“Bu yol beni susmaya çıkarsın…” / Erkan Oğur






Erkan Oğur müzik hayatındaki 31 yılı doldurdu. Sekiz yıl aradan sonra çıkardığı solo albümü “Dönmez Yol”da bu 31 yılın izlerini sürmek mümkün. Kendini daha fazla gösterdiği bir albüm bu. Diğerleri gibi, insanı kendi ve hayat üzerine düşündürüyor, ama onlardan daha duru, daha süssüz. Kısacası hep ulaşmayı umduğu “susmaya”, bitirdiği “Dönmez Yol”la daha yaklaşmış.

Elinde sazı; bir yandan onu tıngırdatıyor, bir yandan sorularımızı yanıtlıyor. Tıpkı altı yıl önceki gibi, yine “sesinden sazının arkasına saklanıyor” kendi deyişiyle. Şikayetimiz yok, bize özel bir konser gibi bu çünkü, hatta röportaja başlamadan ufak bir beste de yapıyor. “Bu bir ‘doğuş’, eğer dolanıma girer, başkaları tarafından da söylenir hale gelirse ‘deyiş’ olacak” diye anlatıyor tanıklık ettiğimiz süreci. Bunu daha sonra anlayacağız, şimdi konumuz sekiz yıl aradan sonra Kalan Müzik’ten çıkan ve çoktan “deyiş”e dönen solo albümü “Dönmez Yol”. Albüm, çeşitli amaçlarla kayıt altına alınmış ancak yayınlanmamış 19 parçadan oluşuyor. Diğer çalışmaları gibi insanı içsel bir yolculuğa çıkaran parçalar bunlar, ancak bu albümünde kendini daha çok bize gösteriyor Oğur.

Çocukluğundan kızına yazdığı parçaya, hayallerine kadar… Daha duru, süslemeden uzak bir albüm bu. Hem CD, hem de 180 gram plak olarak piyasaya çıktı. Sadece 1000 adetle sınırlı plaklar, isme özel olarak Erkan Oğur tarafından imzalanacak.

Şimdi biz susalım, çok sevmese de o konuşsun…

Sekiz yıl aradan sonra sonunda çıkardınız solo albüm…
Aslında bu süre boyunca, Telvin’le çalıştık, Kız Kardeşim Mommo’nun müziklerini yaptım, ama albüme dönüştürmedik. Bahar Alkaya ve Aysun Eldeniz’in “Dostu Bulunca” albümü için çalıştım. Belgesellere müzik yaptım. Ama evet, solo albüm yapmadım. Müziğin kaydedilence öldüğüne inanıyorum. Canlı çalınıp paylaşılmasını veya paylaşılmaya da bilir, ama bu halini tercih ediyorum. Tabi bu da müzik firmalarının hoşuna gitmiyor.

Dönmez Yol da Kalan Müzik’in ısrarlarıyla oldu anlaşılan...
Evet, bana kalsa albüm yapmazdım, ama Kalan, dağılmış müziklerimi bir araya toplayıp, korsan furyasının içinden çıkarıp derli toplu sunmak istedi. Eskiden dinleyici kişiyi isterdi, şimdi kaydını istiyor… Oysa bir müzik parçası bir kere dinlenir. Kayıttaki artık o değildir, benzerleri olur sadece…

Yine de insanlar benzerlerine de razı, buna müziği öldürmek değil de, dönüşüm olarak bakamaz mıyız?
Evet, belki olabilir, bu bir değişimdir, ama nasıl bir değişim, onu uzunca tartışmak gerekir…

Albüme geri dönersek, 19 parçayı neye göre seçtiniz?
Sevdiklerimi ya da arka arkaya geldiğinde insanlara şifa gibi gelebileceğini düşündüklerimi koydum.

Albümde Fikret Kızılok’a adadığınız bir parça da var; “Bir Sevda”…
O parçada sözler konusunda bana yardımcı olmuştu. Çok güzel söz yazar, yemek yapardı. Bir dönem arkadaşlığımız vardı. Erken aramızdan ayrıldı…
Daha önce konuştuğumuzda sesinizi sevmediğinizi, hatta belki deonun için gitarınızın arkasına saklandığınızı söylemiştiniz. Bu albümdesizi daha çok duyuyoruz. Barıştınız mı onunla?
Albümde enstrümanter ve sözel parçaları dengeledik. Sesim çocukken çok güzeldi, bazen sesimden duygulanır ağlardım, ancak ergenlik sonrası değişti. Toprağa çekildi. Sesimi, 40 yaşımdan sonra kullanmaya başladım. Kayıtta duyduğumda beni iğreti ederdi. Şimdilerde öyle değil, aslında sesimin hiç bir özelliği yok, ancak dediklerim ya da denmiş olan şeylerin tekrarı beni etkiliyor.

