Emre Aydın - Kağıt Evler 2010

Emre Aydın - Kağıt Evler 2010


1 - Bu Yağmurlar
2- Alıştım Susumaya
3- Hoşçakal
4- Tam Dört Yıl Olmuş Dün
5- Duymak İstiyorum
6- Ayrı Ayrı
7- Kimse Olmadı Senin Gibi
8- Geniş Zamanlar Yok
9- Son Defa
10- Kağıt Evler

Albümü dinlemek için tıklayın:
http://kavun.mynet.com/#Emre-Aydin-Bu-Yagmurlar|album/594928;7782

Albümün ilk video klibi "Bu Yağmurlar"ı izlemek için tıklayın:
http://apopulervideo.blogspot.com/2010/04/emre-aydn-bu-yagmurlar.html

Emre Aydın | 2003 - 2010

Biyografi
 
İköğrenimini Isparta Mustafa Şener İlköğretim Okulunda gördü.Liseyi Antalya Anadolu Lisesi'nde bitirdi. Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi İktisat bölümünde eğitim gördü. 2002 yılında SingYourSong beste yarışmasında 6.Cadde isimli grubuyla Türkiye birincisi oldu. 5 Nisan 2003 tarihinde solistliğini ve şarkı yazarlığını üstlendiği grubu 6.Cadde`yle ilk ve tek albümlerini yayınladı.
Aynı yıl gruptan ayrıldı.
BMG/GRGDN tarafından yayınlandı. İlk klip albüme de adını veren "Afili Yalnızlık" şarkısına Yon Thomas tarafından çekildi. Klipte Emre Aydın yerine ünlü oyuncu Aynı dönem internet üzerinden yayınladığı "Belki Bir Gün Özlersin" isimli şarkısıyla özellikle genç kesim tarafından tanındı. Solo kariyerinin ilk çalışması olan "Afili Yalnızlık" albümü 10 Ekim 2006'da Sony MusicŞebnem Dönmez rol aldı. Ardından; "Kim dokunduysa sana ona git", "Git", "Belki bir gün özlersin" , "Bu Kez Anladım" ve son olarak "Dayan Yalnızlığım" şarkılarına klip geldi.
Sanatçı en iyi çıkış, en iyi albüm, en iyi yorumcu gibi birçok dalda ödül kazandı. Gripin'in albümünde yer alan ve Emre Aydın'ın da eşlik ettiği "Sensiz İstanbul'a Düşmanım" parçası 11. İstanbul FM Altın Ödülleri töreninde En iyi şarkı, beste ve söz ödülünü almıştı.Ayrıca Emre Aydın MTV Avrupa Müzik Ödülleri 2008 'da Dima Bilan, Leona Lewis gibi sanatçıları alt sıralarda bırakarak 1. oldu.Emre; ikinci konsept albümünün temasını efkar olarak isimlendirdi.

Diskografi

01- 6. Cadde | 2003


1.Sabuha
2.Yine de sen
3.Git
4.Çığlık Çığlığa
5.Koyver Gitsin
6.Dönersen
7.Kör Talih
8.Rüyamdaki Aptal Kadın
9.Geçen Cuma
10.Çalma açmam kapıyı
11.Sen ve ben
12.Sabuha 2
13.Dönersen (Akustik)

02- Afilli Yalnızlık | 2006

 

1.Afili Yalnızlık
2.Git
3.Hareket Vakti
4.Ve Gülümse Şimdi (Bebeğim)
5.Bu Kez Anladım
6.Kim Dokunduysa Sana Ona Git
7.Belki Bir Gün Özlersin
8.Kalan Sağlar Senin Olsun
9.Unut Gittiğin Bir Yerde
10.Dayan Yalnızlığım

 03- Kağıt Evler | 2010
 

1 - Bu Yağmurlar
2- Alıştım Susumaya
3- Hoşçakal
4- Tam Dört Yıl Olmuş Dün
5- Duymak İstiyorum
6- Ayrı Ayrı
7- Kimse Olmadı Senin Gibi
8- Geniş Zamanlar Yok
9- Son Defa
10- Kağıt Evler

