Al Gore ile İklim Turuna Çıkın


Aralık ayında Kopenhag'da yapılacak Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi için Google da harekete geçti.
Google earth içinde yapılan özel bir çalışma ile değişik "iklim" turları düzenleniyor. Bu sanal turlarda iklim değişikliğinin etkilerini görmek mümkün. İklim değişikliği ile ilgili farklı senaryolar, iklim sorununa çözüm önerileri bu turların konuları arasında.Google earth içindeki ilk iklim turunun adı "İklim değişikliği ile yüzleşme". Bu turda size Al Gore eşlik ediyor.

163 Yeni Canlı Türü Bulundu

Güneydoğu Asya'daki Mekong Irmağı bölgesinde geçen yıl 163 yeni canlı türünün keşfedildiği bildirildi.


Uluslararası Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF) tarafından yapılan açıklamaya göre, 2008 yılında ırmak boyunda vakıf bilim adamlarının yaptığı araştırmalarda bulunan yeni türler arasında 100 bitki, 28 balık, 18 sürüngen, 14 suda ve karada yaşayabilen havyan, 2 memeli ve 1 kuş bulunuyor.
Bunların yanı sıra Mekong boyunda 1997'den 2007'ye kadar da bin yeni tür listelendi.
WWF Büyük Mekong Programı Müdürü Stuart Chapman, "Binlerce yıldan sonra bu türler nihayet gün ışığına çıktığına göre, açık ki keşfedilmeyi bekleyen daha çok tür var" dedi.
Chapman, iklim değişikliğinin bu türlerin yaşam ortamını olumsuz etkilediğine dikkati çekerek, "Bazı türler iklim değişikliğine uyum sağlayabilecek, ama bazıları sağlayamayacak. Bu da türlerin kitlesel olarak yok olmasına neden olacak" görüşünü dile getirdi.
Uzmanlar, bölgede çok sayıda yeni türün keşfedilmesini, bölgede onlarca yıldır süren savaşların sona ermesiyle birlikte ulaşımın daha kolaylaşmasına ve bölge hükümetlerinin bitki ve hayvanları korumak için daha fazla yatırım yapmalarına bağlıyor.




Kaynak: Anadolu Ajnası



Toprak


Hava ve su gibi, canlıların yaşaması için vazgeçilmez unsurlardan bir diğeri de topraktır. Toprak, bitki örtüsünün beslendiği kaynakların ana deposudur..

Toprağın üst tabakası insanların ve diğer canlıların beslenmesinde temel kaynak teşkil etmektedir. Bir gram toprağın içerisinde milyonlarca canlı bulunmakta ve ekosistemin devamı için bunların hepsinin ayrı önemi bulunmaktadır. Toprağın verimliliğini sağlayan ve humusça zengin olan toprağın 1 cm lik üst tabakasıdır.

Dünyadaki toprakların ancak 1/10'inde üretim yapılabilmektedir. Ülkemizin arazi varlığının ise yaklaşık %36'sı işlenmekte, %28'i çayır ve mera, %30'u orman ve fundalık olup, geriye kalan bölümü diğer araziler içinde yer almaktadır. Ekilebilir arazinin ancak%11'i sulanabilmektedir.

Ülkemizin kullanılabilir arazi varlığının oranları



Toprak en önemli doğal kaynaklardan birisi olup; tarım dışı amaçlarla kullanılması, ağır metallerle kirlenmesi ve erozyon sonucu oluşan etkilerle kayıplara uğramakta ve verim düşmektedir. Kaybedilen toprakların yeniden kazanılması çok zordur.

1 cm. kalınlıkta ki toprak ancak birkaç yüzyılda oluşabilmektedir.

Toprak Kirliliği

Yirminci asrın başından itibaren modern tarıma geçilmesi ve sanayileşmenin hızlanması ile birlikte, toprak kirliliği de bir çevre sorunu olarak ortaya çıkmaya başlamıştır. Daha önceki asırlarda kullanılan güç ve enerji kaynaklarının yetersiz olması, nüfusun azlığı, endüstrileşmenin henüz gelişmemesi sebebiyle diğer çevre faktörlerinde olduğu gibi toprakta da herhangi bir kirlenme söz konusu değildi. Özellikle yirminci yüzyılın ortalarına doğru hızlı nüfus artışı ile birlikte, tarım ve diğer alanlardaki sanayi ve teknolojinin hızla gelişmesine paralel olarak toprak kirliliği de artmaya başlamıştır. Toprak kirliliği her geçen gün daha da ciddi boyutlara ulaşan önemli çevre problemlerinden birisini teşkil etmektedir.

Toprak Kirliliğine Sebep Olan Faktörler;
  • Yerleşim alanlarından çıkan atıklar, egzoz gazları, endüstri atıkları, tarımsal mücadele ilaçları ve kimyasal gübreler toprak kirliliğine sebep olan en önemli etkenlerdir.
  • Yerleşim alanlarından çıkan çöplerin boşaltıldığı alanlar ile kanalizasyon şebekelerinin arıtılmaksızın doğrudan toprağa verildiği alanlarda toprak kirliliği meydana gelmektedir.
  • Egzoz gazları, ozon, karbonmonoksit, kükürtdioksit, kurşun ve kadmiyum vs. gibi zehirli maddeler havaya yayılmakta ve solunum yolu ile büyük bir kısmı canlılar tarafından alınmaktadır. Geriye kalanı ise, rüzgarlar ile uzak mesafelere taşınmakta ve yağışlarla yere inerek, toprak ve suları kirletmektedir.
  • Toprak kirliliğine sebep olan diğer bir faktör de tarımsal mücadele ilaçları ve suni gübrelerdir. Tarımsal mücadele ilaçlarının bilinçsiz ve aşırı kullanımı sonucu, toksik maddelerin toprakta birikimi artmakta ve doğal ortamın kirlenmesine sebep olmaktadır.
  • Sodyum, fosfor, potasyum, kalsiyum, magnezyum, demir, çinko, bakır, mangan, bor gibi besin maddelerini içeren suni gübreler de aşırı ve bilinçsiz kullanım sonucu toprağın yapısını bozmakta ve toprak kirliliğine yol açmaktadır.
  • Endüstri tesislerinden çıkan ve arıtılmaksızın havaya, suya ve toprağa verilen atıklar çevreyi kirletmektedir.

Ayrıca; ormanların insanlar tarafından tahrip edilmesi, yakılarak tarla açılması, tarım topraklarının hatalı işlenmesi, mera ve çayırların bilinçsiz kullanımı, aşırı otlatma vb. sebeplerle oluşan toprak erozyonu, bugün dünyanın birçok bölgesinde olduğu gibi ülkemizde de en önemli çevre sorunlarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır.

Anız Yangınları
Yurdumuzda hububat hasadından sonra verimin yüksek olduğu ve saman sıkıntısı olmayan yıllarda, hububat alanlarının yaklaşık %30 'unun anızı yakılmaktadır.

Anızın çok kolay, çabuk ve masrafsız olarak yok edilmesinin sebebi; böcek ve diğer zararlılar ile çeşitli hastalıkların azaltılması, toprak işlemede kolaylık sağlaması ve daha yüksek verim beklentisidir. Bazı yararlar beklenerek anız yakmanın olumlu etkileri yanında pek çok olumsuz etkileri de bulunmaktadır.

a)Çevreye olan etkileri:
Hava kirliliğine sebep olması ve karayolunda görüşün azalmasıyla trafik kazalarına sebep olmasının yanı sıra; anız yangınları komşu tarlalardaki ürünlere ve meyve bahçelerine, telefon direklerine, yerleşim yerlerine, ormanlara ve pek çok yaban hayvanına zarar vermektedir.

b)Toprak özelliğine olan etkisi:
Anız yangınıyla yüzey toprağının organik maddesi yok edilmiş olur. Toprak için çok önemli olan organik maddenin; yağış sularının emilmesini ve tutulmasını sağlamak, kümeleşmeyi temin ederek erozyonla taşınmayı önlemek, toprağın havalanmasını sağlamak gibi önemli fonksiyonları vardır.

