Feqiye Teyran

Bir biyografi vermek gerekirse, Miks (bugun ki Van'a bağlı Bahçesaray) şehrinde dünyaya gelen Kürt şair. Asıl ismi Mihemed, ya da Mir Mihemed'tir. şiirlerinde ise ''Mîr Mihê'' mahlasını kullanmıştır. Bu şairle ilgili biline noktlardan biri, ailesinin Kürt mirlerininde biri olduğudur. Doğum ve ölüm tarihi ile ilgili net bilgiler olmasa da elimizde EhmedêXxanî ve Elî Herîrî'den önce yaşamıştır. Ehmedê Xanî'nin şiirlerinde kendisiyle ilgili bölümler bu görüşümüzü daha da netleştirmektedir. Her ne kadar dili klasik divan şiirinin kalıpları içinde değerlendirilese de onu diğer Kürt divan şairlerinden ayıran önemli noktalardan biri, Kürtçeyi oldukça sade ve anlaşılır kullanmasıdır.
Kelime manası olarak kuşların hocası, üstadı manasına gelen bu kelime, evvel zaman Kürt şairlerinden, dengbejlerinden birininn mahlasıdır aynı zamanda... Yaşar Kemal'in Karıncanın Su İçtiği isimli romanın sekizinci bölümünde masalsı bir şekilde anllattıgı öyküden aktarabilecegim kadarıyla; "Feqiye Teyran aslında bir Kürt emirinin oğludur. Nufuz sahibi olmayı, emirlik yapmayı bir kenara iterek hayatını efsanevi bir kuşu görmeye adamıştır.. Yıllarca Mezopotamya'da ayak basmadık yer bırakmaz.. Ziyaret etmediği köy, kuşu bulmak için sorulmadık denbej bırakmaz yörede.. Herkes bu anka kuşu hakkında bildiklerini söyler; birçok insan bu kuşu bulmak adına yola çıkmış, harap olmuş, kayıplara karışmıştır. Herkes en iyi dileklerini Feqiye sunarak azık verir, giyit verir, yatacak yer verir, ardından iyi dilek ederler.
Feqi yıllarca bu kuşu bulmak adına gezinir, görülmedik kuş bırakmaz Mezopotamya'da. Günlerden bir gün mavi bir kuş görür, her yer maviye kesilir. Sonra apak bir kuş daha görür, bu kuş başının etrafında üç kez dolaşır, halka çizer, gözden kaybolur. Işıl ışıl parlayan, gözleri kör eden kuşları bulur, heybesine alır. Bu kuşlar Feqiyi kör etmezler, Feqi nin içini ışıkla doldururlar... Mutluluk olur taşar Feqi nin yüreği... İnsanüstü sabrı sayesinde kuşların akına vakıf olur.. Onları anlar, hisseder ve arkadaş olur kuşlarla... Sonunda anka kuşunun sesini duyar... Öyle bir sestir ki, taş kesilir Feqi... Yüreği dolar... Hayatında böyle ses duymamıştır... Ancak güneş doğarken duyulabilen kuşun sesini duymaya vakıf olur...
Bu ermişlik mertebesi sonrasında dengbej olur, kaval ve saz aranır... Bağdat'da aradıgını bulur... Gösterişsiz bir kaval kendisine layık bulunur... Bu sıralarda ünü tüm Mezopotamya'da duyulmuştur... Her gittiği yerde dengbej Feqiye Teyran diye bilinir... Kaval ile anka kuşunun sesinin etkisiyle dolan yüreği duyulmamış besteler çalar... Dinleyenler put kesilir, kımıldayamaz adeta büyülenirler...
Yıllar sonra babasının konağına döner Feqiye Teyran... Mezopotaya'da adını duyan herkes kendisini dinlemeye gelir. Yıllarca Feqiye Teyran'ın stranları söylenir, çalınır bu yörede... Bu sırada kendisi hırka giymiş, kemale ermiş, sakal uzatmış, nurlanmıştır...
Ve sonunda ölüm vakti gelmiştir Feqiye Teyran için de... Yeryuzunde ne kadar kuş varsa toplanır Feqiye Teyran ölmeden önce... Sonunda kimsenin bakamadığı, ışıldamaktan bembeyaz kesmiş bir kuş Feqi'nin yanına gelir... Üç kez başının etrafında döner ve halka yapar... Feqi Teyran sonunda hakkın rahmetine kavuşur..
Derler ki; "Şu kürre-i arzda kuşların diline vakıf olmuş bir Hz. Süleyman vardır bir de Faqiye Teyran... "

Dîlber
Ey Dîlbera gerden zerî,
Way nazika dêm qemerî,
Qamet ji mûma fenerî,
Wêran ezim, malim xirab.

Ey Dîlbera gerden letîf,
Way nazika qamet elîf,
Qamet ji reyhana xefîf,
Wêran ezim, malim xirab.

Ey Dîlbera gerden zuzac,
Way nazika mislî zuzac,
Qamet ji reyhana qirac,
Wêran ezim, malim xirab.

Not: Bu yazı Facebook Kürt Edebiyatı sayfasından alınmıştır. Sayfa yetkililerine teşekkür ederiz.

İnsan Olmanın Getirdikleri (1) / Murat Mutlu


            Kıt felsefe bilgimle ulaştığım sonuç şu: İnsanın aradığı temel sorulardan biri; "İnsan doğası gereği iyi midir, kötü müdür?" Madem insan bu soruya cevap veriyor e ben de bu sınıfta yer aldığıma göre ben de bir cevap vereyim. Hayır! Size değil, uyanışımdan bu yana ara ara sorduğum sorulardan biri olduğu için kendime cevap vereceğim.
            İnsnalığın ilk oğulları, ilk kardeşleri Habil ve Kabil... Biri ak diğeri kara demeyeceğim; çünkü... Kabil, Habil'i öldürdü. Cesede ne yapacağını bilemeden öylece kalakaldı. Sonrası malum hikaye.
            İnsan, binlerce yıl gelişimini sürdürdü; ancak ilk kez Kabil'in üstelik kardeşine yaptığından vazgeçmedi. İlahi bir emirmiş gibi öldürmeye doyamadı. İnsanlık tarihinin yüzbinlerce yıllık bir süreçten sonra bugüne geldiğini düşünürsek öldürmeye olan bağımlılığımızın ne kadar endişe verici olduğunu daha net görürüz. Eskiçağ tarihinde yapılan savaşları "İlk organize kavgalar" şeklinde nitelendiriyoruz. En azından hocamın bu tabirini kabul eden ben. Üç kelimeden oluşan tek terim, birkaç kelimeden ibaret araçlar; "İlk organize savaşlar; keskin taş, kemikten bıçak, kemikten mızrak..." Günümüze dönelim: "Psiklojik savaş, soğuk savaş, gayri nizami harp; nükleer, biyolojik, kimyasal silahlar, hayalet uçaklar, kıtalararası füze, misket bombası, mayın..." siz bunları uzatın. Uzatılmaya en müsait listelerden biri çükü bu...
            Oktay Akbal 1968 yılında yazdığı "Açlık Kangreni" adlı yazısında şunları söylşemiş. Aynen alıntılıyorum: "... Uzaylarad meydan okuyan insanlar, teknik ilerlemenin sonuçları, mutlu veya mutsuz sonuçları... Ancak her şeye rağmen, teknikte aşılan yol başdöndürücü. Yıkmak, daha çok yıkmak için; öldürmek, daha çok öldürmek için teknik alanda yarış var. Rus'u, Amerikalı'sı, Çinli'si, Fransız'ı hepsi bu yarışta. Ne kadar çok öldürürsen, o kadar teknşkte ilerisin! Ne olur bir de, "Ne kadar çok insan yaşatırsan, o kadar uygarlıkta ilerisin." ilkesini uygulamaya çalışsak." Denemenin yazıldığı yılı özellikle verdim. Nedense 'binlerce yıl öncesi' dediğimizde bir hayalden söz eder gibi duruyor; ancak günümüze çok da uzak olmayan bir tarih verdiğimizde parmaklarımızı ısırmaya başlarız. Sayalım 42 yıl önce yazılmış Oktay Akbal'ın o yazısı. Babamdan bir yaş büyük. Peki o 42 yıldan bu yana neyi çözdü bu insanlık? Bir hiçten başka her şey.Daha çok silah üretti, daha çok insan öldürdü, daha çok düşmanlık, daha çok terörizm, daha çok vahşet yarattı. Bunlardan başka her şey yalan! Dostlukmuş, arkadaşlıkmış güvenmiş...
            Lisedeyken tarih hocam şunu söyler dururdu: "Devletlerarası ilişkilerde dostluk aranmaz, bu tür ilişkilerde sadece karşılıklı menfaat vardır. Dostluğu arayacaksanız insanlar, bireyler arasında arayacaksınız." Ne çok inanmıştım o cümlelere. Dostluk dediğin insanlar arasında olur devletlerarasında değil. Ama bugün gördüğüm; dostluğun belki bir zamanlar varolduğu, şimdiyse kendine bir ütopyadan başka yer bulamadığı. Bu, yalan olsaydı bugün hemen yanıbaşımızda savaşlar olmazdı, nükleere sahip ülkelerin, başkalarının sadece kendilerine kendilerine tehdit olduğunu düşündüğü için sahip olmasını engellemez, kendi elinde olanları yok edip bu, insanlık için tehilikeli derdi. Öte yandan, insanlar birbirini boğazlamak yerine sevmeyi, sevmenin anlamını bulmak için çabalardı. Ama bunların hiçbirinin olmayacağı çok açık. Bırakın milyonları milyarlarca aç insnı doyurmak, yaşatmak yerine bu milyarlarca insanı öldürmek için çabalıyor insan. İlahi bir emirmiş gibi. Oysa bunların ilahi bir emir olmadığı ortada. Tüm dünlerin birleştiği ortak noktalardan biri "Öldürmeyeceksin!" olduğuna göre bırakın daha çok toprak, para vs. için yapılan savaşları, din perdesine büründürülerek yapılan savaşları milyarlarca insan katlinin hesabını nereye koyacağız?
            Bu yazı için cevabım: "İnsan, doğası gereği kötüdür."
Not: Oktay Akbal'ın "Açlık Kangreni" adlı denemesi için;
"Yaşam Bir Uzlaşmadır, Oktay AKBAL, Dünya Yayınları, Ağustos 2004
Murat Mutlu

