Kıbrıs'ta İsyan / Murat Mutlu
Türkiye'nin dış ilişkilerinde özellikle AB ilişkilerinde ciddi bir sorun haline getirilen Kıbrıs ve Kıbrıs'taki Türk-Rum ilişkilerinin hâlâ normalleşmemesi ya da normalleştirilememesi bir yana yazarın siyaset dozunu çok az kullanması, belgelere dayanarak ortaya koyduğu 1931 İsyanı'nı tamamen bilimsel açıdan ele almış olması kitabın artı özelliklerinden.
Zafer Çakmak, kitabın asıl konusuna geçmeden önce Kıbrıs'ın Osmanlı egemenliğindeki durumunu, nüfus bilgileri ve İngiltere'ye hangi şartlar altında devredildiğini anlatmış. Bu bilgiler çok kısa olmasına rağmen Kıbrıs konusuna uzak olanların kafasında kaba bir çerçeve çizmeye yetiyor.
1830 yılında bağımsız Yunan devletinin kurulması Kıbrıs Rumları üzerinde de etkili olmuş, bundan sonra Fener Rum Patrikhanesi, Kıbrıs Rum Ortodoks Klisesi ve sonradan İngiliz sömürge yönetiminin kurduğu Yasama Konseyi'nin Rum üyeleri tarafından Enosis talebi sürekli dile getirilmiştir.
Yunanistan başbakanı Venizelos'un İngiltere desteğini kaybetme endişesi yüzünden Enosis karşıtı konuşmalarına rağmen Enosis ideali Yunanistan'da da tarafatar bulmuş hatta buradaki isyan yanlısı örgütlenmeyi eski cumhurbaşkanı Amiral Paul Coundouritos'un başında bulunduğu Kıbrıs Komitesi yapmıştır.
İsyanın başlamasındaki en önemli isim olan Kitium Psikoposu Nicodemos Mylonas'ın bildirisi hakkında Kıbrıs'ın İngiliz valisi Storrs'un ("...bildiride yer alan önemli bilgiler psikopsun tarzı değildir ve muhtemelen de Kyrou tarafından yazılmıştır...") yaptığı yorum Yunanistan'ın Kıbrıs konsolosu Kyrou'nunda isyanda etkili rol oynadığını göstermektedir.
Mylonas bildiriden sonra Limasol'da halkın sömürge yönetimine isyan etmesine yönelik kışkırtıcı bir konuşma yapmış; Limasol ileri gelenelerinden Lanitis bu konuşmayı abartılı bir telgrafla Lefkoşa'ya bildirmiş. Enosis taraftarı Milli Kongre sekreteri Emilyyanidis bu telgrafı çoğaltıp kluplere göndermiştir. Bu sayede Limasol'daki mitingten kısa bir sürede haberdar olan Lefkoşa Rumları Limasol Rumları'ndan geri olmadıklarını göstermek için sokağa dökülmüştür.
Kalabalık vali konağını taşlamaya başlamış, takviye için gelenpolis arabalarını yakmıştır. Hızını alamayan isyancılar ahşap olan vali konağını da yakmıştır.
Olayların önünü alamayan Kıbrıs valisi Storrs'un isteği üzerine Malta'dan 4 savaş gemisi Mısır'dan da 7 savaş uçağı Kıbrıs'a yollanmış, bu sayede isyan bastırılmıştır. İsyan liderleri de tutuklanarak adadan sürgün edilmiştir.
İsyandan sonra hem Türkler hem de Rumlar eğitim,temsil, ekonomi vd. alanlarda İngilizler'in aldığı önlemler yüzünden sıkıntılar yaşamıştır. Yazar kitabın ikinci adına bağlı kalarak sadece Kıbrıs Türkleri'nin yaşadığı sıkıntılara ağırlık vermiş.
İngiliz sömürge yönetimi Yasama Konseyi'ni ve müftülüğü lağvetmiş, Evkaf Vekaletine de İngiliz yanlısı Münir Bey'i getirmiştir.Türkler'e ait okullar ya kapatılmış ya da birleştirilmiş; sadece alfabenin öğretildiği kitaplar serbest bırakılmıştır
1930'lardaki dünya ekonomik buhranından dolayı adadaki hemen hemen herkes borçlanmış; ancak borç veren sermayenin çoğunluğu Rumlar'ın elinde olduğu için Tükler bu durumdan daha çok etkilenmiştir.
Kıbrıs'ta İsyan kitabının en önemli eksiği olaya tek pencereden bakmış olması.