Anızın yakılması sırasında toprağın 1-3 cm.lik üst katmanının ısısı 50-750 C'ye kadar çıkmakta, bu sebeple mikroorganizmaların %70 'i zarar görmektedir. Halbuki topraktaki mikroorganizmaların faaliyeti sonucu organik madde parçalanır, ayrışır ve humus haline dönüşür.

Yapılan araştırmalar sonucunda anız yakmanın toprağın fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklerini bozduğu, verimliliği düşürdüğü ve biyolojik dengeyi olumsuz yönde etkilediği anlaşılmıştır. Bu nedenle modern tarımda anız yakmaya yer yoktur. Ülkemizde 1993yılından beri anız yakılması yasaklanmıştır.

Kaynak:Çevre ve Orman Bakanlığı
Bu Yazıyı Yazdır

Erozyon ve Çölleşme


Erozyon:

Toprağın bulunduğu yerden; yağışlar, sel suları, rüzgar, çığ vb. etkenlerle taşınması olayıdır.. 


Erozyon, topraklarımızın yok olmasına sebep olan etkenlerin başında gelmektedir. Ülkemizdeki erozyon Avrupa'dan 12, Afrika'dan 17 kat daha fazladır. Ülkemiz topraklarının %14'ünde hafif, %20'sinde orta ve %63'ünde şiddetli ve çok şiddetli derecede erozyon tehlikesi mevcuttur. Sadece %3'lük kayalık alan ise erozyona maruz bulunmamaktadır.

Erozyon sebebi ile toprağın verimi azalmakta, besin maddeleri yok olmakta, sular kirlenmekte, ürünlerde verim ve kalite düşmektedir. Ülkemizde erozyon sonucu her yıl 500 milyon ton verimli toprağımız kaybolmaktadır. 

Erozyon, nedenlerine göre şöyle sınıflandırılır:

1. Su Erozyonu:

Su erozyonu, diğer erozyon çeşitleri içerisinde en yaygın ve en etkilisidir. Eğimli arazilerde, vejetasyonun (bitki örtüsünün) zayıfladığı veya tamamen yok olduğu bölgelerde; yere düşen yağmur damlaları darbe etkisi ile bir kısım toprak parçasını yerinden kopararak parçalar. Böylece yüzeysel akışa geçen yağmur suları, bu toprak parçalarını sürükleyerek aşağılara taşır. Yüzeysel akış halindeki sular aşağılara indikçe, diğer yüzeysel akış suları ile birleşerek güçlenir ve giderek taşıma gücü de artar. Böylece akış sularının beraberinde taşıdığı toprak ve iri materyal miktarı çoğalarak, taşkın şeklinde akan ve büyük zararlara sebep olan seller meydana gelir. 

Su erozyonunun ileri boyutlarında büyük derelerin ve yarıkların oluşumu görülmektedir. Bu olayın diğer bir sonucu da, taban sularının yeteri kadar beslenememesi ve kuraklığa sebep olmasıdır. 

Yüzey toprağı besin maddeleri yönünden çok zengindir. Su erozyonu sonucu yüzey toprağının kaybolması, toprağı fakirleştirmekte ve toprağın verimini düşürmektedir. Bu erozyon çeşidi bütün ülkelerde görülmekte olup, erozyonla kaybolan toprak verimliliğinin yeniden kazanılması mümkün değildir. Rüzgar erozyonu ile mücadelede başarı sağlanmasına rağmen, su erozyonu ile mücadele çalışmalarında henüz yeterli mesafe alınamamıştır. 

2. Rüzgar Erozyonu:

Kurak ve yarı kurak iklime sahip bölgelerde yaygın olan rüzgar erozyonu; yeterli bitki örtüsü bulunmayan oldukça düz ve geniş arazilerde, gevşek yapıdaki kuru ve ince bünyeli toprağın şiddetli rüzgarların etkisi ile parçacıklar halinde yerinden oynatılarak, toz bulutları şeklinde yer değiştirmesi olayıdır. 

Rüzgar erozyonu ile toprakta yer yer çukurlar oluşur. Bu çukurlardan çıkan toprak, başka yerlerde toplanarak kum tepeleri meydana getirir. Rüzgar erozyonu; yolları, binaları ve su yollarını etkileyebilir, ayrıca tarımsal alanlarda hasara sebep olabilir. 

3. Çığ Erozyonu:

Çığ; yamaç üzerinde toplanan kar kütlesinin, yeni yağan karlarla aşırı yüklenmesi veya yamaçla bağlantısının zayıflaması halinde, herhangi bir etki ile dengesini kaybederek dağ yamacından aşağıya doğru kayması ve yuvarlanması olayıdır. 

Çığlar önlerine gelen engelleri tahrip eder, beraberinde toprak, taş ve ağaçları söker götürür. Bu şekilde meydana gelen aşınma ve taşınma olayına çığ erozyonu denir. 

4. Yerçekimi Erozyonu (Kitle Hareketleri):

Kitle hareketleri, genellikle ayrışma ürünü olan ve sağlam kaya üzerine oturmuş bulunan örtünün, esas itibariyle yerçekimi etkisi ile küçük veya büyük kitleler halinde yamacın aşağısına doğru yer değiştirmesi olayıdır. 

5. Buzul Erozyonu:

Yüksek dağlık arazilerdeki derelerde, çeşitli zamanlarda oluşmuş buzulların parça parça aşağılara doğru kayması sırasında, beraberinde moren (buzultaş) denilen çeşitli büyüklükteki materyal kitlelerini sürüklemesi ile meydana gelen aşınma ve taşınma olayına buzul erozyonu denir.

Çölleşme:

Kurak, yarı kurak ve az yağışlı alanlarda iklim değişiklikleri ve insan faaliyetleri de dahil olmak üzere, çeşitli faktörlerden kaynaklanan toprak bozulmasıdır.

Toprağın aşırı kullanımı, aşırı otlatma, sağlıksız sulama yöntemleri, ormanların tahribi ve özellikle son yıllarda ekolojik dengenin bozulması sonucunda meydana gelen iklim değişiklikleri, çölleşmeyi meydana getiren en önemli etkenlerdir.

Çölleşme ve kuraklık sorunları küresel bir nitelik taşımakta ve dünyanın bütün bölgelerini etkilemektedir. Bu sebeple çölleşmeyle mücadele etmek ve kuraklığın etkilerini hafifletmek için, uluslararası ortak bir eyleme ihtiyaç duyulmaktadır.

Erozyon ve Çölleşmeyi Önlemek İçin Alınabilecek Tedbirler
  • Erozyon riski yüksek olan, yetersiz toprak özelliklerine sahip, ıslaklık ve iklim şartları dolayısıyla işlenmeye uygun olmayan arazilerde tarım yapılmaması, bu tip arazilerin mera olarak ayrılması veya orman örtüsü altına alınmasının sağlanması,
  • Yanlış toprak işlenmesi, yanlış ekim ve sulamanın önlenmesi,
  • Çayır ve mera alanlarının tahribinin önlenmesi ve mevcut alanların geliştirilmesi,
  • Orman tahribatına son verilmesi, ağaçlandırmanın hızlandırılması ve orman yangınlarına karşı gerekli tedbirlerin alınması,
  • Su kaynaklarının kaybolması sonucu taban suyunun düşmesiyle toprak tuzlanması oluşmakta, bu yüzden su kaynaklarının korunması gerekmektedir.