Seri Katiller ve Psikolojileri / Nurullah Geyik

Seri katiller içinde bulundukları psikoloji ve inanışlarındaki boşluk sonucu insanlara zarar vermeye başlamışlardır. Bu tür kişiler çocukluk ya da gençlik evrelerinde bir takım kişler tarafından zarara uğratılmışlardır. Bu zarar da beraberinde topluma karşı kin duymalarına sebep olmuşlardır. Kendilerine zarar veren kişilerden öç alamayınca bu öç alma duygusunu başkalarına zarar vererek tatmin etmeye çalışmışlardır. Böylece insan öldürmek onlar için olağan, sıradan bir durum halini almıştır. Bundan sonra insanı öldürmek onlar için ir hayvan ya da başka bir canlıyı öldürmekten farksız olmuştur. Bunlar adeta bir caniye dönmüşlerdir. Artık bir insanı öldürmek için herhangi bir neden aramazlar ister zararı olsun ister olmasın canilik psikolojilerini tatmik için masum insanları katletmekten çekinmemişlerdir. Bazen de seri katiller bir takım devletlerin hakimiyet kurmak için kullandıkları kuklalar olmuştur. Bu devletlerin çıkarları doğrultusunda bu devletlere karşı çıkan ülkelerin bürokratlarını öldürmeye programlanmış cani robotlar olmuşlardır. Batılı devletler daima bu canileri desteklemiş hatta kendileri böyle canileri ortaya çıkarmışlar ve amaçları doğrultusunda bunları kullanmışlardır. Bu kişiler genellikle hapishane gibi yerlerden seçilerler. Çünkü buradaki kişiler gerek psikolojik alt yapıları gerekse de inançlarındaki zayıflık nedeniyle seri katil olmak için adeta biçilmiş kaftandırlar. Öte yandan bir defa insan öldüren bir kişi için aynı suçu tekrar etmek zor değildir. Böyle adeta öldürmek için programlanan kişiler, batılı devletlerin kuklası olmuş ve nice masum insnanın kanına sebep olmuşlardır. Batılılar bunları kendileriyle karşıt düşüncede olan devlet başkanlarını ve bürokratlarını sessizce yok etmek defalarca kullanmışlar ce bunlar daima onlara sadık kalmışlardır. Çünkü böyle eğitilmiş ve keni amaçlarına hizmet etmeleri için adeta yaratılmış canavarlardır. Bunlar daima dünyanın bir köşesinde ortaya çıkararak batıya karşı yükselen en ufak sesleri bile susturmuşlar ve birçok ülkenin batının esiri olmasına sebeb olmuşlardır.
Nurullah Geyik

Seri Katiller / Ebru Doman

Seri katil miyim ?
Bu ay apopüler dergi için Sadomazoşizm kelimesini ve benim sadomazoşizm hakkında duyduklarımı açıklamak istiyorum. Her insanın kendine özgü hazları vardır. İnsan kendini tatmin etmek için bunları yapar ve çok hoşlanır. Tekrar yapar ve tekrar yapar. Diğer insanlar da bunu hoş karşılar “bırak seviyorsa yapsın denir” kimi temizlik yapar, kimi alkol alır, kimi siyasetle uğraşır, kimisi de feministtir. Peki siz, kendinizi hiç bir sadist gibi hissettiniz mi? Benim arada sırada olmuştur. Geçen gün bir dergide Amerika'da yapılan araştırma yazısı okumuştum. Ve yazının sonunda seri katil psikolojisini çözmek için yapılmış olduğu çok dikkatimi çekti. Ben testi bitirdikten sonra aslında benim de bir seri katil olduğum ortaya çıktı. Yoksa ben seri katil miyim? Kendi kendime bu terimi yok mu ediyorum, kabul mu ediyorum? bilemiyorum.
            Sadomazoşizm kelimesinin bence tam olarak bir anlamı yok. Bu kelimeyi de inatla reddediyorum; ama içimde cebelleşen inatçı psikoloji bırakmıyor. Sadistleri biraz incelediğimde yaptıkları çok dikkatimi çekti ve adamların tipi de filmlerdeki gibi hiç korkunç değil aksine çok da sevimli ve zarar gelmeyecek bir insan gibi görünseler de içlerinde taşıdıkları katilleri yalnızca onlar tanıyor.
            "Seni derinden etkileyen ve çok şaşırtan üzerinde etkisi hala geçmeyen sadomazioşist kim?" diye soracak olusanız… Albert Fish olmuştur. Albert'in aslında normal yaşantısında renkli kişiliği ve kavgacı bir yönü varmış ama içinde insanlara karşı düşmanlığı da beni çok üzmüştür. Aynı zamanda Albert’in hep karamsar ve üzgün bir yönü varmış. Ümitsiz Al, çocuklarından onu kanayıncaya kadar çivili bir kürekle dövmelerini istemiş. İsa olduğunu ve Tanrı'nın ona erkek çocukları hadım etmesini emrettiğini düşünüyormuş.Ve Albert aynen ona söyleneni yaptı ve bundan zevk aldı. Ne tuhaf değil mi?...
Cehennemden gelen bu pis yaşlı adam, her iki cinsiyetten çocukları taciz etmeyi ve onları öldürmeyi alışkanlık haline getirmiş. Kurbanlarının ailesine gönderdiği, onu yemenin ne kadar keyifli olduğundan söz ettiği mektuptan sonra tutuklanmış. 1936'da Sing Sing de ölüm cezasına çarptırılmış."Elektrikli sandalyede ölecek olmam ne kadar da heyecanlı.demiş. Aynı Al gibi çok masum görünen zavallı insanlar da gördüm.Hepsinin biraz mizaçlı yönlü vardı. İnsanı şasırtan, elini dizine vurduran, gözlerini merakla açtıran sadistler, insanın tüylerini diken diken ediyor.
Sadomazoşistler kendilerini rollerine o kadar iyi hazırlamışlar ki nerede, nasıl, ne zaman, ne yapacaklarının planlı bir şekilde hazırladıktan sonra uygulamaya başlamışlar. Bu akıl oyununu nasıl kurduklarını ancak sinemada görebilirim galiba. Baskıcı bir toplumda ya da tarihte böyle adamlarla karşılamak çok mümkün.
Kendi çocuklarına çok iyi anne ve baba olan bu insanlar topluma karşı hep vurdumduymaz ve sorumsuz yaklaşmışlar. Hep en tehlikeli önyargıları bu kişiye nasıl yaparım demişler, en büyük kötülüklerden zevk almışlar. İnsanları hep suçlamış ve intikam almak istemişler. Hep bir düşünce karmaşası altında boğulup kalmışlar. Belki ya da siyasi bir karışıklık içinde olduklarından mı ya da başka bir şeyden mi? Diye düşünmeden edemiyor insan…
EBRU ÇİÇEĞİ

Her Şeyden Ziyade Önce Kendini Sev / Cemil Taşkıran

            İnsanlar toplumlar arasında bulunduğu müddetçe sosyal bir konumda olur. Buna muhtaçtır. Tabi ki insan odaklı düşüncelerin ikinci planda kaldığı ve egositik dürtülerin üst seviyede yaklaştığı bir zamanda insanoğlunun taş devrindeki ilk süreci olan hayvani yaşam tarzı araya girmektedir. Bununla da kişiler insanları sevmeye yeltenmez ve de sevmeyi bilmeyince kendisini sevemez olur. Çünkü sevme paylaşılan ve yansıtılma zorunluluğu olan bir olaydır.
            Kendimizde olup keşfedemediğimiz manevi duygularımızı ortaya çıkarmak ve de hayattaki temel yaşam araçları haline döndürmek zorundayız. Bizler basit bir durumun kendi aleyhimize işlediği süreçlerde aniden yıkılmamalıyız. Aksine, bu durumları nasıl en az olumsuz hallerden kurtarmalıyız düşüncesine dalmayı gaye edinmeliyiz. İnsanoğlu yaratılırken bir et yığını olarak yaratılmamıştır. Kendisine dünyanın en güçlü olan düşünme ve bununla düşünceyi faaliyete geçiren somut bir durumu yansıtan uzuvlar verilmiştir. Bu farklılıklar insanları hayvanlardan ayıran bariz ayrıntılar ve bizler bunları kullandığımız müddetçe ya Eşref-i Mahluk ya da hayvndan aşağı bir statüye sahip oluruz.
            İnsanlar bulunduğu toplumlarda kendi vicdani sorumluluğu olan işlevleri en azından kendi çevresine yansıtmalı ve de yapıcı olmaya çalışmalıdır. Bir ünlü kahraman, bir ünlü tarihçi, bir bilinen insan olmayabiliriz lakin çevremizdeki insanlara yaptıklarımız fedakar hareketler belki de bizi en zengin insandan daha mutlu kılabilir.
            Sosyal vazifelerden sonra bir insan olarak -sen ya da ben- kendimizi de sevmeye çalışmak zorundayız.Belki aşık oluruz karşımızdaki bizi sevmez ve belki de toplumdan dışlanmış oluruzi hiç kimse bizi tanımak istemez, nefrety edebilir ya da küçük düşürebilir. Ama bilmediğimiz bir şey var: Biz öncelikle kendimizi sevmeye çalışmalıyız. Çünkü sevgi ancak bireysel mücadeleler neticesinde ve de kendi hislerimizle aramızda paylaştığımız benlik duygusudur. Bir çıkarımız varsa sevgide aksine bir durum ortaya çıktığında kendimizi yıpratmaya çalışırız. İşte sevmek istediğimiz zaman önce nasıl sevilir onu bilmek zorundayız.
            Mutlu olmak için uzun masraflar yapmaya gerek yoktur. Çevremizde ve belki de en yakınımızdadır da sadece keşfetmek kalır bize. Bir çocuğun mutlu gülümseyişi, bir bebeğin annesine sarılışı, bir kuşun gitmesi veya bir kadının güzel gözlerine karşılıksız bakmak bütün hazlara bedeldir.
            Şu fani dünyada mutlu olmayı ve de hayatı güzel akislerle süslemeyi, yaşamak için sevmeyi, bir kez bile olsa gülmeyi bilmek zorundayız. Sözlerimi Yunus Emre'nin şu dizeleriyle bitirdikten sonra yarınlara güzel sevgi tohumları yeşertmek dileğiyle.
Cemil Taşkıran

Feridun Düzağaç - Meyil Adresim Sensin FD-7

Sevdiğim sanatçılardan Feridun Düzağaç'ın yeni albümü "Meyil Adresim Sensin FD7" geçtiğimiz günlerde piyasaya çıktı. Bana göre klasik Feridun Düzağaç tarzını yansıtan başarılı bir albüm olmuş. Özellikle "Bir Aşk Masalı" ve "Bir Varmış Bir Yokmuş" en çok beğendiklerimden.






Abüm İçeriği



1. Ağır Ağır
2. Mütamadiyen ağlıyorum
3. Bir varmış bir yokmuş
4. Rüya
5. Devrik
6. Hayat Neden Şekil Yapıyor
7. Aşkın Önsözü Ayrılık
8. Sensiz
9. Iz
10. Bir Aşk Masalı
 

Ferhan Şensoy | 1951 - ...

