Biri bana neler olduğunu söyleyebilir mi - Gökhan Cemal Aslan

Neler Oluyor…
Bugünlerde gerçekten çok tuhaf şeyler oluyor o kadar amatörce yapılıyor ki bazı şeyler sanki birileri doğu insanının birbirini yemesini istiyor… Ortada hiç bir şey yokken bir bakıyorsunuz gençler konuşmak yerine milletine zarar vermeye çalışıyor bir yandan esnafın biri almış silahını etrafa saldırıyor…
Allah Aşkına ne istiyorsunuz bu milletten? Bu ülkenin insanları barışa huzura layık değil mi?Ne zaman he tamam artık silahlar konuşmayacak diyoruz birileri bir şekilde ortaya öyle şeyler çıkarıyor ki kendimizden nefret etmeye başlıyoruz…Örneğin Reşadiye şehitleri….Tam 7 er şehit verdik ne uğruna? Yanlış istihbarat uğruna… Peki, kim verdi bu yanlış istihbaratı… Türkiye’nin iç işlerinde başka kimler var? Kimler bizi kukla niyetine kullanıyor? Ya da kullanmaya çalışıyor…
Tarihimiz bize daima dış güçlere karşı korunmamız gerektiğini söylüyor… İnsan yedisinde ne ise Yetmişinde de O’dur… Derler ya! Dış Güçler de aynı şekilde kendi iç işlerini halletmişler (!)gelip bide bizim sorunlarımıza çözüm arıyorlar. Burada Türkiye cumhuriyeti vatandaşlarına düşen tek görev birbirimize sahip çıkmaktır devletimizin gidişatı dışa bağlılığı sürdükçe çöküş dönemindedir. Ne zamanki kendi ayaklarımız üzerinde durmayı öğrendik Ancak o zaman sorunlarımıza kimse karışmayacaktır…
Ayrıca bu dış güçler kendi vatandaşımıza yaptırıyor pisliklerini örneğin geçen gün Muş/Bulanık ‘ta bir esnaf vatandaşlara ateş açıyor hem de kalaşnikof ile… Gelin görün ki bu kişi yapılan araştırmalar sonucu 90’lı yıllarda başlatılan gönüllü koruculuk sisteminin içinde olduğu ortaya çıkıyor. Burada ilk akla gelen ne olur sizce… ? Yorum Sizindir. Tek Sözüm var size… Defolun Ülkemizden… Bizi sorunlarımızla baş başa bırakın.Aslında Tek Sorun Sizlerisinz De Neyse…..

Editör Notu: Bu yazı 3. Sayı için yollanmıştı; ancak yazarımızın gönderdiği "İcadı Tarafından Ezilen Mucid" başlıklı yazıyı 3. sayıda yayınlamayı daha uygun görmüştüm. Neticede o yazı bu ay sizinle...

Müzeyyen Senar - Saklı Kayıtlar 1934-1996

Zeki Müren'den sonra Müzeyyen Senar'ın da Saklı Kayıtlar adlı albümü Sethan Müzik etiketiyle çıktı. Ama Zeki Müren'inkinin aksine Müzeyyen Senar'dan daha önce dinlediğimiz şarkılar yer alıyor albümde. (Bence) Müzeyyen Senar klasiklerinin toplandığı bir albüm. Son zamanlarda çıkan en güzel albümlerden biri, ben beğenerek dinledim. Sizin de  dinlemenizi tavsiye ediyorum bana hak vereceksiniz.

