Zaman unutmaz, insan da... / Abidin Parıltı

J. Mario Simmel, 'Merhaba Umut'ta Hitler Almanya'sından 1979 yılına kadar olan süreci bir yandan savaşı ve savaşın içinde vahşileşen bireyi ele alırken bir yandan da uyuşturucu baronlarını ve elbette ki aşkı anlatıyor.
J.Mario Simmel’i Türkçe okurları öteden beri bilir. Ancak 1980 darbesinden sonra yazar Türkiye’de kitaplarının yayımlanmasına izin vermedi. Bunun temel nedeni ise darbeydi, Türkiye’deki demokrasi sorunlarıydı. Ancak son birkaç yıldır kitapları yeniden Ahmet Arpad’ın çevirileriyle Türkçe okuruna sunuldu. İyi de yapıldı. Heyecanın eksik olmadığı bu romanlarda yazar her defasında sosyal sorunları ana teması haline getirdi. Çeşitli sorunları son derece rahat ama gerilimli ve polisiye olanı önde tutarak okuyucuya sundu. ‘Merhaba Umut’ romanında ise Hitler Almanya’sından 1979 yılına kadar olan bir süreci ana karakter Profesör Lindhout’u merkeze alarak bir yandan savaşı ve savaşın içinde vahşileşen bireyi ele alırken bir yandan uyuşturucu baronlarını, uyuşturucu müptelası olmuş bireyleri ve elbette ki aşkı ve onun bıraktığı sancıları işler.

‘Hatıralarını unutamazsın’
Roman, iki gazete haberinden esinlenilerek yazılmış. Yazar, her iki haberi de romanın girişinde verir. Biri Newyork’ta büyük bir tren istasyonunda ölü bulunan bir gencin ailesine yazdığı mektuptur. Bu mektupta, gencin eroinden dolayı çektikleri vardır. İkinci haber ise bazı kişilerin birkaç gün sonra ‘dondurulmuş’ mektuplar alacağına dairdir. Zira 1950 yılında Alp buzullarına çarpan bir uçaktaki mektupların artık sahiplerine verileceğine dairdir. Yıl ise 1978’dir... Aslına bakıldığında romanın temel mecrası da bu iki mesele üzerinden akar. Profesör Lindhout, Nobel Tıp Ödülü’ne layık görülmüştür. Hazırlıklarını yapar. Ancak bir telefonla sarsılır. Arayan kişi ise Hitler zamanında papaz yardımcı olan ve profesörle sadece bir kere karşılaşan Haberland’dır. Haberland, vaktiyle bir cinayet işlediğini ve bunu ispatlayan mektubun elinde olduğunu söyler. Profesör onu mecburen eve davet eder ve tabancasını hazırda tutar. Bu saatten sonra geriye dönüşler başlar. Romanın büyük bir kısmı geri dönüşlerden oluşur ve geçmişin anımsanması yoluyla yeniden hatıralar can yakmaya başlar. Ne demişti Ermeni yazar Zaven Biberyan: “Hatıralarını unutamazsın, onlar senin canına okuyacak.” Nitekim bu hatıralar yavaş yavaş profesörün canına okumaya başlar da…
Yazar daha ilk cümleden itibaren bizi olayın içine atar; girizgâha ihtiyaç duymadan hem de… Biri öldürülmüştür. Peki bu kimdir? Bugüne yansıması ne olacaktır? İyi ile kötü ne kadar iç içe geçebilir? Profesör bu dertten kurtulabilecek ve Nobel Tıp Ödülü konuşmasını yapabilecek midir? Bütün bu soruların yanıtları neredeyse son sayfalara kadar merakla beklenir. Romanın son sayfalarında ise yazar okuru ters köşeye yatırır ve ustalığını cümle aleme gösterir... Profesör haberi aldıktan sonra beklemeye başlar. Bütün hikâye kısa bir zaman içinde hayalinde görünür olmaya, ete kemiğe bürünmeye başlar. 1938 haziranı. Hitler. Gamalı haçlar. Korkular. Kimlik değişimleri ve bombardıman sonrası sürgün… Lindhout ailesini kaybetmiş bir halde başlangıçta kızı olduğunu düşündüğümüz Truss’la birlikte Viyana’ya taşınır. Savaş her yeri yakıp yıkmıştır. Dolayısıyla evlerde paylaşımlı olarak yaşanmak zorundadır. Lindhout da çocuk Truss’u bir arkadaşına emanet eder. Kimsenin onu görmesini, bilmesini istememektedir. Kendisi de erkeklerden nefret eden, koyu Katolik, hastalıklı bir yapıya sahip olan Philine Demut’un evine yerleşir. Anlaşamazlar elbette. Ancak birlikte yaşamak zorundadırlar. Lindhout, bir kimyagerdir ve kendi buluşu olan bir ilacın üzerinde çalışmaktadır. Bu ilaç ki morfinin yerini tutabilecek niteliktedir ve yan etkisi yoktur. Daha sonraki zamanlarda göreceğiz ki bu ilaç günümüzde eroin bağımlılığına karşı kullanılacak niteliğe bürünecek, yüzyılın buluşlarından biri sayılacak ve Lindhout’u Nobel Tıp Ödülü’ne götürecektir.