Ferhan Şensoy. Türk tiyatro, sinema ve televizyon oyuncusu, roman, deneme, günlük, tiyatro oyunu, televizyon dizisi ve sinema filmi senaryo yazarı, Ortaoyuncular tiyatro topluluğunun kurucusudur. Türkiye'de yapılmakta olan stand-up tarzının esin kaynağı olan tek kişilik oyunu Ferhangi Şeyler en tanınmış oyunudur. Kel Hasan Efendi'den günümüze gelen Ortaoyuncuları Kavuğu'nu Münir Özkul'dan devralmıştır.
Her oyundaki emeği geçenlere, zaman gözetmeksizin oyun gelirlerinden pay vererek mali olarak da Türk Tiyatrosu'nda kendine özgü bir yer edinmiştir.

Hayatı
1951'de Samsun'un Çarşamba ilçesinde doğan Ferhan Şensoy'un annesi Müjgan Şensoy ilkokul öğretmeni, babası Yusuf Cemil Şensoy ise tüccar ve o dönem Çarşamba Belediye Başkanıdır.
İlk öykü ve şiirleri Yeni Ufuklar ve Soyut dergilerinde 1969 yılında yayımlanan Şensoy'un, yazdığı skeçler de Devekuşu Kabare'de 1970 yılında oynanmaya başladı.
Galatasaray Lisesi'nde de bir süre okuyan Şensoy, 1970 yılında Çarşamba Lisesi’nden mezun oldu.
1971 yılında Grup Oyuncuları çatısında ilk profesyonel oyunculuk deneyimini yaşayan Şensoy, 1972-1975 yılları arasında Fransa ve Kanada'da tiyatro eğitimine ve çalışmalarına Jerome Savary, Andre-Louis Perinetti gibi isimlerle devam ederken Montreal'de Ce Fou De Gogol adlı oyunuyla 1975'te En İyi Yabancı Yazar ödülünü aldı. Yine Montreal’de Theatre De Quatre - Sous’da da, yönetmenliğini yaptığı, Harem Qui Rit isimli müzikalde oynadı. Aynı yıl Türkiye'ye döndü.
Türkiye'ye dönmesinin ardından, 1976’da Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu'nda, yazarlığını da yaptığı Dur Konuşma Sus Söyleme adlı oyunda rol alan Şensoy, Türk Yazarları Tiyatrosu’nda da oyunculuk ve yönetmenlik yaptı.
Aynı sene ilk televizyon skeçlerini yazmaya başlayan Şensoy, Ali Poyrazoğlu'yla beraber rol aldığı bu skeçlerin birinde, bir garson rolüyle ilk kez televizyona çıktı.
Nisa Serezli - Tolga Aşkıner Tiyatrosu'nda oyunculuk yapan Şensoy yine 1976 senesi içinde, TRT’ye ve Devekuşu Kabare Tiyatrosu'nda çeşitli skeçler yazdı.
1977’de, ilk kitabı Kazancı Yokuşu’nun yayınlanmasının ardından, yönetmenliğini Temel Gürsu’nun yaptığı Kızını Dövmeyen Dizini Döver ile ilk kez bir film çalışması yapan Şensoy, 1978’de Mete İnselel ile Anyamanya Kumpanya Tiyatrosu’nu kurdu ve kendi eseri olan, İdi Amin Avantadan Lavanta oyununda rol aldı ve yönetmenlik yaptı.
1978'de, yazdığı Bizim Sınıf adlı televizyon dizisi ikinci bölümden sonra öğretmenlerin manevi şahsiyatını tezyif ettiği gerekçesiyle TRT'de yasaklandı. Daha sonra Bizim Sınıf, Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu'nda sahnelenecekti. Oyuncu olarak katıldığı Evdekiler ve Giyim Kuşam Dünyası televizyon dizileri de yayından kaldırıldı. O sene, Anyamanya Kumpanya’dan ayrılan Şensoy, daha sonra Ayfer Feray Tiyatrosu’na geçti ve oyunculuğa burada devam etti.
1979'da, TRT'de, kendi yazdığı Sizin Dershane dizisinde oyunculuk yapan Şensoy, Ayfer Feray Tiyatrosu’nda da yine kendi yazıp yönettiği ve müziklerini yaptığı Hayrola Karyola oyununda rol aldı.
Stardust Gece Kulübü’nde, yazdığı Dedikodu Şov isimli bir kabare gösterisini, Adile Naşit, Perran Kutman, Pakize Suda, Sevda Karaca ve İstanbul Gelişim Orkestrası'yla sahneleyen Şensoy, aynı kulüpte, Arda Uskan’ın yazıp, Fuat Güner'in müziklerini yaptığı Kukla ve Kuklacı Kabare gösterilerinde rol aldı.
Ferhan Şensoy, 1980'de oyuncu Derya Baykal ile evlendi, 1989'da kızı Müjgan Ferhan, 1990'da Neriman Derya doğdu.
Ortaoyuncular adıyla, kendi tiyatrosunu kurdu. 14 Mart 1980'de Harbiye'de, Yapı Endüstri Merkezi Salonu’nda ilk kez perdelerini açan ve 50'yi aşkın oyunun oynandığı Ortaoyuncular’ın bünyesinde, Nöbetçi Tiyatro (Nöbetçi Oyuncular) adlı bir gençlik grubu kurarak, yeni tiyatro sanatçılarının yetiştirilmesine katkıda bulundu.
Şahları Da Vururlar oyununda yönetmen ve oyuncu olarak yer alan Şensoy’un, Fuat Güner'le birlikte müziklerini de yaptığı oyunu, Avni Dilligil Jüri Özel Ödülü ve Dergi-13’ün, En Başarılı Oyun Ödülü’ne layık görüldü. Kenter Tiyatrosu'nda dört haftalık gösteriden sonra, Ortaoyuncular, Şahları Da Vururlar’ı, 10 Kasım 1980'de taşındıkları Beyoğlu'ndaki Küçük Sahne'de sahnelemeye devam etti.
1981'de, Parasız Yaşamak Pahalı’yı yazan ve Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı oyununu yazan ve yöneten Şensoy, Fuat Güner ve Özkan Uğur'un müziklerini yaptığı oyunda, Zeliha Berksoy'la beraber rol aldı. Şahları Da Vururlar, oyunun gösterileri sürerken, Ortaoyuncular Yayınları'nın ilk kitabı olarak yayınlandı.
Şensoy, Küçük Sahne'nin 30.yılı dolayısıyla, Suzan Uztan ve Mücap Ofluoğlu'nu Ortaoyuncular’a konuk ederek, Aleksiev Arbuzov’un Eski Moda Komedya’sında oynadı. Ofluoğlu'nun sahneye koyduğu oyunun dekorunu yapan Şensoy’un oyundaki performansı kendisine, Tiyatro-81’in, En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü getirdi.
1982'de, Afitap'ın Kocası İstanbul kitabının yayınlanmasının ardından, Nöbetçi Tiyatro (Nöbetçi Oyuncular)'da Friedrich Dürrenmatt'ın Büyük Romülüs oyununu, En Büyük Romülüs Başka Büyük Yok adıyla sahneye koydu. Ayrıca kendi eseri Kiralık Oyun’u yönetti, oyunun müziklerini yaptı ve rol aldı.
1983'te, Harbiye Orduevi'nde askere alınan Şensoy, Çorlu'nun Ulaş köyüne asker olarak gitti.
Bertolt Brecht'in, 7 şiirinden yola çıkarak yazdığı, Anna'nın Yedi Ana Günahı’nı yöneten Şensoy, Fırıncı Şükrü, Deli Vahap, Nuri ve Ötekiler oyununu yazdı ve yönetti.
1984'te, Nöbetçi Tiyatro’da, Afitap'ın Kocası İstanbul’u sahnelemesinin ardından, İstanbul'u Satıyorum oyununu yazan Şensoy, askerliği bitince Şahları Da Vururlar’la yeniden sahneye çıkmaya başladı. O sene kendi yazdığı Köşedönücü adlı televizyon dizisinde oynayan Şensoy, yeniden yazıp yönettiği ve müziklerini yaptığı, Hayrola Karyola oyununda sahneyi, Nurhan Damcıoğlu ile paylaştı.
1985'te, Aristofanes’ten Eşek Arıları’nı yeniden yazan Şensoy, oynadığı oyunu yönetirken, Köşedönücü filminin senaryosunu yazdı ve yönettiği filmde oynadı. Daha sonra, Nöbetçi Tiyatro’da bir Anton Çehov kurgusu olan, Çehov'lardan Bir Demet’i sahneye koydu.
1986 yılında yayınlanan Gündeste kitabının ardından, Karl Valentin'in skeçleri ve yaşamından yazdığı ve yönettiği, İçinden Tramvay Geçen Şarkı oyununda, sahneyi Hümeyra ve Grup Gündoğarken ile paylaştı. Aynı sene, yazdığı Şey Bey televizyon dizisinde de oynayan Şensoy, Parasız Yaşamak Pahalı adlı oyununu film senaryosu olarak yeniden yazdı ve yönetmenliğini yaptığı filmi çekti. Senaryosunu yazıp oynadığı, Bir Bilen filmini de yöneten Şensoy’un o sene, Ayna Merdiven adlı bir kitabı daha yayınlandı.
1986'da yazıp yönettiği Muzır Müzikal adlı müzikal, gerici kesimin tepkisi ile karşılaştı. 7 Şubat 1987 günü oyunun 77. gösterisinden sonra, sahnelendiği Şan Tiyatrosu şüpheli bir biçimde yandı. Grup Lokomotif, Derya Baykal, Bülent Kayabaş, Sevil Üstekin ve Tarık Papuçcuoğlu’nun sahne aldığı oyun yüzünden mahkemeye verilen Şensoy, 21 gün hapis cezasına çarptırıldı.
Muzır Müzikal’in son bulmasının ardından tek kişilik bir gösteri olan Ferhangi Şeyler’de oynayan Şensoy, daha sonra Varsayalım İsmail adlı yazıp yönettiği televizyon dizisindeki performansıyla, Nokta’nın Doruktakiler ödülünün sahibi oldu.
1988'de, kendisine Ulvi Uraz Ödülü ve Sanat Kurumu Ödülü’nü getiren, İstanbul'u Satıyorum oyununu yeniden yazdı ve müziklerini yaptı. Münir Özkul ve Erol Günaydın'ın katılımıyla oynanan oyunun yönetimini de üstlendi.
İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda, Haldun Taner'in Keşanlı Ali Destanı'nı sahneye koyan Şensoy, o sene, Anca Visdey'in Don Juan ile Madonna oyununu Fransızca’dan çevirdi. Yönettiği oyunda, Derya Baykal'la sahneyi paylaşan Şensoy, daha sonra Baykal’la hayatını birleştirdi. Düşbükü kitabını yayınladı.
1988 yılında yazdığı Soyut Padişah oyununu yazan Şensoy, 1989’da yönetmenliğini yaptığı oyunda rol aldı. İstanbul'u Satıyorum ve Ferhangi Şeyler gösterileri sürerken Şensoy, Avni Dilligil Ödülü, İsmail Dümbüllü Ödülü, Nasrettin Hoca Mizah Ödülü, Kültür Bakanlığı Jüri Özel Ödülü, Heygirl Dergisi Yılın Oskarları gibi ödüllerin sahibi oldu.
1989'da yönetmenliğini Yavuz Özkan'ın yaptığı Büyük Yalnızlık filminde Sezen Aksu ile birlikte oynadı. Aynı yıl Kel Hasan Efendi'den günümüze gelen Ortaoyuncuları Kavuğu’nu Münir Özkul'dan devralan Şensoy, tarihi Ses Opereti’ni onardı ve Ses 1885 adıyla açtı. Sahnenin onarılmasının ardından Ortaoyuncular, Soyut Padişah’ı oynadıkları Küçük Sahne’den Ses 1885’e taşındılar.
1990'da, Pierre Henri Cami’nin yaşamı ve yapıtlarından yola çıkarak yazdığı Yorgun Matador’u yönetti.
1991 senesinde, Ünye'li amatör yazar Cihan Öksüz’ün skeçlerinden oluşturduğu, Aşkımızın Gemisi Fındık Kabuğu oyununda yönetmenlik ve oyunculuk yapan Şensoy’un İstanbul'u Satıyorum adlı eseri, Tomris Uyar tarafından İngilizce’ye çevrildi.
Aynı sene, Güle Güle Godot’yu ve Show TV için yaptığı, Varsayalım İsmail dizisini yeniden yazan Şensoy, yayınlanan Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı kitabı ile birkez daha Nokta Dergisi’nin Doruktakiler Ödülü’nü kazandı.
1992’de, İngilizce Bilmeden Hepinizi I Love You kitabı yayınlanan ve yazdığı ve yönettiği, Fikret Kızılok'un müziğini yaptığı, Köhne Bizans Operası’nda oynadı. Ferhangi Şeyler, Sidney ve Melbourne'de sergilenirken, Güle Güle Godot gösterileri devam etmekteydi.
1993’te, yeniden yazdığı Parasız Yaşamak Pahalı oyununu sehneye koyan ve Alper Maral ile birlikte müziklerini yapan Şensoy, Şu Gogol Delisi adlı oyununu Türkçe olarak yeniden yazdı. Avni Dilligil En Özgün Oyun Ödülü alan oyun Derya Baykal’a, Avni Dilligil En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü getirirken, Canan Göknil’e de, Avni Dilligil En İyi Giysi Ödülü’nü getirdi.
Güle Güle Godot ve Denememeler aldı iki kitabı yayınlanan Şensoy’un, Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı oyunu amatör bir Türk tiyatro topluluğu tarafından New York'ta sergilendi.
Devam eden Ferhangi Şeyler gösterileriyle, Altın Objektif Ödülü’ne layık görülen Şensoy bu dönemde, atv’de Kaybet-Kazan isimli bir yarışma programının sunuculuğunu yaptı.
1994 senesinde, kiraladığı bir gemiyi yüzen tiyatroya dönüştüren ve İçinden Dalga Geçen Tiyatro adını verdiği bu geminin tiyatro salonunda, yazdığı ve müziklerini yaptığı, Seyircili Seyir Defteri adlı yönetmenliğini kendi yaptığı oyunda oynayan Şensoy, aynı geminin 2. katındaki barda, gece 24:00'den sonra, Kırkambar-Gece Tiyatrosu kabare gösterisini sergiledi. Perdesini Kuruçeşme'de açan, daha sonra demir alarak Fenerbahçe'ye giden bu yüzen tiyatro projesi, Ferhan Şensoy’a İsmail Dümbüllü Ödülü’nü getirdi.
