüye sahiptir.
Benzersiz Osmanlı gezgini ve anlatı ustası Evliya Çelebi, 1611-1683/84 yılları arasında yaşamıştır. Bu dönem IV. Murad’ın ve Köprülü sadrazamları Mehmed ile Fazıl Ahmed’in yönetimleri altında olan Osmanlı İmparatorluğu’nun duraklama döneminin sonlarına rastlar.
17. yüzyıl imparatorluk için yönetim uygulamalarının bozulmasıyla ekonomik ve toplumsal sıkıntıların yaygın olduğu bir çağdır. Anadolu Celâlî ayaklanmalarıyla sarsılırken, İstanbul Yeniçerilerin ve değişik saray karşıtlarının çatışma alanına dönüşmüştür. Dönemin sıkıntılı durumu mizah için elverişli bir ortamın ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Evliya Çelebi’nin doğumundan ölümüne kadar 6 Osmanlı padişahı görev yapmıştır: Ahmed I. (1603-1617), Mustafa I. (1617-1623), Osman II.(1618-1622), Murat IV. (1623-1640), Ibrahim I. (1640-1648), Mehmed IV. (1648-1687).
Evliya’nın en bilinen unvanı, Çelebi’dir. Efendi’yi kullananlar da vardır. Kendisi ise mücerred (bekâr, aile bağları olmayan), derviş veya fakir, bir de bî-riyâ (riyakâr olmayan) adlarını kullanır. Bazen de hezar-aşina (bin tanıdığı olan) ile alüfte ve aşüfte (uysal, hoşgörülü ve arsız) demeyi tercih eder.
Evliya Çelebi, Seyahatname’de kendisinden “Seyyah-ı âlem ve nedim-i beni âdem Evliya-yı bî-riyâ” yani “Dünya gezgini, insanoğlunun dostu, riyasız Evliya”  diye bahseder. Çelebi, Seyahatnamesinin altıncı cildinde, aile kökünün Ahmet Yesevî’ye kadar ulaştığını belirtmiştir. Atası Ece Yakup, Osmanlıların atası Ertuğrul ile birlikte Maveraünnehr’deki Mahan’dan gelmiş, ya da Kütahya’da doğmuştur ve Sultan Orhan’ın sütkardeşidir.
Evliya Çelebi, Seyahatname’nin altıncı cildinde, aile kökünün Ahmet Yesevî’ye kadar ulaştığını yazmıştır. Evliya Çelebi’nin ailesi, İstanbul’un fethinden sonra Kütahya’dan gelip Unkapanı yöresine yerleşmiştir. Babası Derviş Mehmed Zıllî, padişahların kuyumcubaşılığında bulunmuş ve seferlere katılmıştır. Annesi hakkında pek bilgi olmamakla birlikte, sarayla bağlantısının anne tarafına dayandığı bilinmektedir. Evliya Çelebi, Seyahatname’de Mahmud isimli erkek kardeşinden ve isim vermeksizin birkaç kız kardeşi olduğundan bahsetmektedir. Evlenmediği ve çocuğu olmadığı düşünülmektedir.
Seyahatname’deki bilgilere göre Evliya, eğitiminin ilk döneminde babasının Unkapanı pazar yerindeki dükkanına gelen bilgili tanıdıklardan faydalanmıştır. Sonra Unkapanı’nda Fil Yokuşu’ndaki Hamid Efendi Medresesi’nde, yedi yıl eğitim almıştır. Babasından da zamanın güzel sanatlarından olan hat, nakış, tezhib öğrenmiştir. Ayrıca Sâdizâde Dârülkurrâ’sına giderek Kur’ân-ı Kerîmi ezberlemiş. 1635 yılında ise akrabası Silahdâr Melek Ahmed Paşa aracılığıyla Ayasofya Câmii’nde IV. Murad Han ile tanıştırılmıştır. Evliya Çelebi bu tanışma neticesinde Enderûn Mektebine kabul edilmiştir.
Evliya’nın en bilinen unvanı Çelebi’dir. Bazıları Efendi’yi kullanır. Kendisi ise mücerred (bekâr, aile bağları olmayan), derviş veya fakir, bir de bî-riyâ (riyakâr olmayan) sıfatlarını kullanır. Bazen de hezar-aşina (bin tanıdığı olan) ile alüfte ve aşüfte (uysal, hoşgörülü ve arsız) demeyi tercih eder. Evliya, eserinde kendisinden (Seyyah-ı âlem ve nedim-i beni âdem Evliya-yı bî-riyâ) yani (Dünya gezgini, insanoğlunun dostu, riyasız Evliya) diye bahseder.
Evliya, Seyahatname’den anlaşıldığı kadarı ile Türkçeyi düzgün, etkili ve sanatsal kullanabilme becerisine sahiptir. Enderun’da Arapça, Farsça ve Rumca; babasının arkadaşı Simyon Usta’dan ise Latince ve Yunanca öğrenmiştir.
Evliya Çelebi, ailesinin maddi durumu iyi olduğu için pek geçim sıkıntısı çekmemiştir. Zaten Enderun eğitiminden sonra saraya musâhib (sohbetçi, sohbet arkadaşı) olarak kabul edilmiş ve daha sonra da aylık 40 akçe ile sipahiler zümresine katılmıştır. Seyahatlerinin büyük bir kısmını da resmi görevli sıfatıyla gerçekleştirmiş. Çelebi, şarkı-gazel okur, ezana kalkar, imam bulunmadığı durumlarda namaz kıldırırmış; sesinin güzel olduğu bilgisine bu şekilde ulaşılmaktadır. Güler yüzü, hoşsohbeti, kimsenin kalbini kırmayan kişiliği ile kısa bir zamanda sarayda ün yapmıştır. Sarayla bağlantısı 1630 yılında başlamış, son zamanlarına kadar sürmüştür. Katıldığı pek çok savaştan aldığı ganimetler, verilen hediyeler ve gezdiği yerlerde yaptığı ticaretten kazandıklarıyla rahat bir hayat sürmüştür.
AT SIRTINDA EVLİYA ÇELEBİ’NİN İZİNİDE
Seyahatname'nin ışığında, Evliya Çelebi'nin ayak izlerinden Anadolu'yu gezme fikri Prof. Gerald Maclean'e ait. Exeter Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Maclean, 1996'da eşi Donna Landry ile tatil için Kapadokya'ya gelmişti. Eşi, Kent Üniversitesi'nde İngiliz - Amerikan edebiyatı profesörüydü. Atla çevreyi gezerken, “Neden atla Türkiye turu yapmıyoruz” diye düşündüler. “Bu turu Amerika'da yapamazsınız” diyor Maclean. “Çünkü insanlar saldırgan, biri sizi vurabilir. İngiltere'de her yer özel arazi, giremezsiniz. Türkiye'de kırsal kesim buna müsait. Aynı dönemde Edinburg Üniversitesi'nden Osmanlı Tarihçisi Caroline Finkel ile tanıştık, o da Türkiye'yi yürüyerek gezmek istediğini söyledi. Bu iki projeyi birleştirdik.”