Albüm Bilgileri




1. Müstear Saz Semai
Mükerrem Akıncı
2. Gel Ey Saki
Söz & Müzik: Rahmi Bey
3. Dün Gece Mehtaba Dalıp
Söz: Mahmut Nedim Güntel Müzik: Emine Semahat Özdenses
4. Gecenin Matemini Aşkına Örtüp Sarayım
Söz & Müzik: Selahattin Pınar
5. Ömrümüzün Son Demi
Söz: Ahmet Orhan Arıtan Müzik: Selahattin Altınbaş
6. Kanun Taksimi
Kanun: Göksel Kartal
7. Neden Düştük Biz Bu Hale
Söz: Rıfat Ayaydın Müzik: Zeki Duyguluer
8. Agora Meyhanesi
Söz: Onur Şenli Müzik: İsmet Nedim Saatçi
9. Bayati Peşrev
Seyfettin Osmanoğlu
10. Hala Acıyor Gözlerinin Yaktığı Yerler
Söz: Mustafa Nafız Irmak (Çamlıtepe) Müzik: Şerif İçli
11. Benzemez Kimse Sana
Söz: Rüştü Şardağ Müzik: Mehmet Fehmi Tokay
12. Karşıdan Yar Güle Güle
Söz & Müzik: İsmail Dede Efendi
13. Klarnet Taksimi
Klarnet: Bülent Altınbaş
14. Hicran Hastasıyım
Söz: Vecdi Bingöl Müzik: Kadri Şençalar
15. İzmir'in İçinde Vurdular Beni
Söz & Müzik: Anonim
16. Ud Taksimi
Ud: Yıldıran Güz
17. Bir Gönül Vardı Bende
Söz: Sedat Ergintuğ Müzik: Ferit Sıdal
18. Sevmekten Kim Usanır
Söz: Hikmet Minir Ebcioğlu Müzik: Ali Teoman Alpay
19. Şimşir-i Nigahıyla Vuruldum Ciğerimden
Söz: tanburi Ali Efendi Müzik: Hafız Kemal
Murat Mutlu

Tepki - Murat Mutlu

Yazmayacağım demiştim, söz vermiştim bu konuda; ama susturamıyorsun içindekini. Konuşuyor, bağırıyor, boğazını patlatıyor; yazacaksın, yazmak zorundasın diye. Bilmiyorum bu yazı da ötekiler gibi size ulaşamamanın kahrını yaşayacak mı? Zaten çalakalem yazıyorum, fikrimi değiştirmeden yazıp yayınlamalıyım ki sussun artık.
Halimize bakın, ülkenin haline. Bugün azıcık düşünme yetisine sahip olan birinin bile farkedebileceği sorunlarla boğuşuyoruz.Bir yandan (bence) kimin niçin ortaya attığı malum iddialar, ülkeyi adeta canlı bombaya çeviren sinir, tahammülsüzlük hali Yargıyı, askeri yıpratma demeçleri, yazıları ve nihayet operasyonları. Bizzat devlete egemen olan gücün eliyle yapılanlar.
