Düş Yitimi / Neşe Tekin


"Bu otobüsler insanı istediği yere en sonunda götürür. Otobüslere inanıyorum." Orhan Pamuk 




     En çok da şehirlerarası otobüs terminallerinde anladım; kentleri bırakmanın, kentin sokaklarından, varsa kordon boyundan - yoksa kitapçılarından- eski, yeni kitapların yanyana konulduğu rafların parlaklığından ayrılmanın hüznünün ne de çok can yakabildiğini.

     Kentte bırakılan insanlarımızın sıcacık gülümseyişlerinden, şen şakrak değilse de bir arada olmanın hafifliğiyle yapılan kahvaltılardan, ilk uyananın mutfağa geçip çay suyu koyduğu ve masanın üzerinde duran günler öncesinin haberlerinin yazdığı gazeteyi okurken sigara içtiği sabahlardan arta kalandır terminaldeyken ruha dolan...

     Bir kentin hem giriş hem çıkış kapısı olan otogarlarda fark ettim gerçekten sevebilenlerin bir sarılmayla, korkuyla - en çok da tekrar buluşamama korkusuyla- dolu gözlerle birbirlerine bakarlarken anladım birinden ayrılmanın aslında en çok da insanın kendi hayaline yolculuk etmek ve bu hayalle de kendi gerçekliğinden ayrılmak olduğunu.

     Birbirleriyle yarışan otobüslerin, yorgunluktan mimiklerini bile artık tam anlamıyla kullanamayan şoförlerin, nerede bir bekleyeni olduğu bilinmeyen genç muavinlerin yüreklerinde gördüm halsizliği. Sade kahve, kolonya, otobüs tekeri kokan halsizliği...

     Hissizliği gördüm sonra her adımda, her yeni tabelada, değişen trafik ışıklarında, trafik ışıklarının bile olmadığı şehirlerarası yollarda...

     Hislerini kaybetmenin acısının nasıl da öyle acelesiz ve ama habersiz gelip de insanın ruhuna yerleşebileceğini öğrendim. Öğrendim ve öğrendiğimde bildim ki; hiçbir acı tam manasıyla yok olmuyor, hiçbir yara da artık ilk günkü gibi kanamıyor.

     Yaşıyoruz acılarla, acılara tahammüle çabalamayla. Yeni öğrendiklerimizi de alıp yanımıza öyle devam ediyoruz yaşamaya çalışmaya.

     Arka arkaya değiştirilen mekanlarda hiç değişmiyor içilen içkilerin ağızda bıraktığı tat. Aynı içkileri farklı görüntüler ve seslerle başkalaştırmaya çabalıyoruz. Başkalarıyla başkalaşmak daha kolay oluyor çünkü.

     Yaşanan, yaşanamayan, inciten, sancıtan, her şeyi; keçeli kalemleri, fotoğraf makinesini, kitapları, otobüste başımızı yaslayacağımız yastığı, kulaklıkları, bakkaldan aldığımız bitki çaylarını, makyaj çantamızı da sürüklüyoruz peşimizden.

     Hafızamızdaki başka anıları birleştirip ortaya serdiklerimizi küçük bir bakışa feda edip kendimizi de sırt çantamızın yanına istifleyip kaçıyoruz bir şehirden ötekine. Ve sanıyoruz ki sonrası öncesinden daha iyi anlayacak bizi...