Kaynak:Çevre ve Orman Bakanlığ

Su


Su canlıların yaşaması için hayati öneme sahiptir. En küçük canlı organizmadan en büyük canlı varlığa kadar, bütün biyolojik yaşamı ve bütün insan faaliyetlerini ayakta tutan sudur. Dünyamızın %70'ini kaplayan su, bedenimizin de önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Ancak yeryüzündeki su kaynaklarının yaklaşık %0.3'ü kullanılabilir ve içilebilir özelliktedir.
Dünya nüfusunun %40'ını barındıran 80 ülke şimdiden su sıkıntısı çekmektedir. 1940-1980 yılları arasında su kullanımı iki katına çıkmıştır. Nüfusun hızla artması, buna karşılık su kaynaklarının sabit kalması sebebiyle su ihtiyacı her geçen gün artmaktadır. Dünyadaki mevcut suyun hacmi 141 milyar m3 tür. Bu miktar dünya yüzeyini 3 km. kalınlığında bir tabaka halinde sarabilecek büyüklüktedir. Bu suyun % 98'i okyanuslarda ve iç denizlerde bulunmakta, fakat tuzlu olduğu için, içme suyu olarak kullanıma, sulamaya ve endüstriyel kullanıma uygun değildir. Dünyadaki suların ancak %2.5'i tatlı sudur. Bunun da %87'si buzullarda, toprakta, atmosferde, yeraltı sularında bulunur ve kullanılamaz durumdadır.

İnsanoğlu, su ihtiyacını yüzeysel sular ve yeraltı su kaynaklarından temin etmektedir. Tatlı suların en önemli kaynağı yağışlardır. Küresel yıllık yağış 
500 bin m3 olup, her yıl yeryüzüne inen yağış aynı miktardadır. Ülkemizde ise tatlı su kaynakları oldukça sınırlıdır ve ihtiyaca ancak cevap vermektedir. Türkiye'nin kullanılabilir su potansiyeli 110 milyar m3 olup, bunun %16'sı içme ve kullanmada, %72'si tarımsal sulamada, %12'si de sanayide tüketilmektedir.
Türkiye'nin Mevcut Su Potansiyelinin Kullanım Oranları;
Kişi başına düşen su kullanımı, toplumun gelişmişlik seviyesiyle doğru orantılıdır. Gelişmiş ülkelerde bu oran oldukça yüksek olmasına rağmen, gelişmekte olan ülkelerde ise düşüktür. (ABD'de 1692 m3, Avrupa'da 726 m3, Afrika'da 244m"tür.) Dünyanın yıllık yağış ortalaması 1000 mm olup, Türkiye'nin yıllık yağış ortalaması ise 643 mm. dir. Türkiye su kıtlığı çeken ülkeler arasında yer almamakla birlikte, hızlı nüfus artışı, kirlenme ve yıllık yağış ortalamasının dünya ortalamasından düşük olması; mevcut kaynakların daha dikkatli kullanılmasını ve kirlenmeye karşı gerekli tedbirlerin bir an önce alınmasını gerektirmektedir.

SU KİRLİLİĞİ

A- Yer altı Suları ve Kirliliği
Yağmur suyu yeryüzüne indiği andan itibaren kirlilik oranında ani bir artış olur. Hayvansal ve bitkisel artıklar, doğal ve suni gübreler, pestisitler ve mikroorganizmalar su ile yeraltına doğru taşınır. Suyun yüzey kısımlarındaki toprak tabakasından süzülmesi sonucunda, zemin cinsi özelliklerine de bağlı olarak kalitesinde önemli miktarlarda artış olur. Askıdaki maddelerin tamamına yakını topraktaki süzülme yoluyla uzaklaşır. Bunun sonucunda mikroorganizmalar büyük ölçüde azalırken, suyun karbondioksit miktarı artar, oksijen miktarı ise azalır.
Yeraltı suyu kirlenmesinin en büyük sebebi, evsel ve endüstriyel atıkların arıtılmadan alıcı ortamlara verilmesidir. Katı, sıvı ve gaz atıklar alıcı ortama verildikten sonra; iklim durumuna, toprağın yapısına, yeryüzü şekline, atığın cinsine ve zamana bağlı olarak yeraltı sularına karışır. Ayrıca zirai mücadele ilaçlarının aşırı ve bilinçsiz kullanımı önemli bir kirlilik sebebidir. Kanalizasyon sisteminin bulunmadığı yerlerde, tuvalet çukurlarından ve gübrelerden sızan kirli sular yeraltı suyuna karışarak, özellikle yaz aylarında ölümlere yol açan bulaşıcı hastalıklara sebep olmaktadır.

B- Yerüstü Suları ve Kirliliği

Akarsu, göl ve denizler yerüstü sularını oluştururlar. Dünya nüfusunun hızla artmasına rağmen su kaynaklarının sabit olması, bu kaynakların kirletilmemesini ve çok iyi kullanılmasını gerektirmektedir. Bilinçli su kullanımıyla, yaşam kalitemizi bozmadan alacağımız basit tedbirlerle su kaynaklarımızın kirlenmesini ve tükenmesini önleyebiliriz. Bununla birlikte; üç tarafı denizlerle çevrili olan ve çok sayıda yerüstü ve yeraltı su kaynaklarının bulunduğu ülkemizde sular, evsel ve endüstriyel atıklarla kirlenmektedir. Bu atıkların arıtılmadan su yataklarına verilmesi, katı atıkların düzensiz olarak alıcı ortama bırakılması, ayrıca bilinçsizce yapılan zirai ilaçlama ve gübrelemeden dolayı yerüstü suları kirlenmektedir.

Sanayinin çevre üzerindeki olumsuz etkisi diğer faktörlerden çok daha fazladır. Sanayi kuruluşlarının; sıvı atıkları ile su kirliliğine, buna bağlı olarak gelişen toprak ve bitki örtüsü üzerinde aşırı kirlenmelere sebep olduğu ve doğa tahribine yol açtığı bilinmektedir. Ayrıca son yıllarda sanayi ve teknolojinin hızla gelişmesi sonucu köyden kente göç olayı artmış, bu durum hızlı ve düzensiz yapılaşmaya yol açmıştır.

Zirai mücadele için yapılan ilaçlamalarda, havadaki ilaç zerrelerinin rüzgarla sulara taşınması veya tarım ilaçları üretimi yapan fabrikaların atıklarının su kaynaklarına arıtılmadan verilmesi sebebiyle sular kirlenmektedir. Diğer yandan kimyasal gübrelerin bilinçsizce ve aşırı kullanımı da zamanla toprağı çoraklaştırmakta, bunun sonucunda hem toprağın verimi düşmekte, hem de yeraltı sularına sızması ve yüzey su akışlarıyla birlikte yerüstü sularına karışması neticesinde su kirliliğine sebep olmaktadır.

Akarsu Kirliliği:

Akarsular; küçük dereler, yağmur, kar ve kaynak sularıyla beslenirler. Kanalizasyon suları, fabrika atıkları ile havayı kirleten etkenlerin yağmur ve yüzey akışlarıyla taşınması, tarımsal faaliyetler sonucu oluşan pestisit ve gübre gibi kimyasal atıklar, akarsuları kirleten başlıca etkenlerdir. Akarsular ve okyanuslar belli bir seviyeye kadar olan kirliliği arıtma özelliğine sahiptir. Bu sınır aşıldığında suda aşırı kirlilik ve bozulma başlar. Akarsuların bazı etkenlerle kirlenmesi sonucu akarsularda mevcut olan ekolojik denge bozulmakta, bitkiler ve hayvanlar olumsuz yönde etkilenmektedir.