Aydınlatma parolasıyla yola çıkanlar gerçekten aydınlattılar. Biz ülkeyi aydınlatacak zannederken, her şeyi özelleştirdiler, İMF'ye geçit yok deyip beklediler ardından çok büyük başarıymış gibi anlaşma imzaladılar; akrabalarını ihaleye boğdular, oğullarına gemi aldılar, Emniyet Genel Müdürlüğü'nün çalışmasında en tehlikeli oluşum diye rapor verilen cemaati sivil toplum örgütü gibi gösterdiler. Bunları inceleyen yargıya ise yaklaşma yakarım mahiyetinde demeöler verildi, yazılara yazıldı, operasyonlar yapıldı. Ergenekon gibi davalarda mangalda kül bırakmayanlar, söz konusu bunlar olunca o külleri yalayıp yuttular.Aklımda başka bir cümle daha var; ama o kalsın.
Ben bir vatandaş olarak endişeliyim. Olanlardan, olacaklardan. Bazı çevreler bir ara dillerine dolamıştılar "paranoyak bunlar" diye. Evet, paranoyaklaştık. Bilin bakalım kimin sayesinde?
Geriye dönelim; askeri yıpratma demiştim. Bu yazıyı okuyanlara soruyorum: "TSK başkasının ordusu mu?" İşgal için mi geldi?" Haklsınız, elbette hayır bu soruların cevabı. Hayır da nedir bu yapılanlar? Nedir bu ortalığı toz duman eden saçmalıklar? Güncel olduğu için söylüyorum: Cami bombalanacakmış. Genelkurmay Başkanı sayın İlker Başbuğ'un ağzıyla cevap veriyorum: "Vicdansızlıktır, lanetliyorum!"
Bu ordu bizim. Bir zamanlar dedenizin, babanızın görev aldığı şimdiyse abinizin, kardeşinizin, dayınızın, arkadaşınızın hatta sizin görev yaptığınız ordu. Sizin de bir unsuru, bir parçası olduğunuz ordu. Buraya işgal için gelmediler. Hiçbir yerden gelmediler, onlar, hayır bizler hiçbir yerden gelmedik. Biz zaten binlerce yıl burdaydık. O bahsettiğimiz ordu da yanş bizim de bir unsuru olduğumuz ordu da bir zamanlar bu ülkeyi darağacına çıkaranları darağacına çıkaranlar.
 Yok hayır sormayın kendinize bu taraf mı diye? Evet, tarafım! Askerden tarafım, yargıdan tarafım, ülkemi, devletimi yaşatacaklardan tarafım.
  Yıllar önce Levent Kırca'nın "Olacak O Kadar" adlı programındrda izlemiştim. Kurtuluş Savailişı'na katılan birinin ruhu çağrılıyordu bir skeçte. Skecin sonunda "...yazıklar olsun size, yazıklar olsun size!" denmişti. Ben de tekrarlıyorum: yazıklar olsun size ki bu ülkeyi, bu milleti bu hale getirdiniz.Yazıklar olsun size! Sadece bugün bunları yapanlara değil, geçmişte benzerlerini yapan herkese.
Not: Yazı sert olmuş olabilir; ama bundan çok daha sert ve ayrıntılı bir yazı daha var heybemde. Yayınlama, sana da dergiye de zarar verirler diye şimdilik yayınlamıyorum.