Yeniler ve Yenilikler / Editör

Merhaba;
Bundan birkaç ay önce dergiyi kurduğumuzda ne yapacağımızı, nasıl bir yol izleyeceğimizi bilmiyorduk. Hal böyle olunca sorunlar hep yanıbaşımızda oldu. Ancak ilerledikçe bazı şeyler öğrendik, bildiklerimizi yeni bilgilerle pekiştirdik, deneyimler kazandık... Bugün geldiğimiz noktada artık akacağımız yatağı görüyoruz ve o yatağa doğru ilerliyoruz. Gördük ve ileriliyoruz dedim; çünkü tecrübesizliğimiz ve iyi niyetimizden dolayı görme ve ilerlemenoktasındayız.Size derginin ilk aylarını anlatmak istiyorum böylece daha iyi anlaşılacağımı düşünüyorum.
"Kesinlikle siyasi bir dergi olmayacak." diye karar vermiştik. Ancak günümüz şartlarında bu kararı uygulamak direnme istiyor. Hayır, dışarıya değil kendinize direnmekten söz ediyorum. İnsan olmanın getirdiği özellikle bir dünya görüşüne sahip oluyorsunuz. Bu görüşün içine ister istemez siyasi düşünce de giriyor. Duyarlıysanız ve yazmak gibi bir derfiniz de varsa bunları dışlayamıyorsunuz. Kaleme direniyorsunuz; ama o sizi dinleyip ille de yazacağım diyor. Buna bir de sosyal bilimci ünvanınız da eklenince nu direnmenin bir kalkanı doğal olarak düşüyor. Bu yüzden dergiyi kurarken aldığımız “siyasi yazı yok.” Kararını bir şekilde deldik. Ama hem yazar hem okuyucularımızdan aldığımız “ne oluyor, dergi nereye gidiyor, hani siyasi olmayacaktı?” gibi eleştirilerden dolayı çoğumuzu rahatsız eden bu gidişata müdahale ettik. Yukarda da ifade ettiğim gibi dergide yayınlanan siyasi yazıların bir suçlusu buna sessiz kalmak istemeyen kalemlerimiz değil; gerek ülkemizdeki gerek dünyadaki kötü gidiş karşısında olayları daha da kötüleştirenlerdir. Kalemlerimizin gayesi bu dünyayı daha yaşanılabilir kılmaktır. Bizler bundan sonra da kalemlerimize direnmeyeceğiz; ama malum konudaki yazıların dergide yayınlanmasına azami ölçüde dikkat edeceğiz. Bu tür yazılar, yazarlarımızın kişisel bloglarında yayınlanacak okuyucularımız isterlerse ilgili blogdan takip edebilecek.
            Söylemeden geçemeyeceğim; alınan bu kararı henüz dergide yayınlanmadan başka taraflara çekmek isteyenler oldu bundan sonra da olacağını biliyoruz. Ancak şu unutulmamalıdır: “apopüler dergi; vatanına, milletine, devletine bağlı ve gerektiğinde bu kutsal varlıkları korumak için harekete geçecek bir duyarlılıktadır. Bunun aksini iddia etmek, dergiyi ve yazarlarını bu kutsal varlıkların karşısında göstermek çirkin bir iftiradan öteye geçemeyecektir.”
            Uzun ve sıkıntılı bir paragraftan sonra kendimizle ilgili güzel haberler vermek istiyorum. Bu ay aramıza 2 yeni yazar katıldı. Esra Savga ve Elif Soykan.
            Hukuk öğrencisi olan Esra arkadaşımız 5. sayıdan beri fiilen aramızdaydı; ancak sürekli yazma teklifimizi kabul etti ve artık resmen aramızda. Yeri gelmişken Esra Savga’ya teklifimizi ileten, gecenin bu saatinde onu anlatacak bir kelime bulamadığım, bana katlanabilme yeteneğine sahip ender kişilerden Leyla’ya huzurunuzda tekrar teşekkür ediyorum.
            İkinci arkadaşımız ise hoş bir tesadüfle tanıştığım, kısacık bir zaman içinde yüreğinden taşan sevgiyi hissettiren, insanın konuştukça konuşası gelen, konuştukça kâh mutlu eden kâh hüzünlendiren Elif Soykan. Kendisi gazetecilik okuyor. Tiyatro oyuncusu olması da bizim için ayrı bir mutluluk kaynağı. Bu mutluluğumuzun nedenini bir sonraki paragrafta söyleyeceğim. Esra Savga ve Elif Soykan’a buradan tekrar hoş geldiniz diyorum.
            Diğer bir konu ise değişiklikler ve bu ay açtığımız yeni bölüm. Daha önce de düşündüğümüz; ancak Elif arkadaşımızın da aramıza katılmasıyla ivme kazanan “Tiyatro” bölümünü açmanın mutluluğu var. Bu bölümde; oyun eleştirileri, röportajlara, tiyatronun duayenleri, ve tiyatro dünyasından haberlere yer vermeye çalışacağız.
            fark ettiğiniz gibi derginin ara yüzünü değiştirdik. Yeni ara yüzün eskisine nazaran daha kullanışlı olduğuna inanıyoruz. Yazarlara, yazı arşivimize, duyurulara ve yeniliklere daha kolay ulaşacak ve beğendiğiniz yazı, fotoğraf, ve video gibi içerikleri sosyal ağlar aracılığıyla paylaşabileceksiniz.
            Özetle; zaten siyasi bir kimliğe sahip olmayan dergi bu konuları mümkün olduğunca dışlamaya karar verdi, yeni ara yüzümüz sayesinde dergiyi daha rahat takip edebileceksiniz. Aramıza 2 yazarın daha katılmasıyla yazar sayımız 9, ulaştığımız üniversite sayısı (Fırat, İnönü, Alparslan, Erzincan ve Marmara üniversiteleri) 5’e çıktı. Bu sayıların artması için eskisinden daha çok çabalıyoruz.
            Kısalttıkça kısalttım; ama yine uzun bir yazı oldu galiba. Söyleyecek çok şey olunca böyle oluyormuş. Biriktirmemek lazımmış…
Sevgiyle kalın.
Murat Mutlu