2007'DE İLK DENEME
Gezi bir “Reenacment,” yani geçmişte yaşanan olayı tekrarlama projesi olacaktı. Maclean, geçmişte Anadolu'ya gelen Batılı seyyahlar üzerine çalışırken, onların rotasından geçmiş, çevreyi incelemişti. Yine aynı yöntemi uygulayacaktı. “İngiliz yazar yerine, neden Evliya Çelebi'nin rotasını izlemiyorum, diye düşündüm. Evliya Çelebi'nin oryantalist bakış açısından uzak olması da avantajdı. Eğer Avrupalı gezgin seçseydik, Batılı yaklaşımını tekrarlamak zorunda kalacaktık. Avrupalı seyyahlar planlı gezerken, Evliya'nın asla belirli bir rotası yoktu. Adeta rüzgarın götürdüğü yere gidiyordu. Bu yüzden akademik çalışmam açısından da önemliydi. Bu projeye hazırlanırken, Batı'da Evliya Çelebi'nin ne kadar az bilindiğini görüp şaşırdım.”
Maclean, 2007'de Evliya Çelebi'nin batı rotalarından bir kısmını otomobille geçerek, geçerliliğini araştırdı. Seyahatname'de bahsedilen köylerin yerinde olup olmadığına baktı.Sonunda gezi bu yıl, 22 Eylül'de başladı. Yalova'nın Altınova ilçesi yakınlarındaki sahil köyü Hersek'ten yola çıktılar. Türkiye Jokey Kulübü sponsor olmuş, Avanos'tan yedi at getirilmişti. Ekipte Maclean ve eşinin yanı sıra Caroline Finkel, atların sahibi Akhal-teke Binicilik Merkezi'nden Ercihan Dilari, Der Spiegel muhabiri Susan Wirth, Kanadalı Teherese Tardif yer alıyordu. 42 günlük yolculuk boyunca yeni katılımlar oldu. Eski İngiltere Büyükelçisi'nin eşi Patricia Daunt, geçmişte Türkiye'de 10 yıl yaşayan Botanikçi Andrew Byfield yolculuğun bir bölümüne eşlik etti. Geziyi tamamlayanlar, planlayan üç kişiydi: Maclean, eşi ve Finkel. Yol boyunca ekibi bir kamyon izledi. At malzemelerini, çadırları taşıdı, mutfak hizmeti verdi. Sabancı Üniversitesi'nden antropolog ve sözlü tarihçi Dr. Leyla Neyzi ön araştırma sırasında ekibe yardımcı olurken, Açık Radyo'dan Mahir Başdoğan projeye destek verdi. Zeytinoğlu şirketi yol boyunca at yemi sağladı. Kütahya Porselen, Güral Porselen, Kütahya Belediyesi ve akademisyenlerin üniversiteleri projeye destek oldu. Ekip çoğunlukla çadırlarda geceledi. Bazen köy misafirhanelerinde konakladı.

SANKİ İKİNCİ GEÇİŞİMİZDİ
Yolculukta Evliya Çelebi'nin batı rotasını takip ettiler. Evliya, İstanbul'dan başlayarak İzmit'e gitmişti ama günümüzde bu bölgeyi atla geçecek yol yoktu. Karşı kıyıdaki Hersek'ten başlayıp, Evliya Çelebi gibi 1200 kilometrelik rotayı Kütahya'da bitirdiler. Evliya Çelebi, İnegöl-Tavşanlı- Kütahya-Afyon-Sandıklı-Banaz-Ovacık-Uşak-Gediz-Simav-Gediz-Kütahya yolunu izlemişti. Proje sırasında grup, ufak değişikliklerle, bu dolambaçlı hattı takip etti. Kasabalar arasındaki gözden uzak köylere girdi. İznik'ten Bursa, İnegöl, Domaniç, Kütahya, Afyon, Boyalı, Sinanpaşa, Banaz, Ovacık, Uşak, Mesudiye, Eski Gediz, Simav ve tekrar Kütahya'ya geçtiler. Ekibin amaçlarından biri de Osmanlı'dan günümüze kalan binicilik kültürünü ortaya çıkarmaktı. Yol boyunca rahvan at yarışları, cirit müsabakaları, pazarlarda at koşumları satan esnaf, at malzemesi yapım atölyeleri, binicilik merkezleri gibi atçılık kültürüne ait birçok izi görüntülediler. Sadece Uşak'ın Ovacık köyünde sorun yaşadılar. İki yıl önce onlara her türlü yardımı yapma sözü veren ve projeden çok mutluluk duyan muhtar gitmiş, yerine yeni muhtar gelmişti: “Bize söz verilen misafirhanede kalamayacağımızı, köyde istenmediğimizi söylediler. Biz de çadır kurduk. Sabaha karşı 6'da muhtarın ihbarıyla jandarma geldi. Muhtar ısrarla pasaportlarımızı almak istiyordu. Sonunda jandarma bizim zaten köye davet edildiğimizi gördü, sorun kapandı.”

YOLU EN AZ ÜÇ KİŞİYE SORMALI
Ekip bir başka ilginç olayı, yol sorarken yaşadı: “Bazı çobanlar asfalt yolu hiç bilmiyordu. Bu yoldan, diyorlardı ama zamanla bize ayıp olmasın diye yolu bilmeden söylediklerini fark ettik.” Bu nedenle Domaniç yakınlarında kayboldular. Çünkü muhtar, çeşmeye kadar gidip sağa dönün, demişti. Karşılarına çıkan bir başka yaşlı köylü ise çeşmeden sola dönmelerini önermişti. Muhtarı dinlediler, gece yarısı kendilerini dağbaşında buldular. “Şanslıydık ki ay ışığı vardı ve sonunda jandarma, itfaiye araçlarının koruması eşliğinde gelip bizi buldu” diyor Donna Landry. Bu tecrübeden sonra, yolu en az üç kişiye sormaya karar vermişler. Gerald Maclean'in dikkatini yollardaki çöplükler çekmiş. Ayrıca birçok yeni camiye rastladıklarını anlatıyor. “Kuran kursları var, okullarda bilgisayar yok” diyor. Çok sayıda köyün, kayıtlı görünen nüfusuna rağmen ekonomik zorluklar yüzünden aslında boşalmış olduğunu fark etmişler. Bu gezinin sonuçları önümüzdeki yıllarda yayımlanmaya başlayacak. 2011'de önce Evliya Çelebi'nin rotasını, GPS verileriyle sunan, ekibin gözlemlerini yansıtan bir kitap yayımlanacak. Ayrıca bir de küçük rehber kitap çıkarmayı düşünüyorlar. Yolculuğun Ajans 21'den Nurdan Arca yönetmenliğinde, Mehmet Çam'ın prodüktörlüğünde çekilen belgeseli de 2011'e kadar tamamlanmış olacak.
(Proje hakkında www.sabanciuniv.edu/ssbf/evliyacelebi/tr/ sayfasından ayrıntılı bilgi alabilirsiniz)

PROF. GERALD MACLEAN
Türkler hakkındaki önyargılar, Anadolu'ya gelen ilk gezginler sayesinde azaldı
Prof. Gerald Maclean, Exeter Üniversitesi'nde İngilizce bölümü öğretim üyesi. 15 yıldır, 16 ve 17. yy'da Osmanlı İmparatorluğu ile İngiltere arasındaki ilişkiler üzerine çalışıyor. Bu dönemden İngilizler'e ait bir çok el yazması bulmuş. Osmanlı'ya gelen ilk gezginlerin notlarında, şu ortak ifade dikkatini çekmiş: “Türklerin korkunç, zalim ve şeytan olduğu söylenir hep, doğru olmadığını gördük, başka şeyleri keşfettik.” 16. yüzyılın sonunda, İngilizlerin önyargıları değişmeye başlamış. “Önce Osmanlı'ya gelen ilk gezginler, ardından bu topraklara hiç ayak basmamış yazarların Osmanlı'yla ilgili görüşleri üzerine iki kitap yazdım. İkinci gruptaki yazarların eserleri, eski bilgilerin tekrarı gibiydi.” Maclean, Türkiye'ye ilk kez 1974'te, Yunanistan'da yaşarken, gelmiş. O zaman Yunan dostlarının “Niye gidiyorsun ki orası Türklerle dolu, İstanbul aslında bizim şehrimiz” dediğini söylüyor. İstanbul'a geldiğinde, Türklerin Batı'da onlara atfedilen şablonlardan farklı davrandığını gözlemlemiş. Önyargıların bugün AB tartışmaları sırasında Almanya ve Fransa'da yeniden ortaya çıktığını söylüyor. Batı'daki “Korkunç Türk” imgesi, zamanla Maclean için inceleme konusuna dönüşmüş. Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'yle de bu çalışma sırasında tanışmış. Yararlandığı önemli kaynaklardan biri olmuş.