Kanal D televizyonunda, Bağımsız Federe Ferhan Şensoy Televizyonu isimli haftalık bir program yapan Şensoy’un Güle Güle Godot adlı eseri, Paris'te amatör bir tiyatro topluluğu tarafından Fransızca’ya çevirerek, Adieu Godot ismiyle oynanırken, Hayrola Karyola oyunu da, Yugoslavya'da Prizren Kültürevi Türk Tiyatrosu’nda oynandı. Aynı sene Amsterdam'da bir Türk tiyatro topluluğu tarafından oynanan Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı ve Parasız Yaşamak Pahalı oyunları daha sonra da, Amsterdam Deneme Sahnesi Topluluğu tarafından sahneye kondu.
Haneler oyununu yeniden yazan ve Antalya Devlet Tiyatrosu’nda sahneleyen, daha sonra da, Anca Visdey’nin Femme-Sujet isimli oyununu, Fransızca’dan Türkçe’ye, Aptallara Güzel Gelen Televizyon Dizileri adıyla çeviren Şensoy, Altın Frekans Ödülü’nü kazandı.
1995 senesinde, Flash TV'de Akşam Traşı isimli canlı yayın bir söyleşi programına başlayan ve yazıp yönettiği Üç Kurşunluk Opera’da oynayan Şensoy, yazdığı ve müziklerini yaptığı, Felek Bir Gün Salakken adlı tek kişilik oyununun dünya prömiyerini Çarşamba’da yaparak, bir Anadolu turnesiyle oynamaya başladı. 82 kez Anadolu’da sergilenen ve 1.Uluslararası Maşusa Kültür ve Sanat Festivali’ne katılan oyun, 84. perdesini İstanbul'da açtı.
Kanal D için Boşgezen ve Kalfası isimli televizyon dizisini yazan Şensoy, yönettiği oyunu, o sene Kültür Bakanlığı’nın En İyi Topluluk Ödülü’nü alan Ortaoyuncular’la birlikte oynadı.
1996’da, Şensoy’un Ferhangi Şeyler adlı oyunu, Stuttgart, Duisburg, Bochum, Berlin, Wuppertal, Köln, Nürnberg, Münih, Frankfurt, Hamburg, Amsterdam ve Zürih'de sergilendi.
Kaplama Alanı Dışında isimli film senaryosunu yazan ve Oteller Kitabı adlı eseri yayınlanan Şensoy’un, yayınlanmamış kitabı, Gecedeste’den Numarasız Sayfalar, Öküz Dergisi’nde yayınlandı.
Daha sonra Cumhuriyet Gazetesi'nin haftalık mizah eki Dinozor’da yazmaya başlayan ve Güle Güle Godot oyunu Huroman Nevruzova’nın çevirisiyle Rusya'da yayınlanan tiyatrocunun 1989’de onardığı Ses 1885, statik sorunlardan ötürü kapandı. Bu ikinci onarım döneminde Ortaoyuncular, yurt içi, yurt dışı ve İstanbul'un değişik semtlerinde turnelere çıktılar.
1997’de, Aptallara Güzel Gelen Televizyon Dizileri’nin Londra'da iki kez sergilenmesinin ardından, Haldun Taner'in, düz yazı, öykü, skeç ve şarkılarından, Haldun Taner Kabare isimli bir oyun kurgulayan ve Derya Baykal’ın sahneye koyduğu oyunda rol alan Şensoy, o sene 11 Aralık'ta, kendisine En Başarılı İletişimciler Ödülü ve En İyi Deneme Yazarı Ödülleri’ni getiren Ferhangi Şeyler gösterisini 1266. kez sahneleyerek, onarımı tamamlanan Ses 1885’i yeniden açtı.
1998’de, Falınızda Rönesans Var adlı bir kitabı yayınlanan Şensoy, yazdığı Çok Tuhaf Soruşturma adlı oyunun sahneye koydu. Amsterdam ve Brüksel'de sergilenen Ferhangi Şeyler, Münih, Köln, Stuttgart, Essen, Frankfurt, en:Den Bosch, Sidney ve Melbourne’da sergilenen Felek Bir Gün Salakken de, 400. gösterisine ulaştı.
1999 senesinde, eşi Derya Baykal için, Şu An Mutfaktayım adlı tek kişilik kadın oyununu yazan Şensoy, Haziran 1999'da Ayın İletişimcisi Ödülü’nün sahibi olurken, Ferhangi Şeyler, Londra, Magosa, Washington, New York, Montreal ve Toronto’da sergilenerek 1350. gösterisine ulaştı. Cine 5 için yazıp yönettiği ve müziklerini yaptığı, Ferhan Şensoy T.V. isimli tek kişilik bir televizyon programı hazırlayan Şensoy, Oyun Atölyesi’nde Steven Berkoff’un, Dolu Düşün Boş Konuş isimli oyununu sahneye koydu ve oyunun sahne dekorlarını yaptı.
2000’de, Anton Çehov’un eseri Vişne Bahçesi’ni, çağdaş bir Karadeniz öyküsü şeklinde, Fişne Pahçesu – Çehov Lazdur Laz Kalacaktur adıyla kendi üslubuyla baştan yazan Şensoy, Ortaoyuncular’la sahneye koyduğu oyunun dekorunu da yaptı. O sene, Ferhangi Şeyler oyunu 1400. ve Felek Birgün Salakken oyunu 450. gösterilerine ulaşan Şensoy, Avni Dilligil En İyi Yönetmen Ödülü’nü aldı.
2001’de, Ortaoyuncular’la sahneye koyduğu ve kızları Müjgan Ferhan Şensoy ve Neriman Derya Şensoy’un profesyonel oyunculuğa ilk adımı attıkları, Sahibinden Satılık Birinci El Ortaoyunu’nu yazan ve yöneten Şensoy, oyunun dekorunu da kendisi tasarladı. Bu oyunla Avni Dilligil En İyi Yazar Ödülü’ne layık görülen Şensoy, Radio Contact’da Radyostrofobi adlı bir radyo programı yapmaya başladı.
Aynı sene, Terakki Vakfı Onur Ödülü’nün sahibi olan ve özgeçmişini yazdığı romanı, Kalemimin Sapını Gülle Donattım yayınlanan Şensoy, kendi yazdığı ve Ortaoyuncular’la sahneye koyduğu, Kökü Bitti Zıkkım Zulada oyunununun dekor ve kostüm tasarımlarını yaptı. Tek kişilik Ferhangi Şeyler oyunu Londra’da ikinci kez sergilenenerek 1447. gösterisine ulaşan ve Unima Geleneksel Türk Tiyatrosu’na Hizmet Ödülü’nü alan Şensoy’un, Güle Güle Godot oyununun bir bölümü Adieu Godot ismiyle, Nicole Gagnon’un çevirisiyle Fransa’da, De L’Adriatique a la Mer Noire isimli bir oyun antolojisinde yayınlandı. Soyut Padişah oyunu da, Konya Devlet Tiyatrosu’nda Nur Subaşı’nın rejisiyle sahnelendi.
2002’de, Ortaoyuncular’la sahneyi paylaştığı, Kahraman Osman isimli oyununu yazan Şensoy, Rum Memet isimli öykü kitabının yayınlandığı 2002 senesinin Kasım ayında, Biri Bizi Dikizliyor adlı oyunu yazdı. Ortaoyuncular’la beraber oynadığı oyunun dekor ve kostümünün tasarımını da yapan Şensoy, o sene Sanat Kurumu En İyi Yazar Ödülü ve Afife Jale - Muhsin Ertuğrul Ödülü’nün Sahibi oldu.
Şensoy’un, İngilizce Bilmeden Hepiniz I Love You adlı kitabı, Nicole Gagnon tarafından Fransızca'ya çevrilerek, Montreal’de Fransizca – Türkçe olarak, Bizim Anadolu Dergisi’nde, parçalar halinde yayınlandı. Ferhangi Şeyler, Amsterdam ve Rotterdam’da da sahnelenerek, 1495. gösterisine ulaşırken, Felek Bir Gün Salakken adlı eseri de, 496. gösterisine ulaştı.
2003’te, Beni Ben mi Delirttim isimli oyunu yazan Şensoy, bu oyunda sahneyi, Ortaoyuncular ekibinden Elif Durdu ve Ali Çatalbaş ile paylaştı. Kabaremajör adıyla bir kabare gösterisi yazan Şensoy, daha sonra yazdığı Dün Gece Ormanda Çok Komik Bi Şey Oldu adlı gösteriyi, Ortaoyuncular’la Maslak Park Orman’da, özgün bir ortamda sahneye koydu.
Kitaplık Dergisi’nde denemeler yazmaya başlayan Şensoy, Ferhantoloji adlı kitapta kendisine ait tüm eserlerinden seçtiği çeşitli parçaları topladı.
2004’te, Tayfun Güneyer'in Şans Kapıyı Kırınca adlı filminde rol alan oyuncu, Ortaoyuncular’la sahneye koyduğu, dekor ve kostümünü yaptığı ve oynadığı Uzun Donlu Kişot isimli bir oyun yazdı. Aynı sene, Derya Baykal’dan boşanan Şensoy, yönetmenliğini Mert Baykal’ın yaptığı, senaryosu kendine ait olan, Pardon isimli filmde oynadı. Türsak Onur Ödülü’nün sahibi olan Şensoy, Fevzi Tuna’nın yönettiği, Aktör Eskisi isimli televizyon filminde rol aldı. Viyana, Brüksel, Rotterdam, Arnem ve Almelo’dakiler dahil 1530 kez sahnelenen, Ferhangi Şeyler’in ve 506. kez sahnelenen Felek Birgün Salakken’in yazar yönetmen ve oyuncusu Şensoy, o sene Nokta Dergisi'nin ve Doruktakiler ödülünün sahibi oldu.
2005’te, Eşeğin Fikri, Hacı Komünist ve Elveda SSK adlı üç kitap yayınlayan Şensoy, Deneme Sahnesi 35. Yıl Ödülleri’nde, En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nün sahibi oldu. Eski oyunlarından, Kiralık Oyun’u, Ortaoyuncular’ın 25. yılı dolayısıyla tekrar sahneye koyan Şensoy, aynı sene, Nasrettin Hoca Altın Eşek Gülmece Ödülü’nün de sabibi oldu. Beni Ben mi Delirttim adlı oyunu, Insbruck ve Bregenz'dekiler dahil olmak üzere, 203. kez sehnelendi.
2006’da Pardon filmiyle Mizah Üretenler Derneği’nin en iyi senaryo ödülünü alan ve kendi yazdığı Aşkımızın Son Durağı isimli oyununu, Ortaoyuncular’la sahne koyan Şensoy’un, Beni Ben mi Delirttim oyunu, Sidney ve Melbourne’da da gösterilere başladı. 
2007’de Fername isimli tek kişilik oyununu yazdı, oynadı ve dekorunu yaptı, bu oyunuyla İsmet Kuntay En İyi Oyun Yazarı ödülünün sahibi oldu. 10 yıl sonra yeniden Ortaoyuncuların amatör kolu Nöbetçi Tiyatro’ya sınavla öğrenci almaya başladı. Elveda SSK kitabiyla Altın Sayfa Son Beş Yılın En İyi Mizah Kitabı ödülünü aldı. 2007 sonunda Ferhangi Şeyler 1603., Beni Ben mi Delirttim? 235., Kiralık Oyun 181., Aşkımızın Son Durağı 83. gösterisine, Anadolu'nun her bölgesinde ve yurt dışında Nürnberg, Ludwigshafen Festivali, Hamburg, Gent, Deventer ve Amsterdam'da sergilenen Fername 133. gösterisine ulaştı.
2008'de M. Uğur Yagcıoğlu'nun senaryosunu yazıp yönettiği Son Ders: Aşk ve Üniversite filminde oynadı. Daha önce TV dizisi olarak yazdığı Boşgezen ve Kalfası'nı tiyatro oyunu olarak yeniden yazdı, Nefrin Tokyay'ın katılımıyla, Ortaoyuncular’la sahneye koydu ve oynadı. Karagöz ile Boşverin Beni kitabı yayınlandı. Ferhangi Şeyler 1624., Beni Ben mi Delirtttim? 242., Lefke, Girne ve Gazimağusa'da da sergilenerek Fername 213., Aşkımızın Son Durağı 91., Boşgezen ve Kalfası 36. gösterisine ulaştı.
2009'da 2019 - Bilimsiz, Kurgusal Güldürü oyununu yazdı, yönetti, dekoru, giysileri ve müziği hazırladı. Oyun 24 Ocak'ta Ortaoyuncular ile sahnelenmeye başladı.
9 Mayıs 2009 günü Eskişehir Kültür Merkezi'nde sahneye koyduğu Fername oyununda -mizahi yolla- önceki darbelerden daha çok darbe nedeni bulunduğunu söylediği ve salonun bir kısmının alkışlarla destek verdiği, bir kısmının da salonu terkettiği iddia edilmiş ve haber yapılmıştır. Fakat kısa sürede haberin yanlış olduğu, manipülasyon yapıldığı ortaya çıkmıştır. Şensoy'un ilgili açıklaması şöyledir: "Haber, gerçeği yansıtmamakla kalmayıp suçlayıcıdır. 2006'dan beri sahnelediğim Fername oyununda; 'Daha önce yapılan üç askeri darbe ottan bo.tan sebeplerle yapıldı. Asıl darbe yapmak için geçerli sebepler şimdi var ama darbe yapan yok. Bu ülkenin darbe vakti geldi fakat asker bir şey yapmıyor. 1980'de yapılan darbe sırf Kenan Paşa'nın resim merakından dolayı yapıldı. Darbe yapacaksanız şimdi yapın.' cümleleri oyunun metninde yoktur. Zaten benim üslubum değildir. Bu cümleler, darbelerle alay ettiğim ve sonunda darbe istemediğimi belirttiğim sahneyi Eskişehir'de 232. oyunu izleyen bir sivri zekânın yorumudur. Gene haberde belirtildiği gibi o sahnede ne alkışlama ne de salonu terk eden olmuştur. Bu da söz konusu sivri zekanın aynı zamanda yalancı olduğunu gösteriyor. 295 Eskişehirli izleyici şahidimdir. Darbelerle alay ediyorum elbette ama kendi üslubumla mizah yapıyorum. Sonunda da darbe istemediğimi net olarak belirtiyorum. Zaten benim darbe istemeyeceğimi insanların bilmesi gerek."
2009 yılında, "Yılın En İyi Yapım", "En İyi Yönetmen" ve "En İyi Erkek Oyuncu" dallarında 34. İsmet Küntay Tiyatro Ödülleri'nin sahibi Ses 1885-Ortaoyuncular tiyatrosunun "2019" oyunuyla Ferhan Şensoy oldu.

