Zayi / Damla Göl

Görür görmez insanı etkileyen kapağı ile Zayi, Sibel Oral’ın Beni Beklerken’den sonraki ikinci romanı. Çıkmaz bir sokağa, zayi olan hayatlara konuk oluyoruz Zayi’nin satırlarında. 180 sayfa boyunca, soluk almadan, “harp ve darp ülkesinde bir selvi”nin peşinde adaleti arıyoruz. Sibel Oral, Zayi’de görünürde bambaşka olan hayatları bir çıkmaz sokakta buluşturuyor. Bambaşka hayatlar, ortak acılarla, ortak isyanlarla kesişiyor. 

Herkesin kendi yarasından bir parça bulabileceği bir kitap bu. Net bir tarih yok kitapta, zaman yok. Biz yaramız neredeyse oraya düşüyoruz kitap ile beraber. Zaman aralığı açıkça yazmasa da, Türkiye’nin yaralarının en bol olduğu döneme gidiyoruz okudukça. Anlıyoruz ki 12 Eylül süreciyle gelişenler aslında hepimizde benzer yaralar bırakmış. Hepimiz varız bu kitabın içinde. Kimimiz ‘ötekileştirilmenin’ acısını yaşayan Lerna Hanım’ız, kimimiz kendi gölgesinden bile korkan Emine, kimimiz devrim düşünü çıkarıp duvara asan Rüstem’iz, kimimiz de kadın adam Sofie. Kimimizin yüreğine yanan kiliseden kaçan güvercinler konmuş, kimimizinkine ise sus kuşu. Susmuşuz. Ya seyirci kalmışız olanlara ya da yaşadıklarımızı unutmak için susmuşuz.

Vicdanlarımızın üstüne örttüğümüz örtüleri kaldırmayı hatırlatıyor Zayi, dönüp bakıyoruz geçmişe. Ne denli sustuğumuz ortada aslında. Kendi kendimizle, kendi yalnızlığımızla yaşıyoruz. Gerçeklerle yüzleşemedikçe de, tıpkı çıkmaz sokağın sakinleri gibi, kendimizden bile kaçar hale geliyoruz. Türkiye geçmişiyle hesaplaşamadıkça, kitaptaki karakterler de susuyor, kaçıyor. 1980’den sonra apolitik hale gelmiş toplum da susuyor, sustukça karanlık büyüyor, karanlık büyüdükçe adalet zayi olmaya devam ediyor. Adalet ya da diğer bir deyişle Selvi’nin Adalet annesi de böylece arayışımızın içindeki yerini alıyor.

Karakterlerin, özellikle de Selvi’nin suskunluğuna şaşırmamak gerek belki de. Her birinin kendi tarihine dönüp baktığımızda, onları bu denli parçalayanın ülke tarihi olduğunu görüyoruz. Lerna Hanım’ı delirten onu ‘gavur’ sayanlar, Rüstem’i küstüren içindeki ateşi söndürenler… Karakterler sadece Sibel Oral’ın kitabının kahramanları değil aslında, onlar kitabın arkasındaki notun söylediği gibi “bu ülkenin susturulmuş kahramanları”. Çıkmaz bir sokağa kendilerini kapatmışlar. Faili meçhuller, gözaltında öldürülenler, kayıplar, zaman aşımından düşen davalar… Yakamızı bırakmayacak geçmişimiz, Zayi’de de kendini hatırlatıyor bize.

Zayi’de peşimizi bırakmayan iki şey daha var: iki Kuzgun! Roman boyunca hep bizimle, hep hikâyenin içindeler. Kuzgunlar, Sibel Oral’ın bir söyleşisinde de dile getirdiği gibi, efsaneye göre ruhu huzura kavuşmamış ölümlünün dünyaya geri dönmüş hali aslında. Kuzgunlar Adalet’in ne zaman geleceğini merak ederler ama cevabı da bilirler: hiçbir zaman!

Yüreğimizde ince bir sızıyla biten Zayi’den geriye, lâl olmuş dillerimizden bir kez daha utanmak kalır belki de…