PROF. DONNA LANDRY
Kültür turizmi rotasına dönüşebilir
Evliya Çelebi'nin Hersek - Kütahya rotası farklı temalarda alternatif turizm rotalarına dönüşebilir. Geçtiğimiz bazı köylerde geleneksel yöntemlerle organik tarım yapılıyordu. Köylüler sağlıklı yaşıyor. Ekolojik, sürdürülebilir bir yaşam modeli bu. Yurdışında ilgi çekebilir. Kültür turizmi, atla sürüş turizmi yapılabilir. Yol boyunca Osmanlı eserleri, arkeolojik sit alanları görülebilir. Hatta slow food hareketine ilgi duyanlar, yani geleneksel yöre yemeklerini merak edenler için bile bu rotada turlar düzenlenebilir.
Ayten Serin, 23 Kasım 2009 , Hürriyet

Evliya Çelebi’nin öldüğü zaman ve mezarı hakkında kesin bilgiler yoktur. Bir kısım araştırmacı onun 71 yaşlarında, 1682 yıllarına doğru İstanbul’da öldüğünü söylemektedir. Bir bölümü de 1682’de Mısır’dan dönerken yolda ya da İstanbul’da öldüğünü belirtmektedir.
Seyahatname’nin bu kadar önemli bir eser olması onun tartışılmasını engelleyememiştir. Eserin güvenilirliği ile ilgili ciddi tartışmalar vardır. Bunun en önemli nedeni ise Evliya Çelebi’nin abartmalara çok yer vermesi, zamanı yeniden kurgulayarak gerçeklikten uzak yansıtan vb. üslup seçmiş olmasıdır. Bu durum da eserin içeriğine yönelik güven duygusuna zarar vermektedir. Hatta Evliya Çelebi, abartılarıyla dillerde dolaşmakta, alay edilmekte ve gizlice aşağılanmaktadır.
İstediği zaman batılı gezginler kadar gerçekçi olabilen Evliya Çelebi, bazen onlardan daha etkin akıl yürütebildiği de görülmektedir. Abartmaya dayalı üslubunu bilinçli olarak seçtiği de düşünülmektedir. Halil İnalcık, Çelebi’yi “En büyük sosyal tarihçi” diye tarif etmektedir. Ahmet Hamdi Tanpınar ise Beş Şehir adlı kitabında, Evliya Çelebi’nin bu büyük eseri için “Ben Evliya Çelebi’yi tenkit etmek için değil, ona inanmak için okurum ve bu yüzden de daima kârlı çıkarım.” İfadelerini kullanır. Evliya’nın eserinde anlattığı olayların hepsine şahit olup olmadığı da çok tartışılma konusudur. Bazı olayların hayal mahsulü olduğu tahmin edilmekte ve gittiğini söylediği bazı yerlere aslında gitmediği de düşünülmektedir.
Çelebi, Seyahatname’yi 17. yüzyılda, Osmanlı İmparatorluğu’nun en geniş sınırlara ulaştığı 1683 Viyana bozgunu öncesine rastlayan yıllarda yazmıştır. Seyahatname yazılışından iki yüzyıl sonra, yani ancak 1896 yılında yani 19. yüzyılda Arap harfleriyle basılabilmiştir. Orhan Şaik Gökyay, Seyahatname’nin birinci cildini 1996’da Latin alfabesine çevirmiştir. Bu tarihten sonra araştırmalar da artış göstermiştir. On cildi birden günümüz Türkçesine aktarılmıştır. Fakat bunların baskısı bulunamamaktadır. Türkiye’nin en önemli üniversitelerinin kütüphanelerinde dahi bulunmayan bu eser, var olma gücünü yalnızca kendisinden almaktadır.
Seyahatname 17. yüzyıl Osmanlı coğrafyası içinde ve gittiği diğer memleketlere ait pek çok ayrıntıya eserinde yer vermiştir. Bunları şu şekilde sıralamak mümkündür: Dönemin Türkçesi ve ağız özellikleri, gittiği bütün yerlerin genel durumu, coğrafi konumu, tarihi, halkının özellikleri, dili, dini, kıyafetleri, sanatları, gündelik yaşamları, tarih, karşılaştırmalı coğrafya, sanat tarihi ve etnografya açısından bilgiler, dinler tarihi açısından önem taşıyan mesajlar. Osmanlı toplumundaki müslim-gayrimüslim ilişkileri, gayrimüslim  halkların gündelik hayatları, ekonomik ve kültürel durumları, nüfusları, ibadet yerleri, inanç ve itikatları, farklı topluluklara ait öyküler, türküler, halk şiirleri, söylenceler, masal, mani, ağız ayrılıkları, halk oyunları, giyim-kuşam, düğün, eğlence, inançlar, komşuluk bağlantıları, toplumsal davranışlar, sanat ve zanaat varlıkları, gezilen yörelerin evlerinden, cami, mescit, çeşme, han, saray, konak, hamam, kilise, manastır, kule, kale, sur, yol, havra gibi değişik yapıların bütün özellikler anlatılmaktadır. Bunların yapılış yılları, onarımları, yapan, yaptıran veya onaranlar, bulunduğu bölgelerin mutfak kültürü ile ilgili zengin bilgiler, gezilen bölgenin yönetimi, eski aileleri, ileri gelen kişileri, şairleri, oyuncuları, çeşitli kademelerdeki görevlileri hakkında bilgiler.
Aslına bakılırsa Evliya Çelebi Türkiye dışında çok daha fazla tanınmaktadır. Hem kendisine hem de eserine çok önem verilmektedir. Seyahatname 1814 yılında Hammer* tarafından tesadüfen bulunmuştur. Sonra birçok yabancı bilim adamı Çelebi hakkında araştırmalar yapmış ve eseri birçok dile çevirip yayımlanmıştır. Gezi güzergâhı ve gittiği yerler onun eserinde geçen yönleri ile yeniden incelenmiştir. Fakat daha önce de belirttiğim gibi eserin bizim kütüphanelerimizde bile yoktur. Baskısı bulunamamaktadır. Bu cehaletin ve tembelliğin bir çözüme kavuşması kaçınılmazdır.
* Seyahatnameyi Batı ülkelerine Avusturyalı tarihçi, diplomat ve Doğu bilimleri uzmanı Joseph von Hammer-Purgstall tanıtmıştır.
Evliya Çelebi Türk soyundan olduğu için gurur duymaktadır. Osmanlı aydını kimliğiyle zaman zaman Anadolu’da yaşayan Türkler için Etrâk-i bî-idrâk (akılsız Türkler), Etrâk-i nâ-pak (pis Türkler) diye bahsetmektedir. Diğer milletlerden ise biraz da söz sanatı kullanarak Kazak-ı âk (İnatçı Kazak), Rus-ı menhus (uğursuz Ukraynalılar), Portukal-ı dâl (avare Portekizli), Migril-i rezil (rezil Megreliler), Erdel-i erzel (utanmaz Transilvanyalılar), Macar-ı füccar (zinacı Macarlar), Alaman-ı bî-eman (hain Almanlar), Urban-ı uryan (çıplak Araplar), urban-ı bî-edyân (dinsiz Araplar) diye söz etmektedir.
Evliya, 70 yılı aşkın bir hayat yaşamış ve bu ömrünün 50 yılını seyahatlerde geçirmiştir. 26 milyon kilometrekare yüzölçümüne sahip, 3 kıta imparatorluğu olan devletin hemen her tarafını gezmiştir. Anadolu, Rumeli, Suriye, Irak, Mısır, Girit, Hicaz, Ukrayna, Romanya, Slovakya, Transilvanya, Moldovya, Avusturya, Macaristan, Polonya, Almanya, Hollanda, Bosna-Hersek, Dalmaçya, Güney Rusya, Kırım, Kafkasya, İran. Mısır, Habeşistan ve Sudan’a kadar gitmiştir.
Çelebi’nin seyahat programı ise şu şekildedir:
27 Nisan 1640 Bursa-İstanbul-İzmit
Ağustos 1640 Trabzon-Karadeniz’de fırtına
Ekim 1640 İstanbul
1645 Hanya Seferi
1646 Erzurum-Azerbaycan-Ermenistan-Gürcistan
1647 Celali İsyanları?
Temmuz 1648 İstanbul
Eylül 1648 Şam
1649 Sivas
Temmuz 1650 İstanbul
1651 Özi-Silistre-Sofya
1653 İstanbul
1655 Van-Bağdat
1656 Van
Mayıs 1657 Özi
1658 İstanbul
1659 Batı Anadolu-Bozcaada
1660 Eflak-Boğdan Seferleri Split-Hırvatistan
1661 Sofya-Macaristan
Şubat 1662 Arnavutluk
1663 Macaristan
12-22 Ekim 1663 Amsterdam
1664 Raab-St.Gotthard
Nisan 1665 Viyana
Kış 1665-1666 Viyana-Budapeşte-Oçakov
1666 Krakow-Kırım-Bahçesaray-Dağıstan
1667 Terek-Astrahan-Saratov-Kazan-(Ural)-Kalmukya-Azov
1671 İstanbul-Kütahya-Manisa-İzmir-Saqız Adası-Rodos-Adana-Haleb-Kudüs
