Şeytansız Kalmış Zavallı İnsan'a / Gülşah Akbulut

Şeytansız ne mi yapar insan? Kocaman ve mücadelesiz bir hayat yani bir hiçi yaşar... İnsan şeytana özenecek kadar güçlü değil. Ancak bağışlaması bol tanrıya öykünür, tanrı olmak ister. Sonunda bağışlanacak ne de olsa. Şeytan insanı terk edeli çok oldu. İnsan, onu her şeyiyle seven tanrıyla baş başa kaldı. Gün geldi savaşacak bişi bulamadı, nasılsa affedecek diyip tanrıyı da öldürdü ve hepten yalnız kaldı. Şeytan bu biliyor işini, uzaktan gülümsüyor, kısıyor kocaman gözlerini. Şimdi arasın dursun insan kaybettiği cesaretini... Şeytanı bulup çıkarmadan yazık ki yaşamayacak o mutlu, heyecanlı hayat serüvenini..
İyiyi sevemiyorum. Aklım da kalbim de hep kötüde. Tanrıdan korkmuyorum. Ağlamıyorum da artık sebepli sebepsiz. İnsanlığın kendini tanrı ilan ettiği köşede, bütün kozu ortada, korkmadan tüm oyunu açık oynayan yoksa ben miyim o şeytan? Şeytan ben olmalıyım, evet. Çünkü kendimi tanrı ilan edecek kadar korkak olmadım hiçbir zaman. Şeytanın yalın ve cesur hayatına özendim çok zaman. Biliyorum ki dünya kurulduğundan beri tanrılar çoğala çoğala sıradanlaştı. Şeytan hep yek ve güçlü kaldı.
Yukarda okuduğunuz cümleler beni Maldoror’a götürdü, bilinmeden çağırılmış o. Tesadüf bu ya Comte de Lautrémont’un “Maldoror’un Şarkıları” adlı bir kitabı varmış. Kitabın ilk baskısı 1989’da Gece Yayınları tarafından yapılmış. En son 2008’de Kırmızı Yayınları tarafından okura sunulan kitabın çevirisi Özdemir İnce’ye ait. Maldoror’un Şarkıları, gerçeküstülük içinde insanın daha çok hayvansı yönlerini anlatan bir kitap. Düzyazı mı şiir mi? Sadece bakarak anlamak zor… Aragon diyor ki onun için: “Maldoror’un birazcık tadına bakınca, bütün şiir yavaşlıyor.” Silkeninip kendinize gelmeye ihtiyacınız varsa geç kalmadan başlayın okumaya. Her şeyin tersine dönmesi muhteşem. İpucu mu?

“Tanrı'dan dilerim ki, yüreklenen ve okuduğu kitap gibi geçici olarak canavarlaşan okur, bu kasvetli ve zehirli sayfaların ıssız bataklıklarında sarp ve yabanıl yolunu şaşırmadan bulur; çünkü kesin bir mantık ve en azından kuşkusuna denk bir ruhsal gerilimle başlamazsa okumasına, bu kitabın saçtığı kokular tıpkı şekerin suyu içmesi gibi emecektir ruhunu. Bundan sonraki sayfaları her önüne gelenin okuması hiç de hayırlı olmaz; ancak pek az insan tadına varabilir, başını belaya sokmadan, bu acı meyvenin.” (33).

Bu başlangıçla esas duruşa geçiyorum, sonrasında;

“İmgelerin yarattığı ya da kendi sahip oldukları, soylu duygular sayesinde insanların övgülerini kazanmak için yazar kimileri. Ben, kan dökücülüğün tadını betimlemek için kullanıyorum dehâmı! Gelip geçici, yapay zevkler için değil; ama insanla başlamış, insanla sona erecek olanlar için.” (35).

Sonra sonra sonra.. Okumaya devam ettim ve fakat bir çocuk yürümeyi öğrenirken nasıl yerlerde süründüyse, emekleyene, yürüyene kadar uğraşmaya devam ettim. Sonunda koşmaktan yorulmuştum. Oturacak bir yer buldum.