Oyunları
  • Ruhundan Tramvay Gecen Adam 2010-...(sürüyor) Karl Valentin, Ferhan Şensoy
  • 2019 - Bilimsiz, Kurgusal Güldürü 2009-...(sürüyor) (prömiyeri: 24 Ocak 2009, Cumartesi 20.00)
  • Boşgezen ve Kalfası 2008-...(sürüyor)
  • Fername 2007-...(sürüyor)
  • Kötü Çocuk 2007 - Ali Çatalbaş.
  • Aşkımızın Son Durağı 2006
  • Kiralık Oyun 2005
  • Uzun Donlu Kişot 31 Mart 2004-2005
  • Beni Ben mi Delirttim? 24 Ekim 2003
  • Biri Bizi Dikizliyor 2002-2003
  • Kahraman Osman 2002-2003
  • Kökü Bitti Zıkkım Zulada 29 Kasım 2001-2002
  • Sahibinden Satılık 1. El Ortaoyunu 9 Şubat 2001-2002
  • Fişne Pahçesu 2000-2002
  • Şu An Mutfaktayım 12 Mart 1999-2000
  • Parasız Yaşamak Pahalı 14 Ocak 1999-2000
  • Çok Tuhaf Soruşturma 13 Mart 1998-2000
  • Haldun Taner Kabare 1997-1998 - Haldun Taner
  • Aptallara Güzel Gelen Televizyon Dizileri 1996 - Anca Visdei, Ferhan Şensoy
  • Felek Bir Gün Salakken 1995
  • Üç Kurşunluk Opera 1995-1996
  • Şu Gogol Delisi 1994-1996
  • Kırkambar-Gece Tiyatrosu 1994
  • Seyircili Seyir Defteri 1994-1995
  • Köhne Bizans Operası 1993
  • Parasız Yaşamak Pahalı 1993
  • Güle Güle Godot 1992-1993
  • Aşkımızın Gemisi Fındık Kabuğu 1991 - Cihan Öksüz
  • Yorgun Matador 1990-1991 - Pierre-Henry Cami
  • Kahraman bakkal süpermarkete karşı 1990-1991
  • Soyut Padişah 1989-1990
  • Don Juan ile Madonna 1988-1989 Anca Vısdeı
  • Ferhangi Şeyler 1987-...(sürüyor)
  • Keşanlı Ali Destanı 1986 - Haldun Taner, Yönetmen : Ferhan Şensoy (İstanbul Şehir Tiyatroları)
  • İçinden Tramvay Geçen Şarkı 1986 - Karl Valentin, Ferhan Şensoy
  • Muzır Müzikal 1986
  • Eşek Arıları 1986 - Aristophanes
  • Hayrola Karyola 1985-1986
  • Fırıncı Şükrü, Deli Vahap, Nuri ve ötekiler 1983
  • Kiralık Oyun 1983
  • Eski Moda Komedya 1983 - Aleksiev Arbuzov
  • Anna'nın 7 Günahı 1983-1984 - Bertolt Brecht
  • En Büyük Romülüs Başka Büyük Yok 1982 - Friedrich Dürrenmatt, Ferhan Şensoy
  • Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı 1981-1983 Şeref
  • İstanbul'u Satıyorum 1980-1985
  • Şahları da Vururlar 1980-1985
  • Dedikodu Şov 1979 (kabare gösterisi)
  • Kukla 1979 (kabare gösterisi)
  • Kuklacı 1979 (kabare gösterisi)
  • Dur Konuşma Sus Söyleme 1976
  • Ce Fou De Gogol 1975
  • Harem Qui Rit 1975
Kitapları
  • Karagöz ile Boşverin Beni, roman, (Aralık 2008), Ortaoyuncular Yayınları.
  • Elveda SSK, roman, (Aralık 2005), Ortaoyuncular Yayınları. 
  • Hacı Komünist, günlük, (Şubat 2005), Ortaoyuncular Yayınları.
  • Eşeğin Fikri
  • Rum Memet
  • FerhAntoloji
  • Kalemimin Sapını Gülle Donattım
  • Falınızda Ronesans Var
  • Oteller Kitabı
  • Denememeler
  • İngilizce Bilmeden Hepinizi I Love You
  • Güle Güle Godot
  • Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı
  • Düşbükü
  • Ayna Merdiven
  • Kazancı Yokuşu, (1977).
  • Gündeste
  • Afitap'ın Kocası İstanbul
  • Şahları da Vururlar
Filmleri
  • Son Ders: Aşk ve Üniversite - Saffet Ercan Hoca (2008)
  • Pardon - İbrahim (2004) (Şensoy'un senaryosu)
  • Şans Kapıyı Kırınca - Presidente Carlos ve Kuddusi Yurdum (2004)
  • Büyük Yalnızlık (1989)
  • Bir Bilen (1986)
  • Parasız Yaşamak Pahalı (1986)
  • Köşedönücü - Köşedönücü (1985)
  • Kızını Dövmeyen Dizini Döver (1977)
  • Aşk Dediğin Laf Değildir (1976)
TV Dizileri
  • Boşgezen ve Kalfası - Boşgezen (1995)
  • Varsayalım İsmail - İsmail (1991)
  • Şey Bey (1986)
  • Köşedönücü - Köşedönücü (1984)
  • Sizin dersane - Adnan Pazarlama (1979)
  • Evdekiler (1978)
  • Giyim Kuşam Dünyası (1978)
  • Bizim Sınıf (1978)
  • Caniko (1976)
Ferhan Şensoy Hakkında Söylenenler