1672 Medine-Mekke-Medine-Kahire
Evliya Çelebi’nin kendi el yazısı olarak kabul edilen ilk 8 ciltten sonra, telif kabul edilen IX. ve X. ciltler bulunamamıştır. Seyâhatnâme ilk olarak 1848’de Kâhire Bulak Matbaasında Müntehâbât-ı Evliya Çelebi adıyla yayımlanmıştır. Mart 2003 tarihinde ise YKY, birinci cildi günümüz Türkçesine aktarılmış şekilde yayınlamıştır. Sırasıyla 10 cilt bu şekilde basılmıştır. Seyahatname ciltlerinin konuları şöyledir:
1. Cilt
Eserin birinci cildinde 1630-40 yılları arası İstanbul’un târihi, kuşatmaları ve fethi, İstanbul’daki kutsal makamlar, câmiler, Sultan Süleyman Kanunnâmesi, Anadolu ve Rumeli’nin mülkî taksimâtı, çeşitli kimselerin yaptırdığı câmi, medrese, mescit, türbe, tekke, imâret, hastane, konak, kervansaray, sebilhâne, hamamlar... Fâtih Sultan Mehmed zamânından itibaren yetişen vezirler, âlimler, nişancılar, İstanbul esnâfı ve sanatkârları yer almaktadır.
2. Cilt
İkinci ciltte Mudanya ve Bursa, Osmanlı Devletinin kuruluşu, İstanbul’un fethinden önceki Osmanlı sultanları, Bursa’nın alimleri, vezirleri ve şairleri, Sinop, Trabzon ve havâlisi, Gürcistan dolayları; Kırım, Karadeniz, Bolu, Amasya, Niksar, Erzurum, Nahçivan, Tebriz, Bakü, Erzurum, Bayburt, Erzincan, Merzifon, Ankara.
3. Cilt
Üçüncü ciltte Üsküdar’dan Şam’a kadar yol boyunca bütün şehir ve kasabalar; Eskişehir, Konya, İskenderun, Tire, Akre, Kızıl Deniz, Ölü Deniz, Urfa, Kayseri, Sivas, İskilik, Rusçuk, Niğbolu, Silistre, Filibe, Edirne, Sofya ve Şumnu şehirleri hakkında geniş bilgiler.
4. Cilt
Dördüncü ciltte İstanbul’dan Van’a kadar yol üzerindeki bütün şehir ve kasabalar; Malatya, Diyarbakır, Mardin, Sincar, Bitlis, Ahlat. Evliya Çelebi’nin elçi olarak İran’a gidişi, İran ve Irak hakkında bilgiler; Tebriz, Erdebil, Kazvin, Kum, Bağdat, Necef/Kufe, Basra, Abadan, Cizre,Musul, Tikrit.
5. Cilt
Beşinci ciltte Tokat sonra Rumeli, Sarıkamış’tan Avrupa’ya kadar çeşitli ülke ve eyâletler; Kırklareli/Kırkkilise, Varna, İstanbul, Silistre, Hoten, Özi, İznik, Bursa, Gelibolu, Edirne, Belgrad, Temeşvar, Libhova, Yanova, Varad, Sarayevo, Zagrep, Üsküp, Köstence, Sofya,Semendire.
6. Cilt
Altıncı ciltte Macaristan ve Almanya; Temeşvar, Koloşvar, Kaşav,Sibiv, Mohaç, Peç, Budin, Uyvar, Estergon, Belgrad, Dubrovnik, Mostar,Zigetvar, Kanije.
7. Cilt
Yedinci ciltte Avusturya, Kırım, Dağıstan, Çerkezistan, Kıpçak diyârı; Ejderhan havâlisi; Belgrad, Viyana, Wallaçya, Budapeşte, Oçakov, Krakow, Kırım, Bahçesaray, Dağıstan, Astrahan, Saratov, Kazan, Kalmukya, Azov.
8. Cilt
VIII. cilt içinde Evliya Çelebi’nin, Azak’tan Kırım’a; Kefe, Bahçesaray, Kılburun, Akkerman, İsmail, Girit olayları, Babadağı, Hasköy, Edirne, Dimetoka, Gümülcine, Drama, Selânik üzerinden bütün Yunanistan ve Mora’yı dolaşarak Hanya, Kandiye, Arnavutluk; Yanya, Tepedelen, Avlonya, Draç, İlbasan, Ohri, Resne, Manastır,İştip, Tikveş, Cisr-i Mustafa Paşa, Edirne üzerinden İstanbul’a dönüş seyahatleri bulunmaktadır.
9. Cilt
IX. cildin içinde Evliya Çelebi’nin İstanbul’dan hareketle Kütahya, Afyon, Manisa, İzmir, Sakız, Kuşadası, Aydın, Tire, Denizli, Muğla, Bodrum, Ege adaları, Isparta, Antalya, Alanya, Karaman, Silifke, Tarsus, Adana, Maraş, Antep, Kilis, Haleb, Lazkiye, Şam, Beyrut, Sayda, Safet, Nablus, Kudüs, Evliya menkıbeleri ile Mekke ve Medîne hakkında geniş bilgiler bulunmaktadır.
10. Cilt
Onuncu ciltte ise Mısır ve çevresi yer almaktadır; Kahire, Tanta, İskenderiye, Nil, Funcistan (Mogadişu, Suakin, Hadendoa, Bahnisa, Feyyum).
Seyahatname döneminin diğer edebî eserlerine göre son derece sade bir dille yazılmıştır. Kolay anlaşılır ve konuşma diline yakın, sürükleyici bir anlatıma sahiptir. Mizahî unsurlarla sıkıcı olabilecek ifadeler renklendirilmiştir. Evliya Çelebi, özellikle önem verdiği konuları ve geleceğe kayıt düştüğü bölümleri nesnel bir anlatımla aktarmıştır. Güçlü bir gözlemci olmasına karşın çoğu kez gözlemlerini kendi düşünce ve hayallerini katarak vermiştir.
Evliya Çelebi, seyahati hayat tarzı haline getirmiş bir kişidir. Eserinden de anlaşıldığı üzere yalnızca bir gezgin değil, çok yönlü bir kişidir. Seyahatname’de Çelebi, Osmanlı coğrafyası ve komşu ülkelerin birçoğu ile başka hiçbir kaynakta bulunmayan bilgiler aktarması; 17. yüzyıl öncesi tarihî bilgilere tıpkı bir tarihçi disipliniyle yaklaşarak kitabına alması onun tarihçi kimliğini ortaya koymaktadır.    Evliya Çelebi, aynı zamanda bir halkbilimcidir. Çünkü gittiği ülkelerde yaşayan halkların gündelik hayat bilgilerine, geleneklerine, özel gün ve bayramları ile ilgili ritüellere, kılık kıyafetlerine, kullandıkları alet ve eşyalara kadar birçok kültürel unsuru; atasözleri, deyimler, mani, efsane, fıkra vb. halk edebiyatı ürünlerini bir halkbilimci bakışı ile değerlendirerek eserine almıştır. Çelebi’yi bir müzisyen olarak da nitelendirebiliriz. Evliya sesinin güzel olması sebebiyle çok küçük yaşlardan itibaren müzikle iç içe olmuş ve iyi bir eğitim almıştır. Örneğin döneminin musiki üstadı Muhasip Derviş Ömer Gülşenî’den dersler aldığı belirtilmektedir. Çelebi, Seyahatname’de de İstanbul’da müziğin yeri, müzisyenler ve müzik aletleri ile ilgili ayrıntılı bilgiler vermiştir. Gezdiği şehir ve ülkelerde gördüğü müzikle ilgili bilgiyi donanımlı bir kişi olarak başarıyla aktarmıştır. Evliya Çelebi’nin çizimlerinin iyi olduğu da bir gerçektir. Çizim ve resme yatkınlığı Abdal Han hazinesi kataloğunda görülmektedir. Özellikle Avrupa işi gravürlere, oymalara ve İran minyatürlerine hayrandır. Evliya Çelebi’nin haritacılığı ise şöyle açıklanabilir; Nil Nehri boyunca gerçekleştirdiği yolculuğundaki gözlemlerini altı metre uzunluğunda, bir metre genişliğindeki bir haritayla kalıcı kılmıştır. Haritanın tek nüshası bugün Vatikan Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Eğitimini dilbilim üzerine yoğunlaştırmamış olsa da Evliya Çelebi, hem dili kullanmadaki yetkinliği hem de Türkçe ve yaklaşık değişik 30 dil ile ilgili aktardığı bilgilere bakınca amatör bir dilbilimci olarak da değerlendirilmektedir. Eserinde Türk dilinin tarihi üzerinde durmaktadır. 17. Yüzyıl Osmanlı Türkçesinin bölgesel farklılıkları ile ilgili temel bilgiler vermektedir. Seyahatname yalnız Türkçe için değil, bahsi geçen diğer diller için de önemli veriler barındırmaktadır. Seyahatname’de Türk dili dışında Abhaza dili, Kaytak dili, Gürcü dili, Mingrel dili, Arap dili, Türkmen dili, Dobruca Tatarlarının dili, Nogay dili, Rus dili, Sırp dili, Boşnak dili, Hırvat dili, Arnavut dili, Venedik İtalyancası, Macar dili, Alman dili, Kırım Tatarlarının dili, Nogay dili, Kalmık dili, İtalyan dili vb. ile ilgili bilgiler yer almaktadır.