Fuzuli - i Bağdadi - Nurullah Geyik




16. yy.'ın yalnız Azeri edebiyatınn değil bütün Türk edebiyatının tanınmış en büyük şairlerinden olan Fuzuli'nin asıl adı Mehemd'dir. Molla Süleyman adında bir kişinin oğludur. Kaynaklarda adı Fuzuli Mehmed bin Süleyman olarak geçer.
            Onun hayatı hakkında çok az bilgi sahibiyiz.Doğum tarihi ve doğum yeri kesin olarak bilinmemektedir. Bazı kaynaklar onun Kerbela'da, bazıları Hille'de bazılar da Bağdat'ta doğduğunu söyler. Kesin olarak bilinen bir şey vardır ki o da Bağdat civarında doğduğu ve hayatı boyunca Bağdat, Kerbela ve Hille civarında dar bir bölgede yaşadığıdır.
            Kaynakların Fuzuli'yi Bayat aşiretinden göstermeleri onun Kürt olduğu söylentilerinin ortaya atılmasına sebep olmuştur. Fakat O, Hadikatü's Sü'eda ve Farsça divanının mukaddimesinde ana dilinin Türkçe olduğunu açıkça belirtmiştir. Bu da onun eski bir Oğuz aşireti olan  Bayatlar'dan olduğunu göstermektedir.
            Fuzuli'nin ne derece bir eğitim gördüğü de kesin olarak bilinmemekle Türkçe divanının mukaddimesinde; küçük yaşta okula başladığını ve aşklane şiirler yazdığını fakat şiirlerinin bilimden uzak yoksun olmasını istemediğini için bütün akli ve nakli bilimleri öğrendiğini anlatır. Gerçek şudur ki;  Fuzuli, alim bir şairdir. Eserlerinden onun ilim ehli bir kişi olduğu ayrıca Arapça ve Farsça eserler yazdığı için bu dillere de vakıf olduğu ve bunları iyi bir derecede bildiği anlaşılmaktadır.
            Fuzuli'nin yaşadığı Bağdat şehri o zamanlarda Osmanlı ve İran arasında birçok kez el değiştirmiştir. Bu nedenle Fuzuli daima kendini himaye edecek bir koruyucudan mahrum kalmıştır. Sıkıntılı ve acılarla dolu bir yaşam sürmüştür.
            Bağdat'ı ele geçiren devlet büyüklerine, valilere kasideler yazmış ve bunlardan yardım görmüştür. Devlet büyüklerine bu kadar kasideye karşın Osmanlılar'dan yeterli yardımı alamamıştır. Kendisine vakıf gelirlerinden bağlanan 9 akçe maaşını alamamış bu durumu Nişancı Celalzade'ye yazdığı ünlü Şikayetname adlı eserinde alaycı bir şekilde anlatmıştır. Hayatında geçim sıkıntısı yaşadığı çektiği için Anadolu şairlerinin gördüğü saygıyı ve yaşadıkları rahatı Fuzuli görememiş bu nedenle Anadolu şairlerine özenmiştir.
            Fuzuli Şii mezhebindendir. Bu konuda uzun tartışmalar yaşanmış, bazıları onun Sunni olduğunu savunmuştur. Öne sürülen deliller arasında Kanuni'ye sunduğu Kaside'de İmam-ı Azam'dan söz etmesi ve Leyla ve Mecnun mesnevisinde Hz. Ali'nin yanında diğer halifeleri de övmesi vardır. Fakat O, yüzyılın en büyük Sunni padişahı ve onun Bağdat beylerbeyine sunduğu eserde böyle davranması normaldir.
            Fuzuli, "boş, gereksiz" anlamlarına gelen mahlasını niçin aldığını Farsça divanının önsözünde; daha güzel mahlaslar olduğunu, bunların diğer şairler tarafından çabucak benimsendiğini, bu yüzden birçok karışıklık ortaya çıkacağını, onun için kimsenin beğenmeyeceği Fuzuli mahlasını aldığını açıklamıştır. Bunun aynı zamanda "Fazl" kelimesinin çoğulu olduğunu da sözlerine eklemiştir.
            Fuzuli, alim bir şaridir. Türk, Arap, Fars dillerini ve bu üç dilin edebiyatlarını çok iyi öğrenmiştir. Zamanın geçerli tüm ilimlerini okumuş ve bilgi sahibi olmuştur. Fuzuli, cahilliği asla bağışlamaz, insanın ilimleri öğrenmesi gerektiğini, ilmin ancak insanlara itibar sağlayacağını ilimsiz cahil kişilerin hiçbir şeye yaramadığını söyler.

Eserleri:
Türkçe Eserleri:
·                     Türkçe Divan
·                     Leyle ve Mecnun
·                     Bebg ü Bade
·                     Tercüme-i Hadis-i Erba'in
·                     Sahbetü'l Esmar
·                     Hadikatüs Sü'eda
·                     Mektuplar

Farsça Eserleri
·                     Farsça Divan
·                     Sakiname
·                     Enisü'l Kalb
·                     Rind ü Zahid
·                     Risale-i Muamma

Arapça Eserleri
·                     Arapça Divan
·                     Matla'ül İtikad