Göl Kirliliği:

Göl kirlenmesinin ana unsurları akarsular ve atmosferik olaylardır. Akarsularla taşınan çözünmüş ve askıdaki maddelerin önemli miktarı erozyon ve kimyasal çözünme sonucu oluşur. Ayrıca asit yağmurları da kirliliği artırmaktadır. Göle karışan kirleticilerin büyük bir kısmı akarsular, endüstriyel atıklar ve drenaj yoluyla taşınmasına karşılık, atmosferle kirliliğin taşınması da son derece önemlidir. Havadaki kirleticilerin yağışlar ve rüzgar gibi atmosferik etkenlerle uzun mesafelere taşınması ve yerüstü sularına karışması sonucu su kirliliği meydana gelmektedir.

Deniz Kirliliği:

Ülkemizin üç tarafı denizlerle çevrili olduğundan deniz kirliliği hayati önem taşımaktadır. Denizlerin taşımacılık ve turizm amacıyla kullanılması, evsel, endüstriyel atıkların arıtılmadan veya kısmen arıtılarak denize verilmesi, deniz kazaları sonucu meydana gelen petrol akıntıları, akarsulardan denizlere ulaşan tarımsal atıklar, kirlenmeyi meydana getiren başlıca etkenlerdir. Deniz kirliliğine sebep olan atıklar belirli bir zamanda, bir bölgedeki kirlenme yoğunluğuna bağlı olarak insan sağlığına ve çevreye olumsuz yönde etki etmektedir.
Deniz Kirliliğine Sebep Olan Diğer Faktörleri Şöyle Sıralayabiliriz:
  • Deniz kıyılarında bulunan kent merkezleri ve sanayi tesislerinden çıkan ve arıtılmadan denize boşaltılan atıklar.
  • Tarımsal alanlarda erozyon sonucu akarsularla denize karışan toprak ve diğer kirleticiler. (Tarım alanlarından her yıl önemli miktarlarda toprak, erozyon yoluyla denizlere taşınmaktadır. Denizlere sadece toprak değil, tarımsal faaliyetler sonucu akarsulara karışan pestisit ve gübre gibi kimyasal atıklar da taşınmaktadır.)
  • Denizlerde kurulmuş bulunan platform ve boru hatlarından oluşan sızıntılar.
  • Gemiler ve diğer deniz araçlarından oluşan kirlilik (petrol, yağ atıkları, zehirli sıvılar, pis sular , çöpler vb.)
Deniz kazaları neticesinde önemli miktarlarda petrol döküntüsü suda birikmekte ve canlı ortamını tehdit etmektedir. Özellikle büyük petrol tankerlerinin kazaları sonucunda binlerce ton ham petrol denize dökülmektedir. Ham petrol taşımacılığı, petro-kimya sanayii ve organik kimya sanayiindeki gelişmeler kara, hava ve denizlerdeki kirlilik miktarını artırmıştır. Plastik maddelerin karadan ve gemilerden denize bırakılması, plajlara ve denizin doğal yaşamına ciddi zararlar vermektedir.
Denizlerimizdeki kirlilik durumunu daha iyi anlamak için Karadeniz, Marmara, Ege ve Akdeniz'in kirlilik durumlarına kısaca değinmekte fayda vardır.


Karadeniz'de Kirliliğin Sebepleri:

Karadeniz'in bazı bölgelerinde yapılan araştırmalar sonucunda; koliform bakteri sayısı, organik madde miktarı, bulanıklık gibi kirlilik unsurlarının normal değerlerin üzerinde olduğu tespit edilmiştir. Trabzon'da yapılan bir araştırmaya göre; deniz kirliliğinin sebepleri önem sırasına göre şöyledir;
  1. Kanalizasyon,
  2. Çöp ve atıklar,
  3. Erozyon,
  4. Doğu Karadeniz Bölgesinde kara yolu ulaşımının deniz kıyılarından gerçekleştirilmesi,
  5. Sanayi kuruluşlarının olumsuz etkisi..

Marmara Denizi'nde Kirliliğin Sebepleri:

Marmara Denizi; özellikle Haliç ve İzmit Körfezi başta olmak üzere, fiziksel ve kimyasal kirleticilerin etkisinde kalmıştır. Giderek artan kentsel ve endüstriyel faaliyetler sonucu, bazı kirleticiler sınır değerlerin üzerine çıkmıştır. Bunlara ilaveten Haliç'te dere ve yamaçlardan gelen erozyon kalıntıları kirliliği artırmaktadır.
Ege Denizi'nde Kirliliğin Sebepleri:
Ege Denizi'nde ortaya çıkan en önemli kirletici kaynaklar; B. Menderes, Meriç ve Gediz Nehirleri ile Çanakkale Boğazı ve İzmir şehrinden ileri gelen kentsel ve endüstriyel atıklardır, İzmir Körfezi'nde petrol rafinerilerinden birisinin bulunması ve yoğun deniz trafiği de, petrol ve diğer petrol ürünleriyle körfezin kirlenmesine yol açmaktadır.
Akdeniz'de Kirliliğin Sebepleri:
Deniz yolu taşımacılığı, Mersin'deki petrol rafinerisi ve İskenderun Körfezindeki iki adet petrol boru hattı terminali önemli kirletici unsurlardır. Bununla birlikte Akdeniz'de kirlilik oranı, Marmara ve Ege Deniz'ine göre daha düşüktür.
Kaynak: Çevre ve Orman Bakanlığı

Atmosferde 750 Milyar Ton Karbondioksit Var


Şu anda atmosferde 750 milyar ton dolayında karbon dioksit bulunuyor. Bitkilerin, hayvanların ve toprağın soluması, fosil yakıtların kullanılması, ormansızlaştirma ve okyanus-atmosfer etkileşimi yüzünden her yıl yaklaşık 207 milyar ton karbon dioksit atmosfere salınıyor. Bu miktar her yıl artıyor. Öte yandan, kara bitkilerinin fotosentezi ve yine okyanus-atmosfer etkileşimi nedeniyle de yaklaşık 204 milyar ton karbon dioksit her yıl atmosferden çekiliyor. Bu durumda yılda 3 milyar ton dolayında karbon dioksit atmosfere ekleniyor. Bu da aslında insanların fosil yakıt kullanımı sonucunda atmosfere salınan karbon dioksit miktarına eşit. Ne var ki dünyadaki fosil yakıt rezervleri, atmosferdeki karbon dioksit düzeyini 5-10 katına çıkaracak denli fazla. Bilim adamlarının tahminlerine göre insanlar, yer altmdaki bu karbon stoklarını yavaş yavaş atmosfere aktaracak. 2050 yılında atmosferdeki karbon dioksit oranının 1850'deki düzeyin iki katına, 2100'de de üç katına çıkması bekleniyor.

Bir Zamanlar Buzuldu


Patagonya Buzulu | Yıl 1928



Buzulların erime hızı ikiye katlandı. Denizlerin yükselmesi içme suyu kaynaklarını yok ediyor. Patagonya buzulları da sıcağa dayanamadı.