                      Anadolu, Ortadoğu ve Balkanlar’da Her Şehir Kendi Tarihini Evliya Çelebi’den Öğrendi                                                                                                                                                       İlber Ortaylı
Seyahat merakı az olan bir kavim için Evliy, ne öncesi ne ardılı olan istisnai bir dâhidir. …
Evliya gezdiği her yerde tipik cümlelerden ve kelimlelerden oluşan küçük bir lûgat verir. …aşağı yukarı otuzun üzerinde Türk şive ve lehçesinden örnekler vardır. Böyle bir eğitimi hiçbir yerde göremezsiniz. 18. asırdaki Macar filolog Ghiarmarty’ye kadar diller arasında akrabalık üzerinde mukayeseli bir filoloji düşünce ve yöntemi geliştirilmemiştir.
Ama Çelebimiz Almanca ve Farsça kelimeler üzerindeki benzerlikleri not ederek işe başlar. Er halükarda bir İndo-Avrupa lisan grubundan bahsedecek değildir. Evliya’mızın Doğu Anadolu’daki Kürtçe vokabüler üzerindeki kayıtları dikate değerdir. Ve bu kayıtların bugün için hâlâ önemli olduğunu belirtmek gerekir. Dankoff ve diğer uzmanlar Evlya’nın kafkas dilleri üzerindeki kayıtlarını dikkatle takip ediyorlar. Hasseten artık kaybolduğu söylenebilecek Ubuhçadan devşirdiği kelimeler kayda değerdir. Evliya’nın Kafkaslar üzerindeki kayıtları bu kavimler için bir şanstır. Ve seyyahımızın dehasının işaretidir. …
42 yılda yapılan bu seyahatler muhteşem bir eseri meydana getirmiştir.    AtlasTarih, Sayı 5, 2011, sayfa 54,57
UNESCO 2010 Ekim ayında ünlü gezgin Evliya Çelebi’nin 400’üncü doğum yılına rastlayan 2011 yılını anma yıl dönümleri kapsamına almıştır. Dil, halk bilimi, sanat tarihi, topografya, dinler tarihi, tasavvuf tarihi ve yerel tarih vb. araştırmaların en önemli kaynaklarından olan Seyahatname’siyle ünlü Evliya Çelebi’nin 2010 yılı boyunca dünyanın çeşitli ülkelerinde ve Türkiye’de etkinliklerle anılması planlanmıştır.
Kaynakça :
Dankoff, R. (2004a). An Ottoman Mentality: The World of Evliya Çelebi. Leiden – Boston: BRILL.
Eren, H. (1972). Evliya Çelebi ve Anadolu Ağızları. Bilimsel Bildiriler. Ankara: TDK Yayınları. 113-119.
Karamuk, G. (1997). Evliya Çelebi’nin Kültür Tarihindeki Yeri. Çağdaş Türk Edebiyatına Eleştirel Bir Bakış, Nevin Önberk Armağanı içinde (ss. 133-145). Ankara.
NTV Tarih, Mart 2011, Sayı 26.
Şavk Çelik, Ülkü. (2011). Sorularla Evliya Çelebi. Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü. Ankara.
www.turkiyat.hacettepe.edu.tr

Pirimiz Evliyâ Çelebi’nin 400. doğum yılını kutluyoruz! / Buket Uzuner

2011’e girdiğimizden beri memlekette ve dünyada vicdan sahibi insanların ruhunu daraltan, umutsuz haberlerin arasında bizim gibi ruhuna seyahat nefesi üflenerek doğmuş gezginlerin yüzüne bir gülücük yerleştiren konu UNESCO’nun 2011’i pirimiz, Türk Dünyası’nın en önemli gezgini Evliyâ Çelebi yılı ilan edeceğine dair duyumlardı. Aslında gezginler birbirini iyi bilir, uzaktan, hâttâ 400 yıl uzaktan tanırlar; bu yüzden Evliyâ Çelebi’nin uluslararası bir organizasyonla anılması çok da önemli değildir ama onu daha fazla insanın tanıması ve hayran olmasının da ona bir zararı yoktur.
Evliyâ Çelebi, bizim coğrafyamızda seyahatnâmesinden bile daha meşhur olan, dillere destan rüyasıyla tanınır. Belki de o, bir rüyası kendi adından daha meşhur olan gelmiş geçmiş tek kişidir! ‘Bir rüya gürdüm hayatım değişti’, dese yeridir! İster başka kültürleri meraktan yerinde duramayan bir gezgin, ister kuşaklar boyu aynı mahallede yaşamakla övünen bir yerleşik olsun, bu topraklarda büyüyen neredeyse hemen her çocuk Evliyâ Çelebi’nin o mâlum rüyasını duymuştur. Bir gece rüyasında Hz. Muhammed’i gördüğünü ve ‘şefaat ya Resul Allah!’ Yani ‘beni bağışla, bana arka çık ey Allah’ın elçisi!’ demek için ağzını açtığı ama şefaat yerine dili sürçerek ‘seyahat Ya Resul Allah!’ dediğini bizzat yazan Evliyâ Çelebi, bu dileği kabul olduğu için 50 yıl boyunca dur durak bilmeden seyahat edip, 10 ciltlik Seyahatnâme’sini yazdığını düşünmektedir. Bence dünyanın en güzel ve en ünlü rüyası olan bu rüya, rüyaların gizli arzularımız ve bastırılmış acılarımızın sihirli aynası olduğu tezinin de sağlaması değilse nedir?
Herhangi bir sanal Türkçe ansiklopediden bulabileceğiniz temel bilgilere göre; Evliyâ Çelebi’nin Muharrem ayının 10. Günü Hicri 1020 yılında yani: 25 Mart 1611’de İstanbul’da doğduğu kabul edilmiştir. Babası Derviş Mehmet Zilli iki padişahın kuyumcubaşı olup, pek çok sefere katılarak onlarla seyahat etmiştir. Annesi hakkında doğal olarak hiç bilgi yok! Zamanın koşullarına göre çok iyi eğitim alan Evliyâ Çelebi 1640 yılında 29 yaşındayken Bursa’dan başlayarak yola çıkmış ve 50 yıl boyunca sürdürdüğü gezilerini yazarak bize ve dolayısıyla dünya kültürüne 17. yüzyıl İstanbul ve Osmanlı sosyal tarihi hakkında çok önemli bir eser kazandırmıştır. Mezarının yeri ve ölüm tarihi kesin bilinmeyen Evliyâ Çelebi’nin Mısır’da belki İstanbul veya Viyana seferinde öldüğü söylenir.
YEDİĞİN İÇTİĞİN SENİN OLSUN, GEZİP GÖRDÜĞÜNÜ ANLAT!
Uzaklara seyahat edenlere Anadolu’da hâlâ; ‘oralarda yediğin içtiğin senin olsun, gezip gördüğünü anlat!’ derler. Oysa söz uçar, yazı kalır. İyi ki, Evliyâ Çelebi anlatmakla kalmamış ve yazmış. 17. yy’da Osmanlı İmparatorluğu’nun gez gez bitmeyecek sınırları içinde, zamanın meşakkatli seyahat koşullarında Tuna havzasından, Fırat havzasına, Kafkasya, Kırım, Mısır’a ve Girit’e gitmiş, tabii Anadolu ve Rumeli’yi de karış karış gezmiştir. Tarihçi Prof. İlber Ortaylı : “Evliyâ Çelebi çeşitli muharebeleri, CelâlÓ isyanlarını kalemiyle tespit etmiştir, her sınıf halkla haydutlar dahil olmak üzere sohbet edip seyahatnamesine almıştır” diye anlatıyor ve haklı olarak çoktan bir Evliyâ Çelebi Enstitüsü kurmamız, 2011’i de (ister UNESCO ilan etsin ister etmesin) bizim onun şanına yakışır biçimde yıl boyunca her şehirde farklı etkinliklerle anarak eserlerini yeni kuşaklara tanıtmamız gerektiğini söylüyor!