Ekşi Sözlük:
  • mükemmel bir mizah anlayışının, engin bir kültürle kaynaşıp halvet olduğu, doğru kişiler olursa megalomaninin zararı olmadığını bizler ispat etmiş türk tiyatrosunun ve edebiyatının atan kalbi.
  • öldükten sonra türk tiyatro tarihinin en önemli adamlarından biri olucak, yazdığı oyunlar basılıcak her biri oynanıcak. keşke yaşarken olsa bunlar. süper bi adam.
  • bazen eger bende onu tv reklamlarında tanımı$ olsaydım sevmezdim diorum iiki öle olmamış, ortaokul yıllarında tesadufen(ole iste olm yazın kitap oku dediler bende onu aldım) alıp tapmaya basladıgım deha. turkiyenin gorup gorcegi en birikimli insanlardan biri, her kitabı bana ayrı bir pencere oldu...boris vian ı,bertold brecht i,karl valentin i, hatta şah rıza yı ondan örendim erken yaşlarda.. gençlik yıllarında son derece asabi ve korkusuz olması başına buyuk işler açmamışta diildir->tiyatrosunun kundaklanması olayı... ama şimdi sanatı açısından en verimli döneminde mükemmel de bi ailesi var... vişne pahçesu benide pek tatmin etmedi ama genede farklı bir deneme... ee üstadım dilin diyalektigide kıkırdaksız oluyor...
  • kavugunu vereceği birisinin henüz var olmadığını düşündüğüm, çocuklugumdan beri beni en çok etkileyen oyuncu. fincan hanım'ı, davlumbaz bey'i, pijamasını pantolonun içine giyen konfüçyanist'i, aşkımızın gemisi fındıkkabuğu'nu, üç kurşunluk opera'yı, "nassı yaaa???" sözünü vs vs vs vs hayatıma sokan kişidir.
    bir tek köhne bizans'ı sevmemişimdir. (geliyorumyus, işiyorumyus... baymıştı yani kusura bakma usta.)
Uludağ Sözlük:
  • çok yeteneksiz,soğuk bir insan.an itibariyle tv makinasında boktan esprileriyle,rating kaygısındaki okan'a soğuk terler döktürmekle meşguldür.
  • medyada sık yer almadığı için insanların antipatik bulduğu, tek kişilik oyununun şiddetle izlenmesi gereken tiyatrocu, yazar. Bu ülkenin az sayıdaki gerçek aydınlarından biridir kanımca, fakat diğer yurdum aydınları gibi pasiftir. 
  • antipatik,nefrete müstehak canlı..iki kitap okudu diye kendini insanlardan üstün gören,ondan farklı olanların ülkede haybeden yer kapladığına inanan boş insan..gereksiz oksijen tüketicisi..
  • beşbenzemez, ve fakat, lan... bey, sayın, hassiktir,aç parantez,brecht sözcüklerini sıkılkla kullanan, argoya rönesansını yaşatan laf ustasıdır.
  • mükemmeL oyuncu , yazar...kimi zaman deLi , kimi zaman usLu..kimi zaman komik , kimi zaman ciddi..Lafını hiç esirgemeyen , topLumsaL sorunLarı çok güzeL işLeyen , türkiyede orta oyununu sürdüren insan...
  • kendisi bir öğretmen değil,bir bilgedir.
    öğretmenin öğrencisi olmak belirli bir seviye gerektirmez;öğretmen nasıl olsa her seviyeye inen meşkatli bir yolun yolcusudur.
    bilgenin öğrencisi olmak,belirli bir zeka seviyesi gerektirir.
    herşeyi açıktan öğretmez bilge,bazen sustuğunda da birşeyler öğreten bilge;ferhan şensoy'un ta kendisidir.
İTÜ Sözlük
  • gündeste diye güpgüzel şiir kitabı olan bir şairdir de aynı zamanda.
  • -beni ben mi delirttim?- adında 3 kişilik bi tiyatro oyunu vardı.oyundan gözlemlediğim kadarıyla psikolojik çözümlemeleri ii analiz ediyor fakat asıl gelmek istediğim ve takdir ettiğm nokta ise oyunun samimiyeti idi.oyun seyirciyle beraber yürüyordu ve bu etkileşimi saglayan insan da ferhan sensoy du. 


  • bize türkçe'nin gayet şahane bir dil olduğunu gösteren yazar...
Facebook Tiyatro Sayfası: (Katkılarından dolayı sayfa yöneticisi Çiçek Koç Hanımefendi'ye teşekkürler)

  • Ben sadece filmlerini izledim ama bence abartısız ve sade yani iyi ve doğal oynuyo
  • Kendini orta oyununun lideri ilan etmesiyle gözümden düşmüş bir oyuncu..
  • kahraman bakkal süper markete karşı oyununu sahnelemiştik ki sinema filmleri sade ama güzel ama gerek yazdığı oyunlar gerekse sahnelediği oyunlar çok daha güzel bir oyuncu ve oyun yazarı olarak çok iyi.
  • "kahraman bakkal s... Devamını Görüper markete karşı" oyununu çalışmaktayız 21 nisanda sahneye koyacağız. "Soyut padişah" adli eserini de yine başka bir grubun yorumuyla sahnede izledim. ve "parasız yaşamak pahalı" eserini okudum. okurken, izlerken ve oynarken fark ettiğim bir şey var. öyle ince espriler ve dokundurmalar yapmış ki hayran olmamak elde değil... sadece güldürmek amaçlı değil toplumun sorunlarına da çok başarılı bir şekilde parmak basan ve bunu karşıt fikirdekileri bile gülümsetebilecek şekilde inceden yapabilen yazar, oyuncu, büyük bir sanatçı, büyük bir insan...
  • hayatta dik duran, kendinden ve düşüncelerinden asla taviz vermeyen, lafı tam gediğine oturtan ve bunları eserlerine serpiştiren, tam kominist oyuncu ve oyun yazarı....
  • 10 numara oyuncuu tartışmamm :)
  • tarzının dışına çıkmayan, bunu oyunculuğunada yansıtan bir usta..... başarısını tartışmak isteyen olacağını sanmıyorum
  • çok büyük bir usta...Muhsin Ertuğrul'dan sonra Türk tiyatrosuna en büyük katkıyı yapan büyük tiyatrocu...yepyeni bir solukla tiyatronun özgürlükçü yanını yansıttı eserleriyle...Yaşayan Efsane derler ya o adam işte Bu ADAM --Ferhan Şensoy-

Biyografi Vikipedi'den; hakkında söylenenler Ekşi Sözlük, Uludağ Sözlük ve İTÜ Sözlükten alınmıştır.

    Devlet Tiyatroları’ndan Yeni Bir Sahne Daha!..

    1 Ekim 2009 tarihinde, kuruluşunun 60. yılına perde açan Devlet Tiyatroları; 60. yılında 60 yeni yerli oyuna ‘Dünya Prömiyeri’ni hedeflemesinin yanı sıra sahne sayısını da 60’a ulaştırma çalışmalarını sürdürüyor.

    Bu çalışmalar çerçevesinde; Beykoz Ahmet Mithat Efendi Sahnesi’ni 28 Aralık 2007, Malatya Devlet Tiyatroları Sahnesi’ni 19 Aralık 2008’de açan Devlet Tiyatroları; 24 Aralık 2008 tarihinde Elazığ Devlet Tiyatrosu, 31 Mart 2009 tarihinde Samsun Tiyatrosu, 04 Mart 2009 tarihinde İzmir Soyer Kültür Sanat Sahnesi’ni, 3 Nisan 2009 tarihinde Çorum DT Sahnesi’ni, 10 Nisan 2009 tarihinde İstanbul Üsküdar Tekel Sahnesi’ni, 17 Nisan 2009 tarihinde İstanbul Üsküdar Stüdyo Sahnesi’ni, 1 Ekim 2009 tarihinde Konak Melek Ökte Sahnesi’ni, 13 Ekim 2009 tarihinde Ankara 75.Yıl Sahnesi’ni, 17 Kasım 2009 tarihinde İstanbul Küçük Sahne’yi, 24 Kasım 2009 tarihinde Küçükçekmece Sahnesi’ni, 15 Ocak 2010 tarihinde Zonguldak Devlet Tiyatrosu’nu açtı.