Buzullardaki erime çok hızlı... Küresel ısınma Güney Amerika'daki Patagonya buzullarını yok ediyor. Science dergisinde yer alan bir araştırma dikkatleri Patagonya buzullarına çekti. Bu buzulların 1995-2000'de, 1975-2000 arasında olduğundan iki kat daha fazla eridiği görüldü. İki bilim adamı, çeşitli haritaların ve uydu görüntülerinin yardımıyla, son 25 yılda 63 buzuldaki erimenin boyutlarını saptadı.
'Gerisi Gelir...'
Buzulların yılda 41.9 kübikkilometrehacim kaybettiği, bu erimenin deniz seviyesini yılda 0.11 milimetre artırdığı kaydedildi. Patagonya buzullarının erimesinin nedeni küresel ısınma; dünyanın her yanında buzullar eriyor. Arjantinlibilimadamı Eric Rignot, "Buzullar bir kereerimeyebaşladımı gerisi hızla gelir" dedi. Rignot'un birlikte çalıştığı Şili Üniversitesi'nden Andres Rivera ve Şili Bilim Araştırmaları Merkezi'nde görevli Gino Cassasa, Patagonya buzullarındaki erimenin, dünya genelinde buzulların erimesi nedeniyle meydana gelen deniz suyu seviyesindeki artışın yüzde 9'unu oluşturduğunu söyledi. Patagonya buzulları toplam 17 bin 200 kilometrekarelik bir alanı kaplıyor. Deniz seviyesinin yükselmesinin içme suyu rezervlerinin yok olmasına neden olduğunu hatırlatan uzmanlar, küresel ısınmanın önüne geçilemediği takdirde dünyada çevresel ve ekonomik felaketler yaşanacağı konusunda uyarıda bulundu. Kuzey Amerika buzulları da eriyor. Kenya'daki Klimanjaro Dağı'nda buzulların yüzde 80'i erimiş durumda, Yeni Gine'de de buzul erimesi söz konusu. Buzulerimesinedeniyle Peru, Nepal ve Alaska'da sel felaketleri oluyor.
Patagonya Buzulu | Yıl 2004

Yazı Radikal Yaşam'dan(21.11.2003)
Fotoğraflar ise kuresel-isinma forumundan alınmıştır.

Geri Dönüşüm

Geri dönüşüm terim olarak, kullanım dışı kalan geri dönüştürülebilir atık malzemelerin çeşitli geri dönüşüm yöntemleri ile hammadde olarak tekrar imalat
süreçlerine kazandırılmasıdır.
Tüketilen maddelerin yeniden geri dönüşüm halkası içine katılabilmesi ile öncelikle hammadde ihtiyacı azalır. Böylece insan nüfusunun artışı ile paralel olarak artan tüketimin doğal dengeyi bozması ve doğaya verilen zarar engellenmiş olur. Bununla birlikte yeniden dönüştürülebilen maddelerin tekrar hammadde olarak kullanılması büyük miktarda enerji tasarrufunu mümkün kılar. Örneğin, yeniden kazanılabilir alüminyumun kullanılması alüminyumun sıfırdan imal edilmesine oranla %35'e varan enerji tasarrufu sağlamaktadır.
Atık malzemelerin hammadde olarak kullanılması çevre kirliliğinin engellenmesi açısından da önemlidir. Kullanılmış kağıdın tekrar kâğıt imalatında kullanılması hava kirliliğini %74-94, su kirliliğini %35, su kullanımını %45 azaltabilmektedir. Örneğin bir ton atık kağıdın kâğıt hamuruna katılmasıyla 8 ağacın kesilmesi önlenebilmektedir.

Geri Dönüşümün Tarihçesi

Geri dönüşüme olan ihtiyacın başlamasında savaşlar nedeniyle ortaya çıkan kaynak sıkıntıları etkili olmuştur. Büyük devletler, II. Dünya Savaşı sırasında ülke çapında geri dönüşümle ilgili kampanyalar başlatmışlardır. Vatandaşlar özellikle metal ve fiber maddeleri toplama konusunda teşvik edilmişlerdir. ABD'de geri dönüşüm işlemi yurtseverlik anlayışında çok önemli bir yer edinmiştir. Hatta, savaş sırasında oluşturulan kaynak koruma programları, doğal kaynakları kısıtlı bazı ülkelerde (Japonya gibi), savaş sonrası da devam ettirilimiştir.

Geri Dönüşebilen Maddeler

Geri Dönüşüm

Geri Dönüştürme Metotları

Geri dönüştürme metodları her malzeme için farklılık göstermektedir:
  • Alüminyum: Atık alüminyum küçük parçacıklar halinde doğranır. Daha sonra bu parçalar büyük ocaklarda eritilerek, dökme alüminyum üretilir. Bu sayede atık alüminyum, saf alüminyum ile neredeyse aynı hale gelir ve üretimde kullanılabilir.
  • Beton: Beton parçalar, yıkım alanlarından toplanarak kırma makinalarının bulunduğu yerlere getirilir. Kırma işleminden sonra ufak parçalar, yeni işlerde çakıl olarak kullanılır. Parçalanmış beton, eğer içeriğinde katkı maddeleri yoksa yeni beton için kuru harç olarak da kullanılabilir.
  • Kağıt: Kağıt öncelikle kâğıt çamuru hazırlamak için, su içerisinde liflerine ayrılır. Eğer gerekirse içindeki lif olmayan yabancı maddeler için temizleme işlemine tutulur. Mürekkep ayırıcı olarak, sodyum hidroksit veya sodyum karbonat kullanılır. Daha sonra hazır olan kâğıt lifleri, geri dönüşmüş kâğıt üretiminde kullanılır.
  • Plastik: Plastik atıklar öncelikle cinslerine göre ayrılarak geri dönüşüm işlemine tabi tutulur. Cinslerine göre ayrılan geri dönüşebilir plastik atıklar, kırma makinalarında kırılıp küçük parçalara ayrılır. İşletmeler bu parçaları direkt olarak belli oranlarda, orijinal hammadde ile karıştırarak üretim işleminde kullanabildiği gibi; tekrar eritip katkı maddeleri katarak ikinci sınıf hammadde olarak da kullanabilir.
  • Cam: Cam atıklar (şişe, kavanoz vb.) toplama kutularında toplanır ve bu atıklar renklerine göre ayrılarak geri dönüşüm tesislerine verilir. Burada atık ve katkı maddelerinden ayrılır. Burada cam kırılır ve hammadde karışımına karıştırılarak eritme ocaklarına dökülür. Bu şekilde tekrar cam olarak kullanıma geçer. Kırılan cam, beton katkısı ve camasfalt olarak da kullanılmaktadır. Camasfalta %30 civarında geri dönüşmüş cam katılmaktadır. Cam bu şekilde sonsuz bir döngü içinde geri dönüştürülebilir, yapısında bozulma olmaz.
Geri dönüştürülmek üzere kategorilere ayrılmış atıklar: 1-Şişe, 2-Zayıf plastik, 3-Güçlü plastik, 4-Karton, 5-Çeşitli, 6-Konserve, 7-Kâğıt, 8-Polistiren, 9-Cam, 10-Pil, 11-Metal, 12-Organik, 13-Tetrapak, 14-Fabrik, 15-Tuvalet


Kağıt'ın Geri Dönüşümü

  1. Tüketim sonrası çeşitli kâğıt,karton v.s ambalajlar
  2. Düzleştirerek ayrı toplama
  3. Kağıt liflerinin geri kazanılması
  4. Yeni kâğıt ürünler
  5. Geri dönüştürülmüş kâğıt karton ürünler

Kağıdın Geri Dönüşümü Sonucunda

1 Ton kullanılmış kâğıt atığının geri dönüşümü sonucunda, 16 adet yetişmiş çam ağacı ve 85 metrekarelik ormanlık alan tahrip edilmeyecek.
Böylelikle Türkiye genelinde yılda 80 milyon çam ağacı ve 40.000 hektar ormanlık arazi korunmuş olacak.