EVLİYA ÇELEBİ’NİN TORUNU
Geçen ay İspanyolcaya çevrilen İstanbullular romanı nedeniyle röportaj için İstanbul’a gelen bir İspanyol gazeteci bana “Sırt çantasıyla tek başına ve yalnızca gezmek amacıyla seyahat eden ilk gezgin Türk Kızı olduğunuzu öğrendik. Bu seyahatlerinizi yazarak hayatınızı da kazanıyormuşsunuz. Neden bu kadar geç kaldı Türk Kadınları?” diye sordular. Doğru 1979 yılında kendi olanaklarımla tek başıma trenlerle dünyayı gezmeye çıktığımda benden önce eş, iş, eğitim veya sağlık nedenleri dışında, kendi kısıtlı olanaklarıyla tek başına sırtçantasını alıp dünyayı gezmeye çıkan bir Türk kızı yoktu (Aslında bugüne kadar aradım, bulamadım) Bu seyahatlerimde tanıştığım bencileyin gezginler bana sık sık ve gururla kendi gezgin ataları Marco Polo, Christopher Colombus, Vasco da Gama’dan bahsettiklerinde ben de bizim Evliyâ Çelebi’den söz eder ama onu Batı’da pek kimsenin tanımadığını görerek üzülürdüm. Durum hâlâ böyledir. Oysa zamanla kültürlerin kendi değerlerine sahip çıkmadığı zaman bunu başkalarından beklemeye hakları olmadığını öğrendim. Zaten 10 ciltlik Seyahatnâme’yi de dünyaya tarihçi Avusturyalı Joseph von Hammer-Purgstall tanıtmıştır.
İşte şimdi 400. Doğum yıldönümünde Evliyâ Çelebi’ye sahip çıkmak için büyük bir şansımız var. Ben şahsen SIRTÇANTALILAR grubuyla birkaç Evliyâ Çelebi etkinliği hazırlayacağım. Yalnızca erkeklerin seyahat edebildiği yüzyıllarda yaşadığı için şimdi kendisine sahip çıkmak isteyen (belki ilk) gezgin kız torununu hakkında o ne düşünürdü bilemem ama gezginin hakikisi, yolların ve serüven aşkının cinsiyeti veya ırkı olmadığını iyi bilir, diye yüreğim hep ferah, rüyam çoğunlukla ‘seyahat’tir!

OKUDUKLARIM
Bilinmeyen-Joshua Ferris.
‘Son 10 yılın en iyi romanı’ diye sunulan bir roman elbette beklentiyi yükseltiyor. Ancak ilginç bir roman okumakla iyi roman okumak farklı şeyler. İlginçlik arayanlara önerilir.
GÖRDÜKLERİM
Aslı Gibidir (Certified Copy)
İranlı yönetmen Abbas Kirostami’nin kadın-erkek ilişkisine oyuncu bakışı. Ancak bencileyin ‘Juliet Binoche ne oynasa izlerim’cilerdenseniz görülür.

DİNLEDİKLERİM
SEN-Bülent Ortaçgil :
Sevenler ve özleyenler için yeni Bülent Ortaçgil şarkıları: hem efkârlandırır, hem efkâr dağıtır. Yalnız değilsin, der usul usul...
04.02.2011
daha önce şurda yayınlanmıştır.

Uzak Doğu’nun Küçük ve Sevimli İncisi: Tayvan / Elif Namlı

Fotoğraflar için tıklayın

Tayvan, Asya’daki belki de en küçük yaşam alanına sahip ülke. Coğrafyasında yaşanılabilir bölgeler de çok fazla değil. Ülkenin büyük bir kısmı dağlık alan olduğundan, şehirler ülkenin batı yakasına kurulmuş. Toplam nüfusu; 23,071,779. Başkent Taipei, adanın en kuzeyinde yer alıyor ve Tayvan’ın toplam nüfusunun yarıdan fazlasını barındırıyor. Taipei, ülkenin en hareketli ve modern şehri ancak konumu itibariyle son derece kötü hava şartları, içinde barındırdığı insan ve dolayısıyla ulaşım aracı sayısının bolluğundan dolayı da hava kirliliğinden muzdarip.
Tarihçesine göz atınca, ada halkının geçmişte bir çok karışıklıkla yüz yüze geldiğini görüyorsunuz. Ancak Tayvan halkı huzurlu, barışçı, pozitif ve çok çalışkan insanlar. Geçmişte Çin ve Japonya ile yaşadıkları tatsızlıkları unutmaya ve geleceğe bakmaya kararlılar. Geçmişe takılıp kalmanın kimseyi ileriye götürmediğinin farkındalar. Bu özelliklerinden dolayı sürekli ilerleyerek ve ufacık yüzölçümlerine rağmen Asya’nın en gelişmiş ülkelerinden biri haline gelmiş durumdalar.

Hava Durumu, Doğal Afetler
Adada yaşamaya veya dünyanın dört bir yanından gelen binlerce yabancının yaptığı gibi Çince öğrenmeye ve çalışmaya geldiyseniz büyük bir ihtimalle ilk seçiminiz herşeyi bir arada bulabileceğiniz başkent Taipei olacaktır. Bu da demek oluyor ki Taipei’nin sık sık şiddetli yağmurlara maruz kalan karanlık ortamına, yağmur yağmadığında son derece nemli olan havasına, kararmış, eski binalarına, sokaktaki binlerce “scooter” a alışmanız gerekecek. Bunlara alışabilirim diyorsanız geriye sadece yazın son derece sıcak ve nemli bir havada durduğunuz yerde eriyecek derecede terlemek, her yaz adayı ziyaret eden tayfunlardan kaçınmak ve sürekli tekrarlanan ufak çaptaki depremlere alışmak kalıyor. Ancak depremler genellikle Tayvan’ı çevreleyen dağlarında yaşayan adanın yerlilerini vururken, şehirleri çok fazla etkilemiyor. Ülke halkı, tayfunlar, seller ve depremler gibi doğal afetleri çoktan kanıksamış durumda. Bu tür oluşumlar son derece doğal ve günlük hayatın bir parçası. Bir yabancı olarak başta şaşırıp korksanız da zaman içinde siz de bu duruma alışıyor, her türlü doğal afete rağmen günlük yaşantınıza rahatça devam edebiliyorsunuz. Tayvan’ın güneyine doğru indikçe yağmurlar azalıyor ve hava daha da ısınıyor, ancak güneyde doğal afetlerin sayısı ve şiddeti daha fazla. Ancak yaşam Taipei’de olduğu kadar canlı ve dolayısıyla gürültülü değil. Hava ise çok daha temiz. Bundan dolayı, güney kesimlerinin nüfusunu çoğunlukla emekliler ve huzur içinde yaşamayı yüksek ücretlere çalışmaya tercih etmiş kişiler oluşturuyor.