Kitap 1931 isyanının Türkler'e etkisini öğrenmek için ideal bir kitap.
Kitabın akıcı bir üsluba sahip olmasıysa bilimsel kitapların sıkıcı olduğunu düşünenleri haksız çıkaracak türden.
Yard. Doç. Dr. Zafer Çakmak
IQ Yayınları
Kırk İl'e Kırk Üniversite… - Cemal Aslan
Kendinizi birer kurban olarak düşündünüz mü hiç…
Zamanlama kurbanı…!!!
Ülkenin en ücra köşesindesiniz! Hani der ya yazar “Biz duyduğumuz habere şaşırırken, büyük şehirdekiler çoktan unutmuş oluyor…” öyle bir yerde düşünün kendinizi. Bütün Şansızlıklarda Sizi bulur. Misal; millet bilgisayar kurdu olmuş; oysa siz daha tanışmadınız bile bilgisayarla. Okuduğunuz okul ilçede ve ilçedeki Pilot Okul dediğimiz bütün yeniliklerin en başta orada uygulamaya geçtiği bir okul değil de daha çok ikinci planda duran bir okulda eğitim görüyorsunuz. Tam teknoloji ile tanışacaksınız ki mezun oluyorsunuz… Kısmet! Liseyi de Aynı yerleşim yerinde ve yeni yeni toparlanmaya başlayan ilçedeki tek lisede okuyorsunuz. Şansa bak son sınıfa geldiniz ve üniversiteye hazırlandığınız sistem değişiyor yeni sistem ise sizinle Kısmen alakası olmayan ilk kez göreceğiniz derslerden sorumlu tutuluyorsunuz. Bu arada bu lisede de bilgisayar laboratuarı yok siz mezun olmadan 1 ay önce kuruluyor ve siz mezun oluyorsunuz. Kısmet ne diyelim eğitim öğretime teknoloji özürlüsü olarak devam edeceksiniz.(!) Neyse; artık lise mezunu oldunuz ve üniversiteye hazırlanmak zorundasınız. (rakipleriniz lisede hazırlanırken siz mezun olduktan sonra hazırlanmaya başlıyorsunuz üniversiteye..) Ama yeni sistem ile yani bir nevi tekrardan lise okuyormuş gibi bir hazırlık olacak bu. Uzatmayalım görmüş olduğunuz o muhteşem eğitimden sonra kırk ile kırk üniversite denilen bir proje ile yeni açılmış henüz tamamlanmamış bir üniversiteye kıl payı yerleşiyorsunuz… Ama bir dakika yoksa bu eğitim sürecinde de mi hep yenilikler sizi arkadan kovalayacak… Peki, bu nereye kadar böyle sürecek. Akranlarınızdan bu yanardöner sistem kurbanı olan kaç kişi vardır acaba!
Gelelim bu 40 iLe40 Üniversite mevzusuna başta kulağa çok güzel geliyor değil mi? Güzel vatanımın her ilinde bir üniversite Bu Çok Güzel bir gelişme… Ancak! Bir Şehre Üniversite açmak yeterli midir? Ya da şöyle soralım Bu Üniversitelerin altyapılarını oturtma süreçleri içerisinde kaynayan öğrenciler… Ne olacak bu öğrenciler. Gördükleri Yarım Yamalak Eğitimden Sonra Nasıl Meslek hayatına atılabilirler. Yarın bunlar iş ister haklı olarak… Peki, Siz işverensiniz; güzel bir eğitimden sonra iş hayatına atılmış olan öğrenci mi? Yoksa eğitimi üniversitenin altyapısını kurmak ile arada kaynamış olan öğrenci mi? Zamanlama bu kadar kötü olur Ancak… Tekrar Soruyorum “Biz Birer Kurban mıyız? Zamanlama Kurbanı!!!”
Cemal Aslan
Muş Alparslan Üniversitesi SYO
Ekim 2009 Muş
apopüler Nedir ya da Hakkımızda
Öğrenciler dışında bazı yazarları daha olacak bu derginin en azından konuk yazar olarak yazılarını yazılarını yayınlamalarını istediğimiz birkaç kalemşor var. Bunlar şimdilik sürprizimiz olsun.
Neden apopüler
Başta da ifade ettiğim gibi popüler olmayan muhtemelen de hiç olmayacak bir dergi. Popüler olmak gibi bir derdimiz yok. Zaten günümüz popüler öğelerine baktığımzda (istisnalar hariç) insana, insanlığa faydası olmayan öğeler olduğunu görürüz. Bu dergi popüler olacaksa istisnalar grubunda olan bir dergi olsun istiyor ve bunun için çalışıyoruz/çalışacağız.
