Sosyolog ve Müzisyen: İlke Ulaş Kuvanç / Söyleşi: Gülşah Akbulut

İlke Ulaş Kuvanç 'LA MUSIQUE SANS FILM - FİLMSİZ MÜZİKLER' adlı albümünün ardından müzik çalışmalarına devam ediyor. Popüler ve kolay bir yolda ilerlemeyen Kuvanç ile müzik yaşamı ve şu anki çalışmalarına dair bir söyleşi yaptık. Bir göz atmak isteyenler için…

Eğitiminiz sosyoloji üzerine.  Müziğe başlamanız nasıl oldu?
Ailemdeki müzisyenler sayesinde, müziği alaylı olarak öğrendim diyebilirim. Ama yine de müzisyenliğe ilk adım attığım yılların ardından yaklaşık 2 sene Gazi Üniversitesi gitar bölümü hocalarından klasik gitar eğitimi almış bulunuyorum. Ama aslen sosyoloji mezunuyum. Master eğitimimde müzik sosyolojisi üzerine çalıştım ve “Küreselleşme ve Dünya Müziği” konulu bir master tezinin sahibiyim. Şu anda ise İstanbul Üniversitesi’nde yine müzik sosyolojisi üzerine doktora tezimi hazırlamaktayım. Bu seferki tez çalışmam ise, Oryantalizmin Batı ve Türk Müziği ile karşılıklı etkileşimi üzerine nitel bir çalışma olacak.  
Müzisyenlerin olduğu bir ailede yetişmiş olmanın sonucu olarak, evet, müzik hayatımda hep vardı. Ancak net başlangıcım, yine müzisyen olan annemin, bana ortaokul yıllarımda bir gitar hediye etmesi ile oldu. Bu şekilde müziğe aktif olarak odaklanmış oldum ve tutku dolu bir müzisyenlik hayatı başlamış oldu benim için. Sonrasında da küçüklüğümden beri hep hayalini kurmuş olduğum gibi, bestecilik üzerine yoğunlaştım. 

Başlangıçta müzikal anlamda bir tür belirlemek gerekli midir? Bu türlü bir müzik yapıyorum diyebilir misiniz?
Ürettiğiniz müzik popüler, dolayısıyla ticari hedefleri olan bir müzik değil ise, bu ürünü bir müzik türünün adı ile nitelendirmenin çok gerekli olduğunu düşünmüyorum. Çünkü bu durumda sizin amacınız sadece üretmek haline geliyor ki bu da sadece duygularınızı müzikle ifade etmek anlamı taşımaktadır. Dinleyici için de türün adının ne olduğunun çok önemi olduğunu sanmıyorum, sizin notalara döktüğünüz duygudan dinleyici kendine pay çıkarabiliyorsa veya sadece müzikal olarak keyif duyabiliyorsa, türün adının ne önemi var ki. Bir de günümüz müziğinde türler arası ayrımlar keskinliğini iyice kaybetti. Müzik temel manada tektipleşiyor ve bir müziğin bir türün altında tanımlanması için, bu tektipleşmiş müziğin içine eklenmiş karakteristik ama aslında bu müziği bir tür yapmaya yetmeyecek zayıflıkta bir element yeterli oluyor artık. Örneğin pop müzikte elektrik gitar kullanınca rock oluyor veya elektronik müziğe ney ekleyince dünya müziği oluyor, içerik, felsefe veya sound karakteristiğinin artık bir önemi yok ne yazık ki. Bu muğlak durumda, müziğinizi bir tarzın ismine sıkıştırmaya çalışmak çok anlamlı değil kesinlikle.
Benim “Filmsiz Müzikler” albümümdeki türe karar verişim ise planlanmış bir şey değildi kesinlikle. Yukarıda bahsettiğim ticari olmayan duygu aktarım süreci sonucunda oluşmuş bir proje bu. Duygularımı ifade etmek isterken, seçtiğim kendimce en iyi dil, bu albümdeki soundu yarattı. Cümle kurmak gibi; duygularınızı anlatırken kurduğunuz cümlenin kelimelerini seçmek ve duygunuzu en iyi ifade ettiğini düşündüğünüz ve hissettiğiniz vurgulamaları içgüdüsel olarak yapmak… Benim en iyi ifade biçimim buydu duygularım için ve böyle bir müzik türü ile vücut buldular.
Yine de günümüz kalıpları ile müziğimin türünü tanımlamak gerekirse, senfonik öğelerden dolayı film müziği, elektronik ve synth seslerden ve bazı eserlerimdeki içerikten dolayı newage ve etnik enstrümanlardan dolayı da dünya müziği diyebiliyorum tanımlarken. 

Albüm fikri nasıl ortaya çıktı ve de albüm tabii ki?
Aslında kesinlikle yayınlanması amacıyla üretilmemiş sadece kişisel duygu aktarım süreçleriyle oluşmuş bestelerin, duayen menajer Bircan Silan hanım tarafından dinlenip, çok beğenilip, “bunları albüm haline getirmeyi düşünmez misin” demesiyle albüm fikri doğmuş oldu. Kayıt sürecinin ardından, üstat müzik adamı, besteci Vedat Yıldırımbora’nın müziğimi çok beğenmesinin ardından gösterdiği eşsiz ilgi sonucu Yaşar Müzik ailesiyle, sayın Kemal Kekeva ile tanıştım. Kemal Kekeva’ da bu albümün hayat bulmasında son ve en büyük katkıyı sağladı ve ticari olarak çok zor bir dönem geçirmekte olan müzik piyasasının, prodüktörler adına son derece kârsız koşullarına rağmen, hiçbir ticari kaygısı olmayan bu albümün, hiçbir kaygı duymadan arkasında durdu ve insanlara ulaşmasında kesinlikle başrolü oynadı.  
  