Albümde Elazığ çocukluk yıllarından bugüne kadarki hayatınızdan kesitler bulmak mümkün… Fikret Kızılok’aadadığınız “Bir Sevda” çocukken yaptığınız bestelerden biri; “Aşk Dansı” gerçekleştiremediğiniz senfonihayalinin ana teması; “Nevruziye” kızınız Gonca’nın doğum günü için yazdığınız bir beste… Kendinizi anlatmayıhiç sevmiyorsunuz, biliyorum. Ancak bu albüm daha fazla sizden bir şeyler taşıyor. Bu açılma halinin nedenine?
Önce şunu anlatayım; müziğe Elazığ’da çocukluk döneminde başladım ama üretimim 40′ımdan sonra oldu… Çocukken beste yapayım hevesiyle giriştiğim şeylerden biri var albümde, evet, ama 10-20 yıl sonra anladım ki beste diye bir şey yok, sadece esinlenmeler, hatırlamalar, taklitler var. Çünkü biz yaratmıyoruz, sadece hatırlıyoruz. Biz yaradılmışız ve her anımız bir mucize aslında. Açılma haline gelince; albümün adında gizli bu. Birazcık daha yolun şeklinin belirdiği, şuraya mı burayı mı diye tereddütün azaldığı bir dönemdeyim. Beden evini topluyorum ve o evi görsen şaşarsın.

Yol sizi nereye çıkarsın istiyorsunuz?
Albümde yazdığım yere; “Müzik kainat boyuncadır. İnsan nefsine hakim olamayıp ona yaklaşmaya heves eder. Ve insan varlığının müzik olduğunu anladığında, susar”. Ben insanın kendisinin müzik olduğuna inanıyorum. Kendimi ve bütün varlıkları enerji taşıyan varlıklar olarak görüyorum. Müzik de bir enerji biçimi, o halde bütün varlıklar müziktir, diye düşünüyorum. Her varlık ve yokluk müziğe dönüşebilir.

Daha önce konuştuğumuzda da gerçek anlamda müzisyen olsam, albümüm olmaması gerekiyor,demiştiniz… Bunu düşünerek müzik yapmak, yoran acıtan bir şey değil mi?
Evet, öyle. Nefse hakim olamamak… Belki zayıf bir insanım. Acaba mı diye hala tereddüt ediyorum. Neyzen Teyfik’in, Mevlana’nın Bektaşi’nin, Nesimi’nin, Fuzuli’nin dedikleri onların artık sustuğu anlamına geliyor benim için. Onların söyledikleri bütün zamanlarda geçerli. Artık hiçbir şey söylemeseler de o halleri bile bir şeyler anlatıyor.

Peki böyle bir yeteneğiniz varken, susarsanız. Bu yaptığınız sahip olduğunuzu kendinize saklamak olmayacakmı?
Bence değil, çünkü zaten herkes bir şeye sahip. Paylaşmak, bugünün anlayışıyla insanlara hoş geliyor. İnsanlar yalnız ya, ve bu yalnızlıkları giderek de büyüyor, o yüzden paylaşmayı keşfetmişler, kendilerini tedavi etmeye çalışıyorlar. Ancak bu bir yanılgı; insan hala yalnız, hep de yalnız olacak. Senle ben belki aynı şeyleri dinleriz, yemekleri severiz ama bunlar çok yüzeysel. Senle benim aramda bir hava boşluğu var, hep olacak.

Ekşisözlükte bir dinleyiciniz, “Ölürken kulağımda sesini ve müziğini duymak istediğim kişi”, diye yazmış sizinhakkınızda…
Ona selam olsun tabi de… Ben insanları depresyona sokmak istemiyorum. Ama çok neşeli bir müzik yapamıyorum. Düşünsel, hüzünlü, puslu bir havası olan ama aslında çok da net bir müzik benimki.

Neyin hüznü?
Perde kalktı, namus ya da namussuzluğumuz, bütün utancımız, hatamız, iyimiz-kötümüz hepsi ortada. Benim müzikle anlatmak istediğim, yalan söylemeyelim, dürüst olalım…

Sitenizdeki biyografiniz kısa ve net: 1954. Müziği sever…
İş adamı tarzındaki biyografilerden nefret ediyorum, o yüzden…

Sanatçısınız, seviliyorsunuz, ondan ya da bundan insanlar sizi merak ediyorlar. Kendinizi onlarla paylaşmakbir nevi göreviniz de değil mi?
Gerçekten merak eden buluyor zaten. Ancak tembel bir şekilde, ahkam keserek merak edenler için geçerli olabilir bu uzak duruş. Halkla çok temasım var. Benim kaynağım halk, bu ülkede yaşadıklarım. Anadolu’yu başından sonuna kadar dolanıp duruyorum. Yani insanlara ben gidiyorum aslında…



Erkan Oğur’un ağzından parçalarının anlatımı
Kınalı Ada: belgesel müziği

Cemalin Nurun: içten gelen

Aşk Dansı: senfoninin çekirdeği

Dersim: komşum

Hayal: hayal..

Dur Dağı: sarıkamış ağıtı

Eksiklik Kendi Özümde: dediği gibi

Gnossinne No.1: Erik Satie, film müziği

Haydar: en eski, en yeni müziğe örnek

Vardım baktım demir kapı sürgülü: Elazığ’ı özleme

Kadim: mucize

Peri suyu: ölümsüzlük

Mardin dağlarında: arkadaş

Nilüfer: film müziği

Yemen: ağıtları kadınlar yakar…


Esra Açıkgöz 
*BuYaka Dergisi’nin 13. sayısında yayınlanan söyleşi için Kültür Mafyası'na teşekkürler.