Herkesin öldüğü yerde...
Herkesin bombardımandan dolayı sığınaklara indiği bir zamanda Lindhout’un bir misafiri gelir. Gelen misafir de doktordur ve onunla birlikte çalışmaktadır. Başlangıçta dostane başlayan sohbet kısa bir süre sonra Lindhout’un geçmişini ortaya çıkarır. Doktor’u öldürmek zorunda kalır Lindhout. Peki nedir ortaya çıkan geçmiş? Lindhout ve Philip de Keyser çok iyi arkadaştırlar. Aileleri de yakınlıklarıyla bilinir. Birlikte Paris’te kimya yüksek öğrenimi görürler. Yine birlikte Pastör Enstitüsü’nde çalışırlar. Yine ikisi morfin gibi bir ağrı dindirici ilacın üzerine çalışırlar. Üstüne üstlük birbirlerine fiziken de çok benzerler. Keyser Musevi’dir ve o zamanlarda malumunuz sadece Musevi olmak bile ölüme eşit değerdedir. Bir bombardıman sonrası Lindhout ölür ve küçük kızı Truss da köşede şok olmuş bir halde kalır. Keyser ise kurtulur. Herkesin öldüğü yerde Keyser arkadaşının elbiselerini giyer ve o zamandan sonra hep Lindhout olarak kalır. Truss’u da kızı olarak tanıtır. Ama işte orada bir kişi da kurtulmuştur ve sırlar açığa çıkar. Bugünkü adıyla Lindhout ama aslında Keyser bu yüzden doktoru öldürür ve doktor balkondan düşer. Olayın yine bir şahidi vardır. Bayan Demut kapı aralığından olanları görür. Korkuya kapılır. Papaz yardımcısı Haberland’a ulaşmaya çalışır ama ulaşamaz. Zira Haberland, Hitler’e karşı gizlice savaşmaktadır. Seyyar bir radyo istasyonunda Hitler’e karşı gerçek haberleri insanlara iletirken tutuklanmış ve işkenceye alınmıştır. Bayan Demut ona bir mektup yazar ve postaya verir. İşte o mektup ki çeşitli bombardımanlar, ülke ülke gezmeler ve yıllardan sonra Papaz yardımcısının eline ulaşır. Papaz yardımcısı da bugün işte Lindhout’u ziyarete gelmektedir.

Yine yenilmiştir
Düğümlerin tek tek atıldığı, birçok hikayenin ustalıkla örüldüğü, birbirine bağlandığı bu romanda gerçeğin gördüğümüzden ibaret olmadığı her defasında işaret edilir. Zaman mefhumu, ana kişimizin bütün sancılarını, günahlarını hatırda bırakır. Beri yandan savaş vardır. Savaşın acımasızlığı, taraf tanımazlığı, iktidar hırsı, insan hayatının önemsizliği ve korkunun hakimiyeti kitabın bütün sayfalarına siner. Ama bütün bunların arasında bir hayat pırıltısı da belirir. O ki aşktır. Lindhout’un karısı işkencede öldürülür, geriye onun acısı ve hatıraları kalır. Ancak savaşın bitiminde binbaşı Georgia ile tanışır, aşık olur ve birlikte olmaya başlarlar. Sonrasında Georgia intihar eder. Yine yenilmiştir Lindhout. Yıllar sonra ise başlangıçta kızı olarak bildiğimiz ama sonrasında arkadaşının yerine geçtiği için, arkadaşının kızı olduğunu anladığımız Truss’la yasaklı bir ilişkiye girer. Gençlik ateşi onun etrafını sarar. Vicdanıyla boğuşa boğuşa tenine yenilir. Ancak Truss’un eroinman olması ve sonrasında ölmesi onu yeniden karanlığa gark eder. Tek tutunacak dalı ilaç çalışması olur. Bütün ömrünü adeta bu ilacı geliştirmeye adar. Başarır. Başarının gerisinde ise birçok yenilgi, birçok günah, birçok acıyla örülmüş hatıra vardır. Bugün ise geçmiş onu yeniden yakalamış ve sorguya çekmektedir.
Simmel son derece başarılı bir romanla Türkçe okuruyla yeniden buluşuyor. Dünyada romanları milyonlarca satmış, birçok romanı filme alınmış, birçok ödül almış bu yazar biyografisini sıklıkla romanlarına sindirir. Ustalıkla yapar bunu. Elimizdeki romanda da bunun izlerine rastlarız.

MERHABA UMUT
J. Mario Simmel
Çeviren: Ahmet Arpad
Everest Yayınları
2011
520 sayfa
20 TL.
daha önce şurda yayınlanmıştır.