Renkler Hakkkında veya Neden Mavi, Gri ve Pembe?
Sondan başlayalım isterseniz. Bizce aşkın rengidir pembe. Bu yüzden dergi kelimesine pembe giydirdik. Gri soluktur ya da silik. Günümüz popüler öğelerinin çoğu bizler için soluk geldiği için "popüler"e gri'yi uygun gördük. ve mavi. Sizce de parlak bir renk değil mi mavi? Üstelik canlı. Deniz gibi... Bu yüzden popüler olmadığımızı belirten "a" harfine mavi'ı yakıştırdık. İstisnalar grubunda olmak isteyen popüler olmayan bir derginin deniz gibi canlılığını, hareketliliğini yansıtır diye...
Editörün ilk yazısında söyleyecekleri bunlar olsa gerek. Ha söylenecekler bitti mi? Elbette hayır. Ama sonraki sayıları beklemek lâzım söylenmek istenenler için...
Şimdilik hoşçakalın.
Mezbahane - Murat Mutlu
Dergiye yazılacak ilk yazı bu. Onun için güzel olmalı. İlk izlenim çok önemli ya. Evet evet güzel bir yazı olmalı Okuyan "Vay be, güzel yazmış!" demeli. Demeli de nasıl? Okuyucuya "vay be!" dedirtcek yazının konusu bile yok henüz.
Aşktan mı söz etmelii siyast mi yazmalı? Hayır, olmaz! Hem aşk hem siyaset konusunda herkes bir şeyler söylüyori yazıyor. Hem dünyadaki tüm konular bunlar mı ki bunlar yazılsın? Düşünüyorum... Ne olabilir?
İnsan olabilr mi? İnsanlık ya da? Evet bence insan olmalı ilk yazının konusu. Öldüren, öldürülen, yaşayan, yaşatan insana adanmalı ilk yazı. Sevgiliye adanmış onlarca yazıdan ne eksiği olacak? Hem sevgili tek kişiyken insan herkestir bazen de her şey...
Bu kez ister istemez düşünüyorum: Kötümser mi olmalıyım, iyimser mi? Kefe'nin kötümser tarafı daha ağır geliyor. Olayların sıcak olduğundan mıdır, unutamadağından mıdır bilmiyorum.
Geçen yılı hatırlayın. Mardin'in Bilge Köyü'nde yaşananları 44 kişi katledilmişti o köyde. bu olayın neyi sıcak bir yıl geçmiş üstünden Elazığ'daki katliamı hatırlayın. (kabul ediyorum çok magazinel) Münevver Karabulut"u hatırlayın. Ayrıntıları yazma ihtiyacı görmüyorum sağolsun basın(!) bu göreviğ layıkıyla(!) yerine getirdi.
Her gün onlarca belki de yüzlerce insan öldürülüyor! Bir hiç uğruna! Töreymiş, namusmuş, hırsızlıkmış... Adam / kadın öldürüldü diye töre mi kurtuldu, namus mu temizlendi, hırsızlık kökten mi btirildi? Hiç zannetmiyorum!
Hem sadece insanı mı öldürüyor insan? Çevrenize bakın, neleri öldürdünüze dikkat edin Bugüne kadar kaç canı canından ettik / ediyoruz...
Sevgiliye verilmek için gülü kopardık, oysa "Gül dalında güzeldir." diyen de insan değil miydi? Fabrikalar açtık insanlara daha iyi ve daha hızlı hizmet için. Bu kez de ağaçları, balıkları, havayı öldürdük.
Oysa her şey zaten insanın emrinde değil mi? İstediğimiz zaman (kurallar dahilinde) avlanıyor, kurr-ban kesiyoruz. Ama sırf "daha fazla" hevesi için daha fazla avlanıyoruz. Avlanma kelimesini geniş düşünmenizi istyiyorum.
Unutmayın, veren el almayı da bilir. Bugün canını insana veren doğa yarın insanın canını alır. Hiç mi örneği yok bu durumun?
Taş devrindeki insan daha rahattı. O devirde insan sadece canavarlardan korkuyordu; ama günümüz insanı her şeyden, ırkdaşından dahi korkuyor.
Kızıl Baron filminden bir replik: Dünyayı kanlar içinde yüzen bir mezbahaneye çevirmişiz.
Murat Mutlu
8 Ekim 2009
Elazığ