Bir Seri Katil Nasıl Yetiştirililir? / Elif Soykan

Seri katil kime denir? Birbiri ardına, aynı yöntemi kullanarak, en az üç kişiyi öldürmüş kişi, seri katil olarak adlandırılıyor. Aynı zamanda yakalanana kadar öldürmeyi sürdürmesi de kişinin seri katil olarak adlandırılması için gerekli. -Seri katillerin ortak geçmişleri- Peki insan neden öldürür, öldürmek ona nasıl bir haz verir?Seri katil olmasında geçmişinin etkisi var mıdır? Öldürürken neler hisseder ve kurbanına ne hissettirmek ister? Bu sorulara cevap aramadan önce; iki Amerikalı yazar Harold Schecter ve Daved Everitt in ortak çalışması olan Seri Katiller Ansiklopedisi'nin seri katillerin ortak özellikleri konusunda vardığı çıkarımlara göz atmakta fayda olduğunu düşünüyorum.
 Seri katillerin tamamı olmasa da genelinin beyaz ve zeki erkeklerden oluştuğuna değinen kitap,seri katillerin geçmiş ortaklığına,aile yaşantılarına ve anne-baba profillerine de dikkat çekiyor.Kitaba göre;seri katiller,dengesiz ailelerden geliyor.Tipik olarak babaları onları küçükken terketmiş ve otoriter anne tarafından büyütülmüşler.Ailelerinin geçmişinde suçlular,psikolojik sorunları olanlar ve alkol-madde bağımlıları var.Babalarından ve annelerinden nefret ediyorlar.Çocukluklarında fiziksel,psikolojik ve cinsel tacize maruz kalmışlar.Birçoğu çocukluğunu bazı devlet kurumlarında geçirmis ve erken yaşlarda psikiyatrik sorunlar göstermeye başlamışlar. Genel olarak bakıldığında seri katillerin pekte iyi bir çocukluk geçirmediği,aile sıcaklığı ve anne-baba sevgisinden yoksun büyüdüğü açığa çıkmış oluyor.Zaten tarihte en kanlı ve çoktan toprakla bütünleşmiş olmalarına rağmen anıldıklarında hala korku salan katillerin geçmişlerine bakıldığında Schecter ve Everitt ikilisinın haksız olmadığı anlaşılıyor. Dokuz kadının ölümüne neden olan Charles Manson un çocukluğunda amcası tarafından okula etekle yollanması ve sürekli olarak -Bir gün sen de erkek olmayı ve kavga etmeyi ögreneceksin!-diyerek alay etmesi,kendisine kurban olarak genelde çocukları seçen Albert Fish in beş yaşındayken yetimhaneye verilmesi ve orada geçirdiği iki yıl,Gainesville Canavarı olarak bilinen Danny Rolling in kavganın eksik olmadığı bir evde büyümesi ve en dehşet verici katillerden,Painfied Hortlağı olarak bilinen Eddie Gein in,mutaassıp ve hükmedici bir anne tarafından büyütülmesi akla gelen ilk örnekler.