Plastik'in Geri Dönüşümü

  1. Tüketim sonrası çeşitli plastik ambalajlar
  2. Kaba sınıflandırma (PVC,PET,PE,PP ve DİĞERLERİ) gibi
  3. Hassas sınıflandırma
  4. Kırma öğütme
  5. Yıkama(temizleme) , Yüzdürme(çöktürme) ile ayırma
  6. Kimyasal (fiziksel) işlemler
  7. Geri Dönüştürülmüş plastik ürünler
  8. Yani Granül(PE) , Mikronizasyon (PVC) , Çapak veya sentetik elyaf (PET)

Plastiğin Geri Dönüşümü Sonucunda

1 Ton plastik ambalaj atığının geri dönüşümü sonucunda 14000 kwh enerji tasarrufu sağlanmış olur. Ülke genelinde tasarruf edebilecek enerji miktarı yıllık 4 Milyon Megavattır.

Metal'in Geri Dönüşümü

  1. Tüketim
  2. Ayrı Toplama
  3. Manyetik Ayıklama
  4. Fabrikada Eritme
  5. Geri dönüştürülmüş Metal
  6. Yeni Metal Ürün

Metalin Geri Dönüşümü Sonucunda

1 Ton metal atığın geri dönüştürülmesi sonucunda 1300 kg hammade tasarrufu sağlanır.Bu miktar Türkiye'de yıllık olarak toplam 2 milyon tona ulaşmaktadır.

Cam'ın Geri Dönüşümü

  1. Tüketim sonrası çeşitli camlar
  2. Ayrı Toplama
  3. Ayırma (Renkli,Renksiz)
  4. Yıkama (Temizleme)
  5. Öğütme
  6. Fabrika
  7. Geri dönüştürülmüş cam ürünler

Camın Geri Dönüşümü Sonucunda


1 Ton cam atığının geri dönüşümü sonucu 100 lite benzin tasarrufu sağlanmaktadır. Türkiye genelindeki cam atıkların geri dönüştürülmesinden yıllık 30 milyon litre benzin tasarruf edilip.Ülke ekonomisine katkı sağlanmış olacaktır.

Kyoto Protokolü

 Kyoto Protokolü, küresel ısınma ve iklim değişikliği konusunda mücadeleyi sağlamaya yönelik uluslararası tek çerçeve. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi içinde imzalanmıştır. Bu protokolü imzalayan ülkeler, karbon dioksit ve sera etkisine neden olan diğer beş gazın salınımını azaltmaya veya bunu yapamıyorlarsa salınım ticareti yoluyla haklarını arttırmaya söz vermişlerdir. Protokol, ülkelerin atmosfere saldıkları karbon miktarını 1990 yılındaki düzeylere düşürmelerini gerekli kılmaktadır. 1997'de imzalanan protokol, 2005'te yürürlüğe girebilmiştir. Çünkü, protokolün yürürlüğe girebilmesi için, onaylayan ülkelerin 1990'daki emisyonlarının (atmosfere saldıkları karbon miktarının) yeryüzündeki toplam emisyonun %55'ini bulması gerekmekteydi ve bu orana ancak 8 yılın sonunda Rusya'nın katılımıyla ulaşılabilmiştir.
Kyoto Protokolü şu anda yeryüzündeki 160 ülkeyi ve sera gazı salınımlarının %55'inden fazlasını kapsamaktadır. Kyoto Protokolü ile devreye girecek önlemler, pahalı yatırımlar gerektirmektedir. Sözleşmeye göre;
  • Atmosfere salınan sera gazı miktarı %5'e çekilecek,
  • Endüstriden, motorlu taşıtlardan, ısıtmadan kaynaklanan sera gazı miktarını azaltmaya yönelik mevzuat yeniden düzenlenecek,
  • Daha az enerji ile ısınma, daha az enerji tüketen araçlarla uzun yol alma, daha az enerji tüketen teknoloji sistemlerini endüstriye yerleştirme sağlanacak, ulaşımda, çöp depolamada çevrecilik temel ilke olacak,
  • Atmosfere bırakılan metan ve karbon dioksit oranının düşürülmesi için alternatif enerji kaynaklarına yönelinecek,
  • Fosil yakıtlar yerine örneğin bio dizel yakıt kullanılacak,
  • Çimento, demir-çelik ve kireç fabrikaları gibi yüksek enerji tüketen işletmelerde atık işlemleri yeniden düzenlenecek,
  • Termik santrallerde daha az karbon çıkartan sistemler, teknolojiler devreye sokulacak,
  • Güneş enerjisinin önü açılacak, nükleer enerjide karbon sıfır olduğu için dünyada bu enerji ön plana çıkarılacak,
  • Fazla yakıt tüketen ve fazla karbon üretenden daha fazla vergi alınacaktır.
Kyoto Protokolü, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine (BMİDÇS) bir ek niteliğindeki uluslararası bir çevre anlaşmasıdır.
Kyoto Protokolü
İmzalanma Tarihi ve Yeri 11 Aralık 1997, Kyoto, Japonya
Yürürlüğe Giriş Tarihi 16 Şubat 2005
Yürürlüğe Giriş Şartları BMİDÇS Ek 1 ülkelerinden en az 55 ülkenin katılımı ve bu bu ülkelerin CO2 salınımlarının toplam CO2 salınımının %55'ini oluşturması
Katılımcılar 169 ülke ve diğer devlete bağlı örgütler (Aralık 2006)
Kyoto Protokolü şu prensipleri temel alır:
  • Kyoto Protokolü devletler tarafından desteklenir ve BM şemsiyesi altında küresel kurallar ile belirlenir
  • Devletler iki genel sınıfa ayrılmıştır: gelişmiş ülkeler, bu ülkeler Ek 1 ülkeleri olarak anılacaktır; ve gelişmekte olan ülkeler, bu ülkeler Ek 1'de yer almayan ülkeler olarak anılacaklardır. Ek 1 ülkeleri sera gazı salınımlarını azaltmayı kabul etmişlerdir. Ek 1'de yer almayan ülkelerin ise sera gazı sorumlulukları yoktur ve her yıl sera gazı envanteri raporu vermelidirler.
  • Kyoto Protokolündeki hedeflerine uymayan herhangi bir Ek 1 ülkesi bir sonraki dönem azaltma hedeflerinin %30 daha azaltılması ile cezalandırılacaktır.
  • 2008 ile 2012 arasında, Ek 1 ülkeleri sera gazı salınımlarını 1990 yılı seviyesinden ortalama %5 aşağıya çekmek zorundadırlar (birçok AB üyesi ülke için bu 2008 için beklenilen sera gazı salınımlarının %15 aşağısına denk gelmektedir). Ortalama salınım azalmasının %5 olarak belirlenmesine rağmen AB üyesi ülkelerin salınım hedefleri %8 azaltma ile İzlanda tarafından hedeflenen %10 artırıma kadar değişmektedir. Bu azaltma hedefleri 2013 yılına kadar belirlenmiştir.
  • Kyoto Protokolü, Ek 1 ülkelerinin sera gazı salınımı hedeflerine ulaşmak için başka ülkelerden salınım azalması satın alabilmeleri esnekliğine imkan tanımıştır. Bu, çeşitli borsalardan (AB Salınım Ticaret Borsası gibi) veya Ek 1'de yer almayan ülkelerin salınımlarını azaltan Temiz Gelişim Tekniği (TGT) projeleri ile veya diğer Ek 1 ülkelerinden satın alınabilinir.
  • Sadece TGT Yönetim Kurulu tarafından onaylanmış Onaylı Salınım Azaltımları (OSA) alınıp satılabilir. BM çatısı altında, Kyoto Protokolü Bonn merkezli Temiz Gelişme Tekniği Yönetim Kurulu'nu Ek 1'de yer almayan ülkelerde gerçekleştirilen TGT projelerini değerlendirip onaylaması için kurmuştur. Bu projeler onaylandıktan sonra OSA verilir.
Pratikte bu kurallar Ek 1'de yer almayan ülkelerin sera gazı sınırlamalarına tabi olmadıklarını ama sera gazını azaltan bir projenin bu ülkelerde uygulanması durumunda elde edilen Karbon Kredisinin Ek 1 ülkelerine satılabilineceğini anlatır.