    Kahramanmaraş Devlet Tiyatrosu ise Devlet Tiyatroları’nın 51. sahnesi olarak 12 Mart 2010 Cuma günü Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın katılımı ile düzenlenecek törenle açılacak. 
    Tören sonrası Ankara Devlet Tiyatrosu’nun sahnelediği Ödüllü oyun “GENÇ OSMAN” temsil edilecek. Sanat Kurumu’nun 2008-2009 Tiyatro Ödüllerinden ‘En İyi Giysi Tasarımı’ ve ‘En İyi Işık Tasarımı’ ödüllerini alan “Genç Osman”, 13 Mart Cumartesi günü matine ve suarede sanatseverlerle tekrar buluşacak. Turan Oflazoğlu’nun yazdığı, Şakir Gürzumar’ın yönetmenliğini yaptığı oyunun dekor tasarımı Sertel Çetiner’e, giysi tasarımı Gülümser Erigür’e, ışık tasarımı Şükrü Kırımoğlu’na, müziği Can Atilla’ya, koreografisi Handan Özer’e ait oyunda; Akın Erozan, Tolga Tuncer, İlhan Kantarcı, Kutay Sungar, Ahmet Erkut, Nusret Şenay, Cahit Çağıran, Kayhan Sarıgöllü, Uğur Kaya, Mine Medya Haktanır, İnsan Sanıvar, Neşe Baykent, Füsun Akay, Fikret Ergin, Halit Güngör, Nejat Armutçu ve Efe Ünsal, Sibel Durak, Evren Tuncer, İbrahim Korumaz, Murat Beşik, Pascal Timur Mattei, Zeki Tüzün, Nazlı Polattaş, Ülker Kılıçaslan, batu Ergün, Cihan Kaymak, Volkan Özman, Çağılhan Öztornacı, Çağlar Ekinci, E. Irmak Bavkır, Erdem Serkan Saraç, Aytek Şayan, İlhan Deliktaş, İrfan Atav, Kadir Samet Karaman, Kıvanç Değirmenci, Nazım Hikmet Çalışkan, Sabri Akdemir, Velican Demirel, Okan Koç, Atalay Şahin, Burak Soyak, Cengiz Aydoğan, Engin Bostancı, Eren Demir, Ferhat Kıratlı, Fırat Güngör, Hüseyin Erdoğan, Hüseyin Sinan Hürkardeş, Kartal Can Ermiş, Kayhan Çelik, Onur Sarıaltın, Orhan Kara, Ömür Eliaçık, Selaaddin Safa Yetişen, Sercan Özyazıcı, Serkan Ulus, Tarık Şengil, Serkan Çalık, Hasan Üreten ve İpek Gürol rol alıyor.  “İnsanlığın üstün bir anlayışa yükselmesi ancak büyük birinin batmasıyla olur bazen. Halkın gecesine Tanrı’nın uzattığı yeni tutuşmuş bir meşaledir bu ölüm. Yüz bin güneş birden ışık salsa, onun kadar genişletemez bilinç ufuklarını…”

    Aynı sahnede 17, 18 Mart tarihlerinde İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun sahnelediği “LOZAN” izlenebilecek. Memet Baydur’un yazdığı, Mahmut Gökgöz’ün yönetmenliğini yaptığı oyunun dekor ve giysi tasarımı Serpil Tezcan’a, ışık tasarımı Serhat Akın’a, müziği Nurettin Özşuca’ya ait. Ozan Uçar, Nişan Şirinyan, Ali İpin, Mutlu Güney, Umut Demirdelen, Burak Şentürk, Şahin Çelik,  Hakan Vanlı, Cenk Sözeri, Sinem Sezer, Gülhan Gökçe Cenar, Şeyda Pektok, Rezzak Aklar, Vasıf Koçak ve Evren Taştimur rol aldığı oyunun konusu; “Kimi zaman barışı korumak ve tesis etmek, savaşmaktan daha meşakkatlidir.” Kurtuluş Savaşı’nın ardından Lozan’da barış görüşmeleri için masaya oturan İsmet Paşa’yı savaştan daha güç bir süreç beklemektedir. Önemli olan savaşı kazanmak değil, diğer milletlere bunu kabul ettirebilmektir.

    24, 25 Mart tarihlerinde ise Pervin Ünalp’in yazdığı, Nesrin Üstkanat’ın yönetmenliğini yaptığı Ankara Devlet Tiyatrosu’nun diğer başarılı yapımı “GEÇ KALANLAR” izlenebilecek. Dekor tasarımı Işın Mumcu, giysi tasarımı Sevgi Türkay, ışık tasarımı Osman Uzgören tarafından hazırlanan oyunda; Füsun Günuğur, Levent Şenbay, Dilara Keyf Günüç, Deniz Alver Çamlıdağ rol alıyor. “Geç kalanları göstermek istiyoruz… Yolun başında olanlar gecikmesin diye… Çok fazla zamanımız yok. Hemen, şimdi, şu anda söylenmeli ve yaşanmalı… Ne söylenecekse… Ne yaşanacaksa… Seyircimize mesajımız basit aslında. “hayat ‘seni seviyorum’ demeyi erteleyecek kadar uzun değil”… Hepsi bu…”

    31 Mart ve 1 Nisan tarihlerinde Diyarbakır Devlet Tiyatrosu’nun “ÖLÜMÜ YAŞAMAK” adlı oyunu sahnelenecek. Orhan Asena’nın yazdığı, Tamer Levent’in yönetmenliğini yaptığı oyunun dekor tasarımı Hakan Dündar’a, giysi tasarımı Sevgi Türkay’a, ışık tasarımı İzzettin Biçer’e ait. Ebru Nil Aydın, Filiz Kılıç, Pınar Gün, Şıvan Binici, Yurdaer Okur, Ali Çelik, Uğur Çınar, Murat Bölük rol alıyor. “İki aile arasındaki kan davası anlatılmaktadır. Yerel Kültürel motiflere de yer verilen oyunda kan davasının etkisine maruz kalanların gözünden törenin ne demek olduğunu barış sağlamak için vicdan, akıl ve hümanizm yoluyla kendi ailesi başta olmak üzere bütün köyü karşısına alan Mustafa’nın çırpınırcasına mücadelesi.”

                472 Seyirci kapasiteli Kahramanmaraş Devlet Tiyatrosu; birbirinden farklı ve seçkin eserleri her hafta sanatseverlerle buluşturmaya devam edecek.



    Çöp girdapları, denizlerdeki yaşamı yutuyor

    Okyanuslardaki çöp girdapları büyüyor. Bilim insanları endişeli... Çöp girdapları ile başa çıkmak için çaba harcıyorlar...Pasifik Okyanusu'nun ortasında büyük bir çöp girdabı olduğu biliniyor.

    Bu girdapta plastik çöpler yüzüyor. Bilim insanları bu çöp girdabını okyanuslardaki akıntıların biraraya getirdiğini düşünüyorlar.

    Dünya okyanusları içinde beş tane büyük çöp girdabı olduğu biliniyor. Okyanuslardaki çöpler iki büyük soruna neden oluyor. Birincisi deniz canlıları bu plastik çöpleri yutuyor ve boğularak ölüyorlar. İkincisi ise güneş ışınları plastik çöplerdeki bazı zararlı kimyasalların çözülmesine neden oluyor. Bu da okyanus ve denizlerdeki doğal dengeyi tamamen bozuyor.

    "5 Girdap" adlı organizasyon bu çöp girdaplarını araştırıyor. Organizasyon üyeleri dünya okyanuslarındaki çöp girdaplarını tek tek inceleyecekler. Bu sayede denizlerdeki plastik kirliliğinin de haritası çıkmış olacak.
    "5 Girdap" organizasyonu üyeleri internet sitelerinde onları harekete geçiren nedenleri şöyle anlatıyorlar: "Bugün yaşadığımız dünyaya bir bakın. Yediğimiz, içtiğimiz, kullandığımız hemen herşey plastik ambalajlarda. Bu malzeme öyle bir malzeme ki yıllarca bozulmadan durabiliyor. Peki bunları attığımızda ne oluyor? Bizim anne babalarımız daha önce geri dönüştürülebilen, tekrar kullanılabilen cam kavanozlar, metal kaplar kullanırlardı.
    Oysa bugün çöp alanlarımız plastik ambalaj malzemeleri ile dolu. Bugün üretilen plastiklerin yalnızca % 5'ini geri dönüştürebiliyoruz. Peki geri kalanlarına neler oluyor? % 50'si çöp alanlarına gömülüyor, bir kısmı kullanılmaya devam ediliyor bir kısmı ise doğaya bırakılıyor. Dünya üzerinde plastik, büyüyen bir sorun haline gelmeye başladı. Denizlerdeki yaşamı etkiliyor. Plastik çöplerin bir kısmı denizlere atılıyor. Denizlerdeki çöpler, büyük akıntılarla biraraya geliyor. Bunlar da okyanuslardaki çöp girdaplarına dönüşüyorlar. Yalnızca Kuzey Pasifik Girdabı'nda çöpler Amerika Birleşik Devletleri'nin iki katı büyüklüğünde bir alanı kaplıyorlar. Tabii bu hareketli bir alan ve mevsimlere göre büyüklüğü değişebiliyor...  Bu girdaptaki plastik çöpler onlarca yıl kalacaklar. Şu ana kadar yapılan araştırmaların büyük bir kısmı Kuzey Pasifik'teki çöp girdabı üzerinde yoğunlaştı. Ama bunun
    "5 Girdap" organizasyonunun üyeleri okyanuslarda buldukları ile bu resmi oluşturdular...

    dışında bilinen 5 büyük girdap daha var. Büyüklerin yanısıra Antartika ve Alaska'daki küçük girdapları da unutmamak gerek. Şu anda deniz bilimciler dünya okyanuslarındaki plastik kirliliğinin boyutlarının tam olarak ne olduğunu bilemiyorlar... Deniz memelileri, deniz kaplumbağaları, balıklar... Tüm bu canlılarını vücutlarında artık plastik kalıntıları bulunuyor. Denizde yaşayan canlılar plastikleri yutuyorlar. Bu da bir kısım deniz canlısının ölümüne neden oluyor. Unutmamak gerekir ki, plastik çöpler artık denizdeki yaşama girdi. Peki bunlar yediğimiz deniz canlıları yoluyla bizim bedenimize de girmiyor mu? Bu işin tek çözümü var. Alış veriş yaparken plastik ambalajlardan uzak durmak.
    Denizlerde sadece plastik ambalaj malzemeleri yok. Kimi zaman koca bir uçağın gövdesini de bulmak mümkün...