Geçmişin İntikamı
Albert De Salvo
Peki,geçmişleri onları öldürmeye nasıl sürüklüyor,öldürmek onları ne konuda tatmin ediyor?Genelde çocukluk ve ilk gençlik yıllarında ezilmiş,hor görülmüş olan,ağır baskı ve otoriteyle korkutulup içine kapanmalarına neden olunan bu insanlas öldürerek kendilerini yine kendilerine ispatlamaya çalışıyorlar.Kurbanlarını üzerlerinde rahatlıkla şiddet uygulabilecekleri,istediklerini yaptırıp cinsel,fiziksel,psikolojik anlamda hükmedebilecekleri kişilerden seçmeleri de bu sebepten kaynaklanıyor.Geçmiste ezilen,değer ve sevgi görmeyen seri katiller geçmişin intikamını hıç tanımadikları,kendilerinden güçsüz ve savunmasız kişilerden alıyorlar.Onları en çok tmin unsur ise;bir insanın ölmesi veya yaşaması kararının kendilerinin elinde olması.Bu da -Tanrı Sendromu-olarak adlandırılıyor ve seri katillere büyük bir haz veriyor.Kurbanının canının acıdığını hissetmesi,kurbanın yaşadııı dehşet ve korku,hatta kurbanlarının acınacak durumdaki bir bakışı bile onları tarifi imkansız bir şekilde tatmin edebiliyor.

Sonuç Yerine
Seri katıl tanımından yola çıkarak,seri katillerin ortak özelliklerine,geçmişlerine ve geçmişlerinin seri katilliklerine etkisine değindik.Her ne kadar bilimsel bir deneme iddasında olmasam da bir kaç psikyatr görüşünden de yararlandım.Yazıyı okuyan herkesin bir seri katil yetiştirmek konusunda az çok fikir sahibi olduğuna inanıyorum.Ve şu sonuca varmak gerektiğini düşünüyorum.Sevgisiz,soğuk,şiddet ve kavganın bulunduğu bir ortamda yetişen bir çocuk belki bir seri katil olmayacaktır ama seri katillerin düşünce ve ruh dünyasından mutlaka izler taşıyacaktır.
Elif Soykan