Dil ve İletişim
Eğer Tayvan’da yaşamayı veya eğitim görmeyi seçmiş bir yabancı iseniz, işinizin hiç de kolay olmayacağını rahatlıkla söyleyebilirim. Nüfusu ve yaşam şartları açısından Çin’den çok daha rahat ve özgür olmasına rağmen, kültür farkı ve dil yapısı ile özellikle batılı yabancıları son derece zorlayan bir ülke. Özellikle daha önceden temel Çince eğitimi dahi görmemiş veya hiç Asya’da yaşama tecrübesi yaşamamışsanız tam anlamıyla sudan çıkmış balığa dönebiliyorsunuz. Bu bağlamda Taipei’de yaşamak ilk tercihiniz olmalı. Fiyatlar diğer şehirlere kıyasla daha yüksek ancak İngilizce konuşan sayısı fazla olduğundan en azından iletişim kurabiliyorsunuz. Güneyde yaşamayı tercih eden yabancı sayısı Taipei’de yaşamayı tercih edenlere oranla çok daha az, çünkü güneyde İngilizce konuşabilen Tayvanlıların sayısı çok daha az ve Çince bilmeniz mecburi. Hatta iyice güneye indikçe Mandarin Çincesi bilmek bile sizi kurtarmıyor. Çünkü bu kesimlerde Hakkanese denilen yerel Çince konuşuluyor ki, iki dil birbirinden tamamen farklı. Tayvan’da uzun süre kalmayı planlıyorsanız, bir kaç sene zorluk çektikten sonra dilleri öğrenmeye ve şartlara alışmaya başlıyorsunuz. Ancak Çince’yi iyi seveiyede öğrenebilmek için 5 yıl öğrenim görmeniz ve burada yaşamanız gerekiyor. Ben, 1 yıldır Tayvan’da yaşayan ve 9 aydır Çince eğitimi gören biri olarak bu dilin dünyanın en zor dili olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Tam bir konsantrasyon, sürekli pratik ve günün çoğunluğunu sadece ders çalışmaya ayırarak 3-5 sene arasında çok iyi derecede Çince öğrenmek mümkün ancak fevkalade zahmetli ve kullanmadığınızda çok çabuk unutuyorsunuz. Çince’nin en zor tarafı elbette başta yazı karakterleri, ki bizim batı dillerinde bulunmayan bu karakterleri yazmaya elinizin alışması dahi uzunca bir zaman alıyor. Daha da zor olan tarafı, kelimelerin telaffuzu. Çince’de 3 tane ton bulunuyor. Her kelimeyi farklı bir tonda telaffuz etmek gerekiyor. Bu tonlamaların hepsini öğrenmek ve kullanmayı doğru biçimde öğrenmek başta imkansız görünmekle beraber, gerçekten inanılmaz derecede zor. Bir kelimeyi farklı tonda söylediğinizde anlamı tamamen değişiyor veya karşınızdaki ne dediğinizi kesinlikle anlamıyor.

Çince öğrenmek için bir çok Üniversite arasından birini seçerek dil bölümüne kaydınızı yaptırıyorsunuz. Sınıf arkadaşlarınız Avrupa’dan veya Amerika’dan gelen sizin gibi “Batılı” yabancılardan ve büyük oranda da Kore, Japon, Vietnam gibi ülkelerden gelen “Asyalı” yabancılardan oluşuyor. Yazı karakterlerine aşinalığı olan ve Asya kültürüne mensup olduklarından bu ikinci gruptaki arkadaşlarınız Çince’yi çok daha hızlı ve etkili öğreniyor. 

Yaşam Şartları, Yeme - İçme, Eğlence
Tayvan’ın ekonomisi oldukça iyi ve kişi başına düşen gelir bir çok ülkeye kıyasla epeyce yüksek. Dolayısı ile Tayvanlılar’ın yaşam şartları genellikle iyi derecede. Çok pahalı markaları satın alabilen ve şatafatlı evlerde oturabilen işadamı, işkadını sayısı epeyce fazla. Ancak ülkenin geneli mütevazı bir yaşam sürmekte. Tayvan ekonomisi genel olarak bilgisayar, cep telefonu ve elektronik eşyalar için ufak ancak hayati parçaları üretmek üzerine kurulu. Zenginlikleri buradan geliyor. Ancak sıradan işlerde çalışan veya hayatını balıkçılık yaparan geçiren Tayvanlı sayısı da azımsanamayacak kadar çok. Ülkenin en takdire şayan tarafı, en zenginin de en mütevazi ailenin de, iyi bir lokantada dört başı mağmur bir akşam yemeği yeme lüksüne sahip olabilmesi. Deniz ürünleri ve ülkenin geleneksel yemeği olan “etli noodle çorbası” her öğünde yenilebilecek derecede hesaplı. Ancak lokantalarında çatal, bıçak kullanılmadığından, chopstick (uzak doğuluların yemek yedikleri çubuklar) kullanmaya bir an önce alışmanız gerekiyor. Yemeğe ve içmeye düşkün olan Tayvan halkının bu merakı, dünyanın dört bir yanından gelenlerin Taipei’de bir lokanta açmasıyla sonuçlanıyor. Dolayısıyla pahalı, ucuz tüm ülkelerin yemeklerini tatmak mümkün. Özellikle Japon ve Tayland restoranları büyük rağbet görüyor. Canınız serin bir içecek mi istedi? Her sokakta üç-beş tane içecek dükkanı bulunuyor son derece hızlı ve pratik bir şekilde listeden seçtiğiniz içeceği hazırlıyor. Genellikle yeşil çay ve Tayvan’da bolca yetişen oolong çayı ve çeşitli meyve suları en çok tercih edilen içecekler. Sadece çay satan dükkanları bile mevcut. Tayvanlıların en büyük eğlencesi yemek, içmek ve alışveriş yapmak. Herkes neredeyse bütün gün çalıştıktan sonra stres atmak için restoranları ve çoğunlukla da meşhur gece pazarlarını dolduruyor. Zira nüfusun geneli tek göz odada yaşıyor, bu yüzden hemen hemen herkes yemeğini dışarıda yiyor. Gece pazarlarında akla gelebilecek ve gelemeyecek her şeyi ucuza bulmak mümkün. Türlü türlü aksesuarlar, kıyafetler, ayakkabılar, değişik yiyecek ve içecekler ufak tezgahlarda alıcılarını bekliyor. Çoğunlukla eğlence anlayışı, gecenin geç vakitlerine kadar gece pazarlarını gezmek, alışveriş yapmak, sürekli olarak bir şeyler atıştırmak ve ertesi günün yoğun iş temposuna hazırlanmak üzere eve gidip uyumaktan ibaret. Tayvan’da kiralar oldukça pahalı, ev almak ise sadece zengin Tayvanlıların ve bazı zengin yabancıların harcı. Ancak yemek, içmek ve günlük ihtiyaçlar ucuza getirilebiliyor. Bundan dolayıdır ki çok zor bir dil olmasına rağmen Çince öğrenmek için Tayvan’ı tercih eden yabancı sayısı gün geçtikçe artıyor. Özellikle de Amerika, Kanada gibi ülkelerden gelenlerin bir yandan İngilizce ders verip diğer yandan da Çince öğrenmesi çok yaygın rastlanan bir durum. Hatta İngilizce ders vererek o kadar iyi para kazanıyorlar ki pek çoğu bir süre sonra Çince derslerini bırakıp tamamen para biriktirmeye odaklanıyorlar.