Şu anki müzik çalışmalarınız nelerdir?
Şu sıralar, Türkiye’de çok fazla yapılmamış bir şeyin; özgün metinli bir çocuk müzikalinin müziklerini bestelemekteyim. Bunun yanında dünya bankası destekli bir belgesel projesinin de müziklerini üstlenmiş durumdayım, onun için de bir ön hazırlık süreci içerisindeyim. Diğer taraftan Filmsiz Müzikler albümüm için birkaç canlı performans konsept çalışmamız var. Türkiye’de daha önce yapılmamış bir görsel tasarım ile müziklerimi sahnelemek istiyoruz. Bunun hem görsel tasarımları üzerine ilgili ekiple bir çalışma yürütmekteyiz, hem de müziğin canlı performansı üzerine müzisyen dostlarımla çalışmalar yapmaktayız. Planlarda aksilik olmaz ise, müzikal şubat ayında sahnelenmeye başlayacak, belgesel yakında yayınlanacak, hedeflediğimiz benzersiz canlı performansımız ise bahar aylarında gerçekleşecek.

Şarkılarınızın hikâyeleri var mı? Sizden dinlemek isteriz.
Şarkıların çoğu hem nesnel hem öznel anlamlar taşıyorlar. Bir duygu aktarım sürecinin ürünleri olduklarından dolayı, geniş bir zaman dilimini de kapsamaktalar. Örneğin “170899” isimli çalışmam 17 Ağustos 1999 depreminden kısa süre sonra, bu acı olayın bana hissettirdikleri sonucu hayat buldu. Veya “Choose One” isimli çalışmam ise gönlümde, çok kıymetli Kazım Koyuncu ile bütünleşmiş bir çalışmamdır. Kazım Koyuncu, henüz bir tema halinde olan bu çalışmamı tedavi gördüğü hastanede dinlemiş ve çok beğenip, “iyileşince birlikte bir şeyler yapmalıyız” demişti. Sonrasında malum, bunu gerçekleştirme şansımız ne yazık ki olamadı. Ben ise bu besteyi bu olayın duygusallığı ve hissettirdikleri ile tamamladım. Benim için çok özel bir anlama kavuştu ve kıymetli Kazım Koyuncu’ ya ithaf ettim. Veya “Child Face of War (Savaşın Çocuk Yüzü)”, Irak’taki gayri insani korkunç tablonun bana hissettirdikleri ve çocukların yaşayabileceklerine dair duyduğum üzüntünün ve kızgınlığın ifadesidir benim için. Bu ifadeler tabiî ki nesnel hikâyeler üzerine kurulu belirttiğim gibi. Tabiî ki bunların öznel yanlarını ben yaşıyorum ben biliyorum. Albümümün dinleyicisi de kendi duyguları ile bu çalışmalar aracılığıyla çok farklı hikâyeler yaşayabileceklerdir. Dolayısıyla bu albüm aslında, sayın Naim Dilmener’ in tanımlamasıyla Filmsiz değil “çok filmli” bir albüm diyebiliriz.

Kimlerle çalıştınız?
Albümün müzikal kısmında çoğu işi ben gerçekleştirdim. Besteler, aranjeler, orkestrasyonlar, gitar ve keyboard performansları, kayıt ve mix, benim tarafımdan yapıldı. Ney performansları çok yetenekli genç bir neyzen olan Tolga Saraçoğlu tarafından gerçekleştirildi. Ud çalımı ise Bülent Akdağ tarafından yapıldı. “Okyanusa Hasret – Sighed for the Ocean”  isimli çalışmamda Cem Adrian benzersiz sesi ile vokalleri üstlendi. Mastering sevgili dostum Cüneyt Çağlayan tarafından Norveç/Oslo’da Cascade Studios’ da tamamlandı. Kapak fotoğrafları, fotoğraf sanatçısı Koray Kasap tarafından Nepal’ de çekildi. Kapak tasarımı ise Onur Gülecek tarafından Fransa/Paris’te tamamlandı.

Yurtdışında ya da Türkiye’de hayran olduğunuz, müziğinden etkilendiğiniz isimler  (ya da her nasıl adlandırmak istiyorsanız) var mı?
Aslında dünyanın birçok farklı noktasında, çok farklı tarzlarda müzik icra eden, beğeniyle takip ettiğim birçok müzisyen var. Nitekim bu durum benim de birçok farklı tarzda müzikler üretmiş ve üretiyor olmamla da karşılıklı bir etkileşim içerisinde sanıyorum. Ancak şu an güncellik Filmsiz Müzikler olduğundan, bu çalışmanın civarındaki beğenilerimi ifade etmem yerinde olacaktır; Brian Tyler, Marco Beltrami, Hans Zimmer, Michael Cretu, Yanni tarzımla ilgili çok sevdiğim müzisyenler. Türk müzisyenlerden ise, Murat Tuğsuz, Cüneyt Çağlayan, Fahir Atakoğlu, Gevende ilk aklıma gelen sanatçılar.