    Gerçek Demokarasi Ne Demektir?-Cemil Taşkıran

    Sözcüğün tarihi eski Yunan devirleri olan m.ö 6 ve 7 yy'lara kadar gitmektedir. Halk gücü anlamına gelen demokrasi, çağlar boyunca değişik düşüncelere konu olmuştur.
    Bir toplumda demokrasinin işlevi olması için o toplumun öncelikle ekonomik açıdan gelişmiş olması gerekir. Çünkü devletler güçlü oldukları sürece kendi toplumuna demokrasiyi yansıtır. Ancak demokrasi geri kalmış toplumlarda baskıcı bir yönetimle eşdeğer olur ve toplum içinde belirli hakların kısıtlanmasına ortam hazırlar. Demokrasi bu yönde her ne kadar olumsuz tepkilere maruz kalsa bile baskıcı ve otoriter yönetimlerde bu doğal bir uygulamadır. Çünkü bir topluluk sınırları içinde birden çok fikir akımı olmaktadır. Bu fikirlerin çatışması bireyleri çatıştırır, devleti zayıf duruma sürükler. Bu durumda yöneticiler fikirlerin sadece duruma uygun olmasına bakmakta ve ona göre değer vermektedir.
    Toplumların kısmi bölümü fonksa haberdardir. Bunu uygularken hukuk kavramları çerçevesinde hareket ederler. Ancak her şey demokrasi adına yapılmaz. Tüm bireyler için sorumlu bir demokrasi anlayışı mevcuttur ve bu durum toplumun değer yargılarıyla uyumlu olmalıdır. Devlet ise demokrasi kavramına önem verip halkı adına destek çıkmalı ve onu hukuklar sentez bir kurum haline getirmelidir.
    Demokrasi, ancak kendisi için uygun koşullarda ve durumlarda var olur. İnsanların bir ortak sözleşmesidir. Her kişi görevini en iyi şekilde yerine getirdiği taktirde toplum içinde demokrasi kavramı hakettiği yer bulur. Toplumun normlarına uygun, gelenek ve göreneklerle uyuşan, genel kitleye hitap eden ve fikirler arasında çatışmaların yerine uzlaşının sağlanmasının da ön aracı olmalıdır. Çoğunluğun görüşlerine değer verilirken azınlıkların da görüşlerine destek cikilmali ve ortak fikirlere yansıtılmalıdır. Her şey demokrasiyle şekillenir ve değer verildikçe gelişir.
    Cemil Taşkıran

    Demokrasi - Esra Savga

    Demokrasi, tüm sorunlarımızı çözeceğini sandığımız ve belki de tüm sorunlarımızın çözümünün yattığı sihirli sözcük. Günlük hayatta çok duyup kullandığımız demokrasi hakkında ne biliyoruz, neleri doğru olarak biliyoruz? Demokrasi uzun yıllar boyunca tartışılan hatta tam anlamıyla tanımlanmayan bir kavramdır. Demokrasinin ne olduğu hakkında birçok farkllı tanım ortaya atılmıştır. Ancak; Barry Holden’in tanımından yola çıkarak demokrasiyi tanımlamak gerekirse; "Demokrasi kamu siyasetine ilişkin önemli sorunlar hakkındaki temel belirleyici kararları bütün halkın pozitif veya negatif olarak aldığı ve almaya yetkili olduğu siyasal bir sistemdir."
      Demokrasi kavramı ilk defa Yunanlılar'da ortaya çıkmıştır. Aslında Yunan siyasi düşüncesine demokratik niteliğini veren husus Atina demokrasisinin uygulaması olmuştur.Atina vatandaşları siyasi partiler şeklinde örgütlenmemişler; buınun yerine “Oligarklar" ve “Demokratlar” olarak iki gruba ayrılmışlar. “Eklesia” adında şehir meclisinde toplanır her ayın ilk toplantısında yasa teklifleri verilirdi. Yunan döneminden sonra ortaçağ boyunca demokrasi etkinliğini yitirdi. Ancak ondan sonra özellikle yeniçağ ve aydınlanma çağı döneminde demokrasi kavramının tekrar ortaya çıktığını görüyoruz. Özellikle Fransız Devrimi, eşitlik, adalet ve özgürlük gibi kavramlarla demokrasinin adeta dönüm noktası olmuştur. Bu dönemden sonra demokrasi gittikçe etkinliğini arttırarak günümüze kadar gelmiştir. Şu an bizim ülkemiz de dahil birçok ülkede demokratik bir yönetim şekli görülmektedir.
      Demokrasinin en önemli gereklerinden biri de siyasi partilerin kurulmasıdır. Ülkemiz de daha önceki başarısız denemelerden sonra 1940’lı yıllarda Demokrat Parti'nin kurulmasıyla çok partili hayata geçti. Şu an dünyanın hemen hemen bütün ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de birçok farklı görüşü temsil eden siyasi parti bulunmaktadır. Bunlar demokrasinin vazgeçilmezleri olup ülkede düşünce renkliliğinin oluşmasında etkin bir role sahiptirler. Halk da kendi görüşüne hitap eden siyasi partiyi seçim mekanizmasıyla iktidara getirir. Bu şekilde en fazla sayıda kişinin en büyük mutluluğu sağlanmış olmaktadır. A.D. Lindsay demokrasiyi ayakkabıya benzeterek; "Nasıl ki ayakkabının ayağını nereden sıktığını ancak onu giyen biliyorsa aynı şekilde hükumet politikalarının etkisini de ancak halk bilir." Lindsay bu sözüyle demokraside seçimlerin vazgeçilmez olduğunu vurgulamıştır. Demokrasi yalnızca siyasi partilerle sağlanmaz. Demokratik bir ülkede siyasi partilerin yanı sıra eşitlik, özgürlük, adalet gibi kavramların da tam anlamıyla oturması lazımdır. Eşitliğin sağlanabilmesi için aynı statüdeki kişilere aynı muamelenin yapılması gereklidir. Özgürlüğün sağlanabilmesi için de kişilerin düşüncelerini ifade edebilmeleri ve başkalarının haklarını ihlal etmedikleri sürece istedikleri yaşam tarzını sürdürebilmeleridir. Adalet ise bir toplumda hukukun sağlanmasıdır. Demokraside bu ilkeler vazgeçilmez olup demokrasinin tam anlamıyla sağlanması için yerine getirilmeleri zorunludur. Halkın hepsinin olmasa da çoğunluğunun isteklerinin tam anlamıyla yerine getirilmesi demokrasiyle sağlanır; ancak günümüzde İsviçre’nin bazı kantonları dışında demokrasi hiçbir ülkede gerçek anlamda uygulanmamaktadır. Çünkü ülkelerin nüfuslarının artmasıyla her kararın alınmasında halka başvurulamamaktadır. Demokrasi vazgeçilmez bir yönetim şekli olup ülkemizde de gün geçtikçe tam anlamıyla sağlanabileceğine inanıyorum.

    Esra Savga

    Demokrasi... - Murat Mutlu

    Demokrasi... Onlarca düşünce geçiyor aklımdan bu kelimeyle ilgili. Kelimenin ilkel uygulanışını gördüğümüz Eski Yunanistan, Eski Yunan demokrasisi tarafından idam edilen Sokrates, Sokratesin idamıyla kelimeye düşman olan Platon, Magna Cartha, Fransız Devrimi, ilan edilen iki Meşrutiyet, kurulan demokratik devletler, partiler, yetşen/yetiştirilen demookratik beyinler; demokrasi için -gerçek demokrasi için- yapılanlar, demokrasi götürmek için çıkartılan savaşlar, öldürülen, hapsedilen, sürgün edilen milyonlar... Bunca hengame arasında bu kalemin kendini nerde gördüğü sorusu da ekleniyor sonuna soru işareti konulacak cümlelere.
                Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: "Bir toplumun insana yaraşır şekilde yaşaması için baştakilerin her şeyden önce o toplumu bilgeliğe sahip olması gerekir. Demokratik yönetimlerin ön koşulu olan seçimle iş başına gelenlerin o bilgelilğe sahip olmaması bu yönetim şeklinin temelinden kaymasına neden olur. Çoğunlupun görüşünü toplumda tek görüş olarak hakim kılmak, azınlık görüşlerine önem vermemek hatta sakıncalı bulup çeşitli baskı unsurlarıyla bunları susuturma bu kaymanın en tehlikeli boyutudur. Toplumun minmyatürü olan ailede dahi farklı görüşler varken, aynı devlet çatısında yaşayarak toplum sözleşmesini imzalayan insanların farklı düşüncelere sahip olmaları kaçınılmazdır ve bu normaldir. Bu görüş farklılıklarından dolayı çıkabilecek çatışmların en aza indirilmesi için öncelikli görev yine toplumun kendisine düşüyor. Sempati duydukları için değil, devleti yönetebilecek, çatışmaları engelleyebilecek, varolan çatışmaları bitirebilecek, bitirmek için samimi bir gayret gösterebilecek, kişiyi lider olarak seçmek bu görevin birinci safhasıdır. Diğer bir deyişle toplumdaki tüm düşüncelere saygı duyan, demokrasiyi hazmetmeyi başarmış bir lider.
                Evet, haklısınız; çatışmalar her zaman olacaktır. Sonuçta insan kendisiyle bile çatışıyor. Ancak önemli olan; düşünceler arasındaki çatışmayı toplumun tek sorunu gibi gündeme getirmek, karşıt düşünce(y)leri, susturmak, düşüncelerinden dolayı cezalandırmak değil bunların aksini yani saygı duymak, ifade edilmesini sağlamak, uygun platformlarda tartışma zemini yaratmak ve radikallere karşı politikalar üretmektir. Peki kim yapacak bunları? Elbette seçimle iş başına gelen yönetim ve toplum. Oysa duruma şöyle tepeden baktığımızda; saygı duyulmayan, ifade edilemeyen, tartışmadan çatışanların fotoğrafını çekiyoruz.Sırf ülkemiz için değil, dünya için de bu durum aynı. Görevini iyi yapamayan halk(lar)ın seçtikleri radikallere göz yumuyor, hatta destek veriyor.
                Bakınız; 11 Eylül'ü gerçekleştirenler radikaldi, 11 Eylül'den sonra Afganistan'a, Irak'a saldıranlar radikaldi, bugün aynı devletin başına geld,kten sonra sırf olumlu bir rüzgar estirdi diye Nobel Barış Ödülünü alan radikal, komşumuz İran radikal, Ortadoğu'yu kana bulayanlar radikal, uzaklara gitme; uzak değil; başımızdakiler radikal! Dün bu dünyayı kana bulayanlar radikal, bugün aynı dünyayı kana bulayanlar radikal.
                3. kez söylüyorum; en büyük görev öncelikle toplumun. Toplum, sempati duyduğu için (sempatiyi geniş tutun) değil bir ülkeyi yönetebilcek, topluma huzurlu bir ortam sunabilecek kişileri seçmek. Günümüz dünyasında belli bir güce sahip olan tüm devletlerin toplumları bu hakka sahip, gücü olduğu için Dünya'yı kana bulayan tüm devletlerin toplumu bu hakka sahip.
                Dünya'nın kana bulandığını düşünüyorsanız sahip olduğunuz hakla seçtiğiniz kişileri yine sahip olduğunuz hakla görevden alın ve bırakın toplumu yönetebilecek bilgeliğe sahip olmasını, insan olmanın getirdiği bilgeliğe sahip olan kişileri seçin.
    Murat Mutlu