Tayvan Halkının Alışkanlıkları, İnançları ve Tapınakları 

Tayvan halkının ortak tutkusu sadece yemek içmekten ibaret değil elbette. Genç nüfusun vazgeçemediği en büyük takıntı tahmin edileceği gibi teknoloji. Yeni çıkan cep telefonlarını, laptopları ve envai çeşit elektronik cihazı hemen ertesi günü her meslek grubundan kişinin elinde görmek mümkün. Okuldan ve işten arta kalan zamanlarında, sözgelimi metroda, tuvalette, hatta bazen sinemada bile devamlı olarak cep telefonlarıyla oynadıklarını görüyorsunuz. Bu yüzden oyun endüstrisi Tayvan’da çok gelişmiş durumda. Sürekli yeni oyunlar ve oyun konsolları geliyor ve hepsi de peynir-ekmek gibi satılıyor. Gençler cep telefonları ve oyun konsollarıyla oynaya dursun, geleneksel bağlarından kopmamış, sağlıklı yaşama bağımlısı yaşını başını almış Tayvanlılar ise Chi Gong egzersizlerini aksatmamak için her sabah erkenden parkları dolduruyor. Erken kalkabiliyorsanız büyük parklara koşup, yüzlerce kişinin toplanarak Chi Gong egzersizlerini uygulayışlarını izlemek veya aralarına katılarak hareketlerine adapte olmaya çalışmak da keyifli ve ilginç bir deneyim. Tayvan’ın ayrı bir özelliği de topraklarında bir çok dini birden barındırması. Özellikle Tayvanlıların çoğunluğunun her daim ziyaret ettiği Konfiçyüs Tapınakları görülmeye değer. Tütsülerin keskin kokusunu aldığınızda bir tapınağın yakınlarında olduğunuzu anlayabiliyorsunuz. Tapınaklarını gerçekten özenle inşa etmişler ve çok büyük saygı gösteriyorlar. Rengarenk desenler, şatafatlı heykeller ve oymalarla süslü tapınakları mümkün olduğunca çok kişi sabah akşam ziyaret ediyor, adaklar adıyor, tütsüler eşliğinde dualar ediyor. Duaları genellikle işlerinin iyi gitmesi ve bol para kazanma üzerine yoğunlaşıyor. Sağlık ve mutluluk üzerine edilen dualar ise önem sıralamasında ikinci olarak yerini alıyor. Nüfusun bir kısmı ise Tayvan’da bol miktarda bulunan misyonerler aracılığı ile bu dinle tanışmış ve benimsemiş olan Hristiyanlardan oluşuyor. Geriye kalan ufak bir bölüm ise Budizm inancını benimsemiş durumda.      

Gezilecek, Görülecek Başlıca Yerler ve Ulaşım
Tayvan dışarıdan ufak bir ada gibi görünse de, gezilecek yerler oldukça fazla. Yeşil çay yetiştirilen dağlar, kaplıcaların bulunduğu bölgeler, doğal taşların bulunduğu araziler genellikle yerli ve yabancı turistlerin en çok ziyaret ettiği yerler. Bunun dışında şehir içi aktivitelerden hoşlananlar için yabancıların okuyup barındığı Shida bölgesi ideal bir eğlence alanı. Yabancı sayısı çok fazla olduğundan pek çok dükkan ve restoran bu merkezde toplanmış durumda. Özellikle geceleri, nüfusun ve turistlerin çoğunluğu Shida Gece Pazarı’nı gezmeye çıkıyor. Oldukça popüler bir diğer gezi alanı ise, daha çok para harcayıp daha lüks bir eğlence imkanı arayanlar için ideal olan 101 Binası alanı.
509 m. yüksekliği ile dünyanın en yüksek binası olan Taipei 101, Tayvan’ın başlıca gurur kaynağı. Binayı ziyaret ederek Taipei manzarasını çok yüksekten izleyip, hediyelik eşya satın alabiliyorsunuz. Binanın etrafı ise lüks mağazalar, geniş alışveriş merkezleri ve konsolosluk binaları ile çevrili. Bu bölgedeki gece kulüpleri de diğer bölgelere oranla daha kaliteli ve daha çok zengin turistler tarafından rağbet görüyor. Alışveriş ve yemek dışında, kaplıcaların bulunduğu bölgeler gerek Tayvanlılar gerekse turistler arasında çok popüler. Sıkça yenilenen müzeler ve sergiler ise binlerce meraklı sanatseverin istilasına uğruyor. Giriş ücretleri, herkesin gezip görebilmesi için bir hayli ucuz. Öğrenci iseniz 3 milyon gibi fiyatlarla müze ve sergileri gezebiliyorsunuz.
Ülkenin güneyine indikçe, yamaç paraşütü için elverişli bölgeleri ve plajları ziyaret edebiliyorsunuz. Özellikle yaz aylarında Tayvan’ın güney kesimleri ziyaretçiden geçilmiyor.
Tayvan’da ulaşım çok rahat. Adanın küçük oluşunun getirdiği avantajı, teknolojinin tüm olanaklarıyla birleştirerek çok faydalı sonuçlar elde etmişler. Taipei’nin hemen hemen her yerine ulaşan bir raylı metro sistemi kullanıyorlar. Bu metro sistemini yer altından değil, şehre tepeden bakacak şekilde yukaıdan geçirmeyi tercih etmişler. Bu metro sisteminin adı: MRT. Her yerden edinebileceğiniz bir toplu taşıma kartına kontör doldurarak hem MRT’de hem de otobüslerde kullanabiliyorsunuz. Bazı müzeler ve açık hava müzelerine de aynı kartla geçiş sağlayabiliyor böylece nakit taşıma derdinden kurtulmuş oluyorsunuz. Araç fazlalığından hem park yeri hem de trafik çok büyük problem halini almış durumda. Bu yüzden hatırlanamayacak kadar uzun zamandır çok fazla kişi şehir içi ulaşımda scooter kullanıyor. Bu da müthiş bir hava kirliliğine ve ikide bir tekrarlanan kazalara yol açıyor. Taksiler oldukça pahalı olduğundan tercih edilen ulaşım araçlarından biri değil. Hele yabancı iseniz, taksi şöförlerinin İngilizce bilmemesinden dolayı çok sıkıntı yaşıyorsunuz. Dolayısıyla ulaşım için MRT’yi tercih etmek en akıılıca çözüm. Her hızlı, hem de kolay alışılıyor. Şehirlerarası ulaşım için normal tren, otobüs veya hızlı tren (HSR) kullanılıyor. HSR ile sözgelimi otobüsle 5 saatte gideceğiniz bir yolu 1 saate indirebiliyorsunuz. Ancak ortalama 60 TL.’ye yani neredeyse uçağa binmekle aynı fiyata geliyor. Otobüs ile ise ortalama 10-15 TL.’ye, son derece konforlu şekilde yolculuk ediyorsunuz. Hızlı değil ancak ucuz ve rahat.    

Evliyâ Çelebi'nin Seyahatnâmesinde Üslup ve Anlatım / Cemil Taşkıran

Evliya Çelebi seyahatnamesi tarihimizin ve edebiyatimizin önemli bir kültür mirasıdır.kuşkusuzdur ki Evliya Çelebi eserindeki bilgiler geçmişimize ışık tutar ve önemli bilgileri ihtiva etmektedir. Evliya Çelebinin gezilerinin oldukca geniş bir alanı kaplaması iki bakımdan önemlidir. Birincisi Osmanlı İmparatorluğu'nun komsu ülkelerle olan ilişkilerini yansitmasi, ikincisi ise kültürel ve etnografik unsurlara deginmesidir. Bu geziler yanlızca gözlemlere dayalı aktarmaları içermez araştırmacılar icin önemli inceleme ve yorum kaynağı da saglar.
Evliya Çelebinin eseri üslup bakımından ele alındığında o dönemki Osmanlı toplumunda özellikle Divan Edebiyatında yaygın olan nâzıma bağlı kalmadığı görülür. Eserinde daha çok günlük konuşma diline yakın,kolay söylenip yayılan bir dil benimsemiştir. Dil, akıcı ve sürükleyici olup yer yer eğlenceli bilgileri de barındırır.
Evliya Çelebi gezdigi yerlerde gördüklerini duyduklarını yalnız aktarmada kalmayıp onlara öznel yorumlarını ve düşüncelerini de katarak gezi türüne yeni bir içerik kazandırmıştır. Anlatım belli bir zaman süresiyle sınırlanmaz, geçmişle gelecek,şimdiki zamanla geçmiş zaman iç içedir ve belli bir süre icinde özdeş zamanda geçen iki olayı yerine görmüş gibi anlatır, böylece zaman kavramını ortadan kaldırır. Seyahatnamede yazarın gezdigi gördügü yerlerle ilgili izlenimler sergilenirken, başlı başına birer araştırma konusu olabilecek bilgiler belgeler ortaya konur. Bunlar arasında öyküler, türküler, halk şiirleri, söylenceler, masal, mani, halk oyunları, giyim kuşam,inançlar, karşılıklı insan ilişkileri, toplumsal davranışlar, sanat ve zanaat önemli bir yer tutar.
Evliya Çelebinin seyehatnamesi bir kültürel derleme niteligindedir. Eserinde dönemin fiziki yapıları olan cami, mescit, çeşme, kervansaray, konak, hamam, kilise, kale, sur, yol gibi değişik yapılardan da söz eder. Bunların yapılış yıllarını, onaran ve yapan kisileri aktardıktan sonra yapının ikliminden bahseder. Böylece konuya bir canlılık getirerek çevre ile bütünlük kazandırır.