Halepçe Katliamı / Gökhan Cemal Aslan

1979 yılında İran'da Humeyni önderliğindeki hareket Amerikan yanlısı Şah rejimini sona erdirmişti. Bir yıl sonra Eylül 1980'de Irak, İran'a savaş açtı.
İran'da yeni kurulan rejimi çıkarları açısından tehlikeli bulan ABD, Saddam yönetimini İran'a karşı savaşında destekledi. Bu destek, yalnızca politik destekle sınırlı değildi. Her tür silah desteği de sağlandı Irak'a.
İran-Irak savaşının 8. yılında Irak ordusu ile Kürt silahlı grupları çatışmaya girmişlerdi.
16 Mart 1988 günü Halepçe'de bir katliam yaşandı. Katliam klasik silahlarla gerçekleştirilmedi. Kimyasal ve biyolojik silahlar kullanılmıştı. Büyük çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu Halepçe halkı katledilmişti. Tarihe, "Halepçe katliamı", "Halepçe'de Kürt Katliamı" olarak geçen olay gerçekleşmişti.
Amerikalı gözlemci Phyllis Bennis, 1995 yılında şöyle diyecekti: American Type Culture firması, ABD Ticaret Bakanlığı'nın onayı ile Irak'a şarbon, e-coli, botulizm ve diğer korkunç biyolojik hastalıklara yol açacak çeşitli biyolojik silah malzemeleri temin etniştir. (Karl Vick, "Men gets hands on Bubonic Plague Germ, But that's no crime". Washington Post, 30.12.1995, kaynak: Namık Alper Esen, "Irak ve Körfez Krizine Genel Bir Bakış", Müsiad yayınları).
Irak'ın Aralık 2002'de BM'ye sunduğu silah bildiriminde yazılanlar, 1991 Körfez savaşına kadar hangi ülkelerin Irak'a hangi silah ve malzemeleri sattığını ortaya koydu. BM Güvenlik Konseyi'ne sunulan raporda, Irak'ın silahlandırılmasında 1991 yılına değin en çok ABD ve Alman şirketlerinin adı geçmekteydi. 80'den fazla Alman ve 75 Amerikan şirketi Irak'a çeşitli silahları satmıştı.
Saddam'ın nükleer silah programı, Halepçe katliamı'ndan sonra da desteklenecekti. Saddam Hüseyin kimyasal silahları Halepçe'den önce İran savaşında kullanmıştı.
Irak, biyolojik silah programı için antraks maddesini bir Amerikan laboratuarından sağlamıştı. Nükleer silah programının önemli parçalarını Amerikan enerji Bakanlığına bağlı Los Alamos ve Lawrence Livermore nükleer silah üretim atölyelerinden almıştı. Bu teslimatlar, "Pentagon ya da Amerikan Ticaret, Enerji ve Tarım Bakanlıklarının resmi izniyle yapılıyordu." (Dw-World'de, Andreas Zumach, 10.1.2003).
Saddam yönetimini 1991 yılına kadar silahlandıranlar arasında İngiltere, Fransa, Çin ve Sovyetler Birliği de bulunmaktaydı.
Savaşa ve insan yaşamına Saddam'dan hiç de farklı bakmayan ABD'li politikacılar da vardı. İnsan yaşamına bakışları farklı olmayanların, çıkar temelinde birbirlerini bir dönem desteklemiş olmalarında şaşılacak bir yön bulunmamaktadır.
1996 yılında, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright CBS televizyonunda katıldığı bir programda, "sizce yaptırımlar yüzünden ölen 500,000'den fazla çocuk ölmeye değer bir bedel midir?" şeklindeki soruya şu yanıtı vermiştir: "Bizce bu bedele değer".
1991 yılında ABD Genel Kurmay Başkanı, bugün de ABD Dışişleri Bakanı olan Colin Powell, kendisine sorulan "Körfez savaşında kaç sivil Iraklı öldü?" sorusuna, "doğrusu bu, benim hiç umurumda olmayan bir rakam!" yanıtını vermiştir.
İnsanı ve insan yaşamını hiçe sayanların biyolojik, kimyasal silahlarla desteklediği Saddam, bir dönem kendisini destekleyenlerle aynı zihniyete sahipti. Satın aldığı silahları kullandı. 16 Mart 1988'de Halepçe'de Kürtleri katletti. Biyolojik ve kimyasal silahları kullandı. Dünya halkları, sokaklarda zehirle öldürülmüş yaşlıların, gençlerin ve bebeklerin fotoğraflarıyla irkildi.
Dünya demokratik kamuoyu, kendi yurttaşlarına karşı biyolojik ve kimyasal silah kullanmaktan çekinmeyen Irak yönetimini nefretle kınıyordu. İnsanlığın vicdanı isyan ediyordu. Saddam'a bu silahları verenler susuyorlardı. Susuyorlar ve Saddam'ı silahlandırmaya devam ediyorlardı. Ta ki, Irak Kuveyt'i işgal edene kadar.


