Mirall / Taner Özbek

 Sevgili Mirall,

Mektubumu, vefasızlığımdan dem vuracağını bilerek yazıyorum. Sana anlatmak istediklerime, suçunu itiraf etmenin ağırlığından kurtularak başlamak istedim...

Bugün seninle her zaman yürüdüğümüz yoldan geçtim. İnsan hayatin ağırlığını sanırım sorumluluk almaya başlayınca hissediyor. Şimdi diyeceksin ki nerden çıktı bu! Dedimya bugün her zaman yürüdüğümüz yolda yürüdüm...

Lisedeydik, okul çıkışı ve hava hafif karanlık, öyle saatin geç olmasından falan değil, sıkıntılı bir gün sadece, hava kapalı. Cebimdeki paradan biraz tasarruf edebilmek için eve yürümeye karar vermiştim. Normalde pek tercih etmediğim bir yoldan gidiyorum, muhtemelen yolda birine takıldım, o yüzden yolu uzattım. O yol bir tek seninleyken kısa gelirdi zaten. Uzun zaman oldu, şimdi tam hatırlamıyorum! Meydandan sizin eve çıkan bir yer vardı hani, eski İSKİ binası ve ardından, emin olmamakla beraber, senin okuduğun ilkokul vardı o yolun, meydandan gidildiğinde, solunda kalan kısmında. O zamanlar okulun karşısında kırık dökük bir otobüs durağı vardı. Meydandaki duraktan hemen sonraki duraktır orası. Bütün bunları sen hatırlayasın diye yapıyorum ama şimdi içinden “ben orda yaşıyorum, tereciye tere mi satıyorsun?” dediğini duyar gibiyim...

İşte o durakta Orhan Pamuk'un o zamanlar çıkan kitabının afişi asılıydı, “Kar”, kitap Kars'ta geçiyordu. Reklam afişini hala hatırlarım, aynı zaman da kitabın kapağıdır da! Elleri siyah paltosunda, karlı bir havada, sokakta yürüyen adamın arkadan çekilmiş bir fotoğrafı... Kars'ın sokakları bir başkadır, zamanında Ruslar'ın egemenliğinde kaldığı için, bakan gözlere inceden Rus mimarisini yansıtır. Bu yüzden Kars sokakları alabildiğince geniş olur. O resimde sokak ile fotoğrafın inatlaşması vardır. Belki bu yüzden hala o resmi eksiksiz hatırlarım. Fotoğraf, sokağa meydan okur; sen alabildiğince geniş olsanda ben seni içime hapsederim diyor. Oysa sokak ihtişamından vazgeçmeye niyetli değildir. Sonsuza kadar sürecek bir inatlaşmanın anıdır işte o, gözümde canlanan.

Geçenlerde bir arkadaşıma uğramıştım, arada piizlendiğimiz, gecenin son demine kadar muhabbet çevirdiğimiz çok olmuştur. Muhabbetin başı belli olmasa da sonu hep aynıdır. Dünyanın bir ucunda, neden bu hayatı yaşadığımızı, bunca sorumluluğu neden taşımak zorunda olduğumuzu sorar, bende sürekli İnce Memed'e havale ederdim. İnce Memed bir kahramanlık destanı değildir, mecbur adamın hikayesidir; daha sıradan bir hayatın gayesindeyken, toplumun kahraman olmaya mecbur bıraktığı biridir derdim. Belki biz kahraman değiliz, kimse bize dayatmadı da. Lakin, kendi mecburiyetlerimize özgürlüğümüzü feda ettik bir kere, anlamı yok bu saatten sonra neden burda olduğumuzun. Kafa güzel olunca insan söylediğinin gramına bakmadan konuşuyor işte...

O gün öylesine uğramıştım arkadaşıma. Çalışma masasında Pamuk'un kitabını görünce, kitabı aldım ve işim olduğunu söyleyip gitmiştim. Garip hallerime alışık olduğu için sormadı. Neden bilmiyorum ama, hani bazen bir anda içine bir karanlık çöker ya da adını henüz keşfedilmemiş garip bir yalnızlık, an ki bütün heyacanını kaybedersin, her nerdeysen gitmek istersin ordan, ama kaçar gibi. Kitabı görünce işte tam da öyle olmuştu.

Aslında bugün niyetim sana, ne arkadaşımdan, ne de konuştuğumuz şeylerden bahsetmek. Otobüs durağından bahsetmek istiyorum, üzerinde kitap reklamının olduğu duraktan. O duraktan yıllar sonra bir daha geçtim, hatta yıkık dökük durakta bir süre bekledim de... Gelen otobüslerin hiç biri durmadı. Arkasında büyük bir arsa vardı, hala oraya betonerme yığını bir kaç bina yapmamış olmaları çok ilginçti. Artık afiş yoktu, durağı taşıyan kollar iyice çürümüş, belliki geleni gideni de yoktu, unutulmuştu. Belki bu yüzden kendimle bir bağ kurmuş olmalıyım. Kar'ı ne zaman okusam aklıma o durak geliyor, ya da tam tersi... Şimdi bana neden unutulmuş bir durağı hatırladığımı soruyorsun. Bilmiyorum! Belki aramızda duygusal bir bağ vardır, olamaz mı? İnsan cansız bir nesne ile duygusal bir bağ kuramaz mı? Bence bu mümkün. Bir şey canlı olsun ya da olmasın, zamana karşı direnemiyor ve bir süre sonra anılarımızda yerini alıyor. Artık tek bağımız geride kalan bölük pörçük hayaller oluyor. Yani hayalin kendisi; ne için ya da kim için hayal kurduğumuzdan daha önemli. Belki bu yüzendir ki, yıllar sonra buluşmayı heyecanla beklediğimiz eski dostlarımızın aslında başka insanlar olduğunu görünce hayal kırıklığına uğruyoruz. Bizi mutlu eden şey anılarımızda yaşattığımız şeyden çok, hala bir anımız olması ve hala hatırlayabiliyor olmamız değil mi?

İşe bu yüzdendir ki, bazen gülüp eğlendiğimiz, tüm zamanımızı geçirdiğimiz ve en güzel kelimeleri fütursuzca feda ettiğimiz insanlar bir otobüs durağı kadar yer etmiyor, hatırlayamıyoruz. İnsan yaşanan onca şeye rağmen, hayat boyu unutulmayacak küçücük anın bile olmadığını ancak yıllar sonra keşfediyor. Keşke diyorum bazen, insanlar o durak kadar iz bırakmış olsaydı. Mektuplarında bahsettiğin eski dostları hatırlamayışım bundandır. Bugün, hayalde olsa, her zaman yürüdüğümüz yolda yürüdüm, belki sende o otobüs durağının önünden geçerken beni hatırlarsın...

Sevgiler,
Kahve