Bu mekanizma şu iki ana nedenden dolayı koyulmuştur:

  • Kyoto Protokolüne uymak bazı Ek 1 ülkeleri için oldukça sınırlayıcıdır (özellikle Japonya ve Hollanda gibi zaten az salınım yapan ve çevre standartlarına saygılı ülkeler için). Protokol böylece bu ülkelerin kendi sera gazı salınımlarını azaltmak yerine Karbon Kredisi almalarını sağlar; ve
  • bu şekilde Ek 1'de yer almayan ülkeler sera gazı salınımlarını azaltmak için teşvik edilmiş olurlar çünkü Karbon Kredisi satarak bu projeler için kaynak edinmiş olurlar.
Tüm Ek 1 ülkeleri Kyoto Protokolü içinde sera gazı salınım değerlerini gözetim altında tutmak için ulusal daireler kurmuşlardır. Japonya, Kanada, İtalya, Hollanda, Almanya ve daha birçok ülke devletleri karbon kredisi için bütçeden pay ayırmışlardır. Bu ülkeler kendi büyük enerji, petrol, doğalgaz holdingleri ile birlikte çalışarak mümkün olan en fazla sayıda Karbon Kredisini en ucuza almaya çalışmaktadırlar.
Hemen hemen tüm Ek 1'de yer almayan ülkeler de kendi Kyoto Protokolü süreçlerini izlemek amacıyla ve özellikle TGT Yönetim Kuruluna destek için sunacakları projeleri belirlemek amacıyla yönetim birimleri kurmuşlardır.
Bu iki ülke grubunun çıkarları birbirine terstir, Ek 1 ülkeleri mümkün olan en ucuza Karbon Kredisi almak isterlerken Ek 1'de yer almayan ülkeler ise kendi TGT projelerinden elde ettikleri Karbon Kredisinden en fazla değeri elde etmek istemektedirler.

Amaçlar

Kyoto Protokolündeki amaç, “atmosferdeki sera gazı yoğunluğunun, iklime tehlikeli etki yapmayacak seviyelerde dengede kalmasını sağlamak”tır.
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli, 1990 ile 2010 yılları arasında 1.4 °C ile 5.8 °C arası sıcaklık artışı tahmin etmektedir. Tahminlere göre, başarılı bir şekilde uygulanması durumunda Kyoto Protokolü bu artışı 0.02 ile 0.28 C arasında düşürebilecektir (kaynak: Nature, Ekim 2003 sayısı)
Kyoto Protokolü savunucuları bu protokolün amaca ulaşmak için ilk adım olduğunu ve amaca ulaşıncaya kadar hedeflerin değiştirileceğini belirtmektedirler.

Anlaşmanın Durumu

Anlaşma Aralık 1997'de Japonya'nın Kyoto şehrinde görüşülmüş, 16 Mart 1998'de imzaya açılmış ve 15 Mart 1999'da son halini almıştır. Rusya'nın 18 Kasım 2004'te katılmasıyla 90 gün sonra 16 Şubat 2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Aralık 2006 tarihinde toplam 169 ülke ve devlete bağlı örgütler anlaşmaya imza atmışlardır (Ek 1 ülkelerinin salınımlarının %61.6'sından fazlasına karşılık gelmektedir). İmza atmayan önemli ülkeler arasında ABD ve Avustralya gibi gelişmiş ülkeler haricinde, gelişmekte olan Türkiye gibi ülkeler de yer almaktadır.Çin ve Hindistan gibi bazı ülkeler ise anlaşmaya imza atsalar bile karbon salınımlarını azaltmak zorunda değillerdir.
Anlaşmanın 25. maddesine göre anlaşma “Ek 1'de yer alan en az 55 ülkenin imzalaması ve bunun Ek 1 ülke salınımlarının en az %55'ine karşılık gelmesi durumunda, buna uyulduğu tarihten sonraki doksanıncı gün yürürlüğe girer.” 55 ülke şartı 23 Mayıs 2002'de İzlanda'nın anlaşmayı kabul etmesi ile, %55 şartı da Rusya'nın 18 Kasım 2004'te anlaşmayı imzalaması ile sağlanmış, anlaşma 16 Şubat 2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Ortak Fakat Farklılaştırılmış Sorumluluklar

BMİDÇS “ortak fakat farklılaştırılmış” sorumluluklar tanımlamaktadır. Ortak ülkeleb
  1. Gelişmekte olan ülkelerin kişi başı gaz salınımlarının halen düşük olduğunu
  2. tüküresel salınımlarının sosyal ve gelişimsel ihtiyaçlarına göre artacağını

kabul ederler.
Diğer bir deyişle Çin, Hindistan ve diğer gelişmekte olan ülkeler anlaşma gereklerinden muaftırlar çünkü şu andaki iklim değişikliklerine neden olan salımların ana sorumlusu değildirler.
Kyoto Protokolünü eleştirenler gelişmekte olan ülkelerin ve özellikle Çin, Hindistan gibi ülkelerin yakın bir zamanda en fazla sera gazı salımı yapan ülkeler olacağını söylemektedirler. Aynı zamanda, protokol sınırlamaları yüzünden gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere çıkış olacağını ve dolayısıyla net sera gazı salımlarının değişmeyeceğini söylemekteler.

Salım Ticareti

Kyoto Protokolüne göre ülkeler 2008 ile 2012 yılları arasında salımlarını 1990 yılına göre %5.2 düşürmekle yükümlüdürler. Buna rağmen, pratikte birçok ülke belirli sanayi kuruluşlarına sınırlamalar koymuştur (kâğıt endüstrisi, enerji santralleri gibi). AB'de bu uygulama vardır ve birçok ülke de buna doğru kaymaktadır. Buna göre, belirlenen seviyeden fazla salım yapacağını anlayan bir şirket bir şekilde başka yerlerden Karbon Kredisi bulmak zorundadır. Bu da Karbon ticaretini ve borsasını ortaya çıkarmıştır.

Yaptırımlar

BMİDÇS Uygulama Biriminin bir Ek 1 ülkesinin salım hedeflerine uymadığına karar vermesi durumunda o ülke salım hedefi farkı ile birlikte fazladan %30 daha salımını azaltması gerekmektedir. Aynı zamanda ülke salım ticareti programın yüzde 50'sini kapsamaktadır.

Kyoto Protokolü ve Türkiye

2004 yılında BMİDÇS'ye taraf olan ancak uzun süre Kyoto Protokolü'nü imzalamayan Türkiye 30 Mayıs 2008'de Protokolü imzalayacağını resmen açıklamıştır.Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Dışişleri Bakanlığı’na, “Kyoto Protokolü’ne taraf olmayı kabul ve TBMM tarafından onaylanmasının uygun olduğuna” ilişkin yazı gönderdiğini açıklamıştır. Dışişleri Bakanlığı’nın da taraf olmayı onaylaması halinde, anlaşma önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ardından da TBMM’nin gündemine girecektir. 5 Haziran 2008 tarihinde Protokolün imzalanmasına ilişkin tasarı meclise sunulmuştur.