İletişimdeki Kopukluk - Veysel Tunç

İletişim, ya da iletişimsizlik dünyanın ortak sorunlarının başında geliyor maalesef. İletişimdeki kopukluk, kendisiyle beraber diyalog yetersizliği ve monoton yaşamak gibi birçok olayı sistematik bir şekilde doğurur. Bu olaylar zincirinde susan insan, soru soramaz hale gelirken, bundan çıkarı olanlar kazanıyor ne yazık ki. Bir öğrenci olarak akbil örneğini vermek istiyorum. Çünkü şoför ya da bir muavine parayı uzatıp bir iki kelime konuşacağımıza akbil basıp geçiyoruz. Sadece bir işe programlanmış robotlar gibi. Soru soramadığı için diyalogdan mahrum kalan insan, haliyle sorunun cevabını bulamaz ve zamanla bir bıçak misali körelir. İşleyen demir pas tutmuş olur. Peki iletişim sadece soru soramamak mı? Tabi ki hayır! Bir diğer önemli sebebi ise az okumak ve yeterli bilgi birikiminden yoksun olmaktan gelmektedir. İlkokul çağındaki öğrencilere hep kitap okumanın faydaları ve bol kitap okumaları söylenir. Bunun öneminin geç anlaşılır olması sonucunda bıçak örneğindeki gibi körelmiş bir toplumu doğurur. Monotonlaşan bir yaşamın en keyifli zamanları bile rutinleşip, unutulmuş olur. Bu söylediklerim bir kenarda dururken diyalogun da sorularla zenginleştiğinin altını çizmek istiyorum. Hele ki karşılıklı soru cevap varsa ayrı bir ahenk oluşur. Diyalogun tabiatında olmalı bu. Ama tek taraflı diyalog soru soran kişinin kredisinin tükenmesiyle biter. Ortalığı bir sis alır götürür; sessizlik! Bu iki kişi arasında büyür zamanla sayısı artar ve sinsice yaşamımızın merkezine yerleşmiş olur. İşte iletişimsizlik buradan başlar. Örnek basit görünse de içinde barındırdığı sorun büyük.
Zaranın neresinden dönsek kar deyip, bunun için çok çalışmamız gerekir. Hadi biz neyse, peki ya bizden sonrakiler ve onların da sonrakileri… Nereye bu gidiş!
Veysel TUNÇ.
Şubat 2010
Malatya

Beyşehir Gölü Canlandı


Beyşehir Gölü, milli park ilan edildikten sonra doğal zenginliği yeniden canlandı...

 Beyşehir Gölü'nde sular yükseldi, kıyılarda kuş sesleri duyulmaya başladı. Beyşehir Gölü, Doğa ve Çevre Derneği Başkanı Sami Tan, insanların kuşlara sıcak yaklaşımının artmaya başladığını söyledi.

 Beyşehir Gölü'nde, milli park ilan edilmeden önce avlanabilen su kuşlarının, bölgede avlanma yasak olduğundan vurulamadığını anlatan Tan, şimdi bu kuşların gölde özgürce yaşayıp üreyebildiklerini belirtti.

Aynı zamanda son 2 yıldaki bol yağışla dağlık güney bölgeden Derebucak Derivasyonu ile iletilmeye başlayan suyun, 2 yıl öncesine kadar tehlikeli noktalara ulaşan gölün su seviyesini yükselttiğini ifade eden Tan, şunları kaydetti:''Av faaliyetlerinin başka bölgelere kaymasıyla son yıllarda milli park alanında tür ve sayı açısından önemli artışlar var. Özellikle beyaz martı ve sakar meke gibi türler yoğunlaşmaya başladı. Ağır kış şartlarının hakim olduğu dönemde aç kalan sakar meke ve bazı türler, kentin kıyılarına kadar gelerek yiyecek arıyor. Eskiden silah sıkılan, taş atılan su kuşlarına artık insanlar daha şefkatli yaklaşıyor. Son dönemde ise bu değişim gözle görülür şekilde kendini hissediliyor. İnsanlarımız simit ve bayat ekmekleri atarak onları beslemeye başladı.''
Beyşehir Gölü su seviyesinin yükselmesiyle kıyılardaki bataklık görüntülerinin de giderek yok olduğunu bildiren Tan, ''Sahilde artık kuş cıvıltıları, sakar mekeler ve martıların sesi yükselmeye başladı. Beyşehir Gölü Milli Parkı'nın o özlediği eski günlerine kavuşmakta olduğunu söyleyebiliriz. Bu tablo ise bizleri ve yerel halkla ilçeye dışarıdan gelen doğaseverleri çok mutlu ediyor'' dedi.

Senfoni - Cemil Taşkıran



Yol, güneşi içine almış
Dalgalar, denizle oynaşır.
Gökyüzünde mavi bir gülümseyiş
Bir serenat halinde bakışırlar.

Gündüz üstüne karanlık çökerken
Yıldızlar meşalelerini karanlığa yayıyor.
Ay dalmış, gökte güneşle bakışır
Gece vakti kadar zamanı vardı
Ya sonra o gider güneşle,
Tekrar gelmek üzere...

Cemil Taşkıran
20.11.2009
Elazığ