Halepçe'de bir katliam yaşandı, 16 Mart 1988'de...
Saddam ve yönetimi yargı huzuruna çıkarılamadı... Hesap sorulamadı...
5000'den fazla Kürdün, Asurinin ve Halepçe'de yaşayan diğer insanların öldürülmesinin hesabı sorulmadı...
Biyolojik ve kimyasal silahların üretimi, bulundurulması ve kullanılmasıyla ilgili sözleşmelere uyulmadı. Ayrıca sözleşmelerin eksiklikleri giderilmedi.
Başta ABD olmak üzere hemen hemen tüm devletler, İnsancıl Hukuk İlkelerini ihlal ettiler. Bir dönem müttefikleri olan Saddam yönetimi gibi, sivillere yönelik eylemleri gerçekleştirdiler. İnsancıl hukuku kendi amaçları için araç olarak kullandılar. 1974 tarihli BM Olağanüstü ve Silahlı Çatışma Hallerinde Kadınların ve Çocukların Korunmasına dair bildirinin 2. maddesinde "Askeri operasyonlar sırasında kimyasal ve biyolojik silahlar kullanılması 1925 tarihli Cenevre Protokolü'nün, 1949 tarihli Cenevre Sözleşmesinin ve uluslar arası insancıl hukuk ilkelerinin çok açık bir ihlalini oluşturur ve savunmasız kadınlar ve çocuklar dahil bütün sivil nüfusun ağır kayıplara uğramasına yol açar, ve bu tür eylemler en ağır şekilde cezalandırılır" demiş olmasına karşın, ne Saddam yönetimi cezalandırıldı ne de güçlü devletlerin yöneticileri.

Halepçeler Unutulmasın!
Yeni Halepçelere Hayır!
Biyolojik, kimyasal ve nükleer silahların üretimi, bulundurulması ve kullanılması yasaklansın!
Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü ABD ve Irak tarafından onaylansın.

O Bizim Hayatımız / Veysel Tunç

O bizim hayatımız! Tüketimde temel ihtiyaçların başında gelmesiyle beraber tüm canlıların yapısında ortak bulunan bir madde. Evet! Bu ay ki yazımda sudan bahsetmek istiyorum. Su, Tek Hece! Kulağa basit geliyor olabilir. Ama ihmali bir felaketler habercisi. Faydaları saymakla bitmeyen  mucizevi madde; iki hidrojen atomu ve bir oksijen atomundan oluşmuştur diyerek su hakkında ancak hiçbir şey bilmediğimizi ıspatlamış oluruz. Peki nedir bu su? Neden bu kadar önemli? Yazının başında da yazdığım gibi su, canlıların temel bileşenlerinden biridir. İnsan vücudunun %65'idir. Bu oran önemli çünkü susuz insan kurumuş bir yaprak misali. Tarihte de su için kanlar dökülmüş ve savaşlar çıkmıştır. Ama kıymeti bilindiğinden değil yine çıkarlar doğrultusunda. Günümüz dünyasında  ise petrol ve diğer maddi kaynaklar için savaşılmıştır. Bu olaylar içinde  unutulan su, insanların israf kurbanı olmuş ve zamanla azalmıştır. Dere ve barajların kuruması buna en iyi örnektir. İnsanoğlu bir şeyi kaybettiği zaman değerini anlar ki genelde geç kalınmış olur. Bundan asırlar önce su için çıkarları için savaşan insanlar bundan 10-15 yıl sonra susuz kalacakları için savaşacaklardır. Hayatımız elimizdeyken tutup bırakmamak ümidiyle...
 
Veysel Tunç