Kyoto Protokolü'ne katılım: Yeşil: İmzalayanlar, Sarı: İmzalama sürecinde olanlar, Kırmızı: Protokolü imzalayan fakat anlaşmayı reddeden ülkeler, Gri Protokolü İmzalamayanlar...

Kaynak:Vikipedi

Kyoto Kuralları ABD'ye Rağmen Kabul Edildi


Kyoto Kuralları ABD'ye Rağmen Kabul Edildi
Fas'ın Marakeş kentinde biraraya gelen 167 ülkenin çevre bakanları ve temsilcileri, sera etkisi yaparak yerkürenin ısınmasına yol açan gazların azaltılmasını öngören Kyoto sözleşmesinin uygulanmasına ilişkin kuralları benimsediler. AB adına açıklama yapan Belçika Enerji ve Çevre Bakanlığı Müsteşarı Olivier Deleuze, dört yıldır görüşmelere konu olan kuralların kabul edildiğini belirtti ve "Kyoto sözleşmesinin nihayet onaylanıp yürürlüğe girmesini sağlayacak yol açıldı. Bundan dönüş yok"dedi. ABD'nin Mart ayında fazla zorlayıcı ve adaletsiz bularak imzalamayacağını açıkladığı Kyoto Sözleşmesi'nin diğer kilit ülkeleri Japonya ve Rusya. Marekeş'teki toplantıda Rus Heyeti Başkanı Aleksandır Bedritski de, Kyoto sözleşmesini artık onaylayabileceklerini bildirdi. Ancak, Japon Çevre Bakanı Yoriko Kavaguçi ise Kyoto sözleşmesini onaylama sözü vermedi. Kyoto Sözleşmesinde, 39 sanayi ülkesinin karbondioksit başta olmak üzere sera etkisine yol açan gaz emisyonlarını 2010 yılında 1990'yılındakine göre yüzde 5.2 azaltmaları öngörülüyor. (Kaynak: Anadolu Ajansı ve ntvmsnbc.com)
 
Küresel Yoksullaşma
Dünya nüfusunun yarısının, bir başka deyişle yaklaşık 3 milyar kişinin "günde 2 dolardan daha az", nüfusun beşte 1'ini oluşturan yaklaşık 1.2 milyar kişinin ise "1 dolardan daha az" gelirle yaşadığı bildirildi. Buna karşılık dünya nüfusunun yüzde 10'u ise mal ve hizmetlerin yüzde 70'ini üretip, dünya toplam gelirinin yüzde 70'ini alıyor. Dış Ticaret Müsteşarlığı'nın, Dünya Bankası verileri ve Dünya Kalkınma Raporu'na dayanarak hazırladığı "Küreselleşme, Büyüme ve Gelir Dağılımı" konulu çalışmaya göre, günde 2 dolardan daha az gelirle yaşayan, dünya nüfusunun yüzde 50'sini oluşturan yaklaşık 3 milyar insanın dünya üretimindeki payı, yüzde 6 dolayında gerçekleşiyor. Dünya Bankası verilerine göre, Doğu Asya ve Pasifik ülkelerinde yaşayan 267.1 milyon kişi, Doğu Asya ve Pasifik (Çin hariç) ülkelerinde yaşayan 53.7 milyon kişi, Doğu Avrupa ve Orta Asya ülkelerinde yaşayan 17.6 milyon kişi, Latin Amerika ve Karayiplerde yaşayan 60.7 milyon kişi, Orta Doğu ve Kuzey Afrika'da yaşayan 6 milyon kişi, Güney Asya'da yaşayan 521.8 milyon kişi, Sub- Saharan Afrika'da yaşayan 301.6 milyon kişi olmak üzere toplam 1.2 milyar kişi, günde 1 dolardan daha az gelirle yaşamını sürdürüyor Son günlerde dünyanın gözlerinin çevrildiği Afganistan'da günlük 44 cent, Etiyopya ve Kongo Demokratik Cumhuriyeti'nde ise 27 cent gelir elde ediliyor. Çalışmaya göre, küresel gelir eşitsizliği ve zengin-yoksul ülkeler arasındaki ortalama gelir farklılıklarının temel belirleyicisi, nispi ekonomik büyüme farklılığı olarak ortaya çıkıyor. Ortalama büyüme oranlarına bakıldığında, zengin ülkeler 1960'larda yüzde 4.7, 1970'lerde yüzde 3.1, 1980'lerde yüzde 2.3, 1990'larda yüzde 2.2 oranında büyürken, küreselleşme sürecine dahil olan katılımcı gelişmekte olan ülkeler 1960'larda yüzde 1.4, 1970'lerde yüzde 2.9, 1980'lerde yüzde 3.5, 1990'larda yüzde 5 büyüdü. Küreselleşme sürecine katılımcı olmayan gelişmekte olan ülkeler ise 1960'larda yüzde 2.4, 1970'lerde yüzde 3.3, 1980'lerde yüzde 0.8, 1990'larda ise yüzde 1.4 oranında büyüdü. (Kaynak: Anadolu Ajansı ve ntvmsnbc.com)  
Akdeniz 3000 yıldır hiç bu kadar ısınmamıştı.. İtalyan çevre uzmanları, Akdeniz'de su sıcaklığının son 3000 yılın en yüksek düzeyine ulaştığını açıkladı

İtalyan Yeşiller partisinin öncülüğünde, çevre örgütlerinin katılımıyla yapılan konferansta konuşan uzmanlar, Akdeniz'in su sıcaklığının 27 dereceye çıktığını belirttiler. Bu sıcaklığın tehlike sınırında olduğunu ifade eden uzmanlar, bazı canlıların bu ortamda hayatta kalamadıklarına dikkat çektiler. Biyometeoroloji Enstitüsü uzmanlarından Francesco Meneguzzo da, deniz sıcaklıklarının Akdeniz'de normalde ağustosta 24 dereceye ulaştığını, ancak sera etkisi nedeniyle son yıllarda bu sıcaklığın 25- 26 dereceye çıktığını söyledi. Uzmanlar, deniz sıcaklıklarının Adriyatik kıyılarında 28, Hırvatistan kıyılarında 29 derece olduğunu kaydetti.

Küresel Isınma Ve Küresel İklim Değişimi | e-kitap

Konular

  • Giriş
  • Sera Gazlarının Tanıtımı
  • Kürsel Isınmanın Kanıtları
  • Kürsel Isınmanın Ekolojik Sonuçları
  • Kürsel Isınma ve Küresel İklim Değişimine Karşı alınabilecek Önlemlerin Belirlenmesi İçin Yapılan Uluslar arası Toplantılara İlişkin Kronolojik Açıklamalar
  • Ekolojik Değerlendirme
  • Kaynakça

Küresel Isınma | e-kitap


  • Çevre Kirliliği
  • Hızlı Nüfus Artışı
  • Küresel Isınma ve İklim Değişimi
  • Doğal Bitki Örtüsü Tahribi Sorunu
  • Toprak Kaynaklarının Tahribi
  • Kişi Başına Düşen Tarım Alanlarının Azalması
  • Su Kaynaklarının Azalması
  • Ozon Tabakasının Tahribi Sorunu
  • Biyoçeşitliliğin Azalması Sorunu
  • Su Ürünlerinin Azalması Sorunu
  • Temel Çevre Sorunlarının Çözmüne İlişkin Öneriler