Aile Öldürür, Yaşam da! - Burcu Aktaş


'Kimseye, kendine bile tüm hayatını anlatmamalı insan. Çünkü bu kötülüğü hiç kimse hak etmiyor' dedirtiyor Yalçın Tosun karakterlerinden birine. 'Anne, Baba ve Diğer Ölümcül Şeyler'de yer alan öyküler, kitabın isminin ağırlığını taşıyor ve bunun hakkını fazlasıyla veriyor. Yazarın yarattığı karakterler kimi zaman ailelerinin 'güvensiz' tarafıyla tanışıyor, kimi zamansa çocukluklarının delici zamanlarıyla yüzleşiyorlar.
Bir çukur gibi... Yok yok, ‘gibi’ değil çukurun ta kendisi. Artık eminim, bu kitabı okuduktan sonra ‘aile’ için çukur benzetmesini yapabilirim. Hayatın hoyratlıklarından kaçıp saklanılabilecek güvenli bir çukur... Ya da tam tersi, tekinsiz anlarla tanışılan karanlık mı karanlık bir çukur... Bir çocuğun ailesini seçme şansı olmadığına göre, güvenli bir çukura mı yoksa karanlık bir çukura mı düştüğünü bilmesi imkânsız... Bilmek için çaresiz tecrübe edecek. Gerçek babalarını bilmeyen çocuklar, kocalarını aldatan kadınlar, yeğenlerine tecavüz eden enişteler, babalarını öldüren erkek çocuklar çıkacak ortaya, eğer düştükleri karanlık bir çukursa. Bir gün o çukurdan çıkmayı başaracaklar belki ama orada yaşadıkları, her adımlarına sirayet edecek. Hepsi kendi öyküsünün ‘huzursuz’ kişisi olacak. Anne, Baba ve Diğer Ölümcül Şeyler olacak hayatlarında. Tıpkı Yalçın Tosun’un öykülerindeki karakterler gibi. Tosun, kitabında ailesinin ya da yaşamın karanlık çukuruna düşenlerin öykülerini anlatıyor.
Anne, Baba ve Diğer Ölümcül Şeyler’de yer alan öyküler, kitabın isminin ağırlığını taşıyor ve bunun hakkını fazlasıyla veriyor. Yazarın yarattığı karakterler kimi öykülerde ailelerinin ‘güvensiz’ tarafıyla tanışıyor, kimi öykülerdeyse çocukluklarının delici zamanlarıyla yüzleşiyorlar. Onlar için hayatın hep kötü bir sürprizi var. Hayat boş durmuyor ancak Yalçın Tosun da boş durmuyor. Okurları için sürprizler hazırlıyor. Hadi biraz daha edebi konuşalım. Öykülerinin cilve yapmasına izin veriyor, kurgularını sağlam tutarak ‘iyi’ sonlar hazırlıyor.
On altı öykünün yer aldığı kitabına yazar, cezbedici unsurlar yerleştirdiği bir öyküyle başlıyor. Babaannesinin ölümünden üç gün sonra onun günlüğünü bulan bir torunun o günlük sayesinde hiç bilmediği gerçekleri öğrenişini anlatıyor. Özellikle günlükte yer alan satırlar yazarın yalın cümle ustalığını gösteriyor. Şiire göz kırpan, noktadan sonra yüksek sesle tekrarlanan cümleler bunlar. ‘Aterina’ adını taşıyan öykü, bir babanın kötülüklerinin nereye varabileceğini de gösteriyor.
‘Ölüler Uzar’a dikkat edin
‘Kereviz’ ise bir anne kızın ‘düşman’lığı üzerine kurulu. Yalçın Tosun ikilinin birbirine olan öfkesini iç sesler üzerinden aktarıyor. Baba evinden tasvip edilmeyen bir evlilik yaparak ayrılan Nesli, annesinin belki gelir diye her gün en sevmediği yemeği -kerevizi- yaptığını düşünecek kadar peşin hükümlü. Anne ise “Güzel olduğunun farkında olan her kadın gibi davranışlarının sahiciliği baştan zedelenmiş” bir karakter. Bu ailede baba figürü ise gizli bir kahraman gibi. Gölgesi, bu iki kadının üzerinden eksik olmuyor.
Kitabın en sevdiğim öykülerinden biri ‘Ölüler Uzar’. Ancak bu öyküyü anlatmak o kadar kolay değil. Çünkü ancak kendi satırlarıyla anlatılabilecek bir öykü bu. Daha doğrusu ‘Ölüler Uzar’ okunur okunmaz o kadar güçlü bir etki bırakıyor ki, ben buraya o etkinin onda birini koymak istemem. Demem o ki ‘Ölüler Uzar’a mutlaka ve mutlaka dikkat edilmeli.
Daha önce de altını çizdim Yalçın Tosun’un karakterleri dertli kişiler. Bunlardan biri de tiyatrocu Metin bey. Sahnede ancak on dakika kaldığı oyunlarda rol alarak yıllarını geride bırakmış biri o. Kırgınlığını, “Küskünüm işte var mı? Bu hayat bana yetmedi, verim alamadım istediğimce. Alamadım...” diye anlatıveriyor. İkiyüzlülüklerinden sıkıldığı insanların ortamından geçmişi hatırlayarak kurtulmaya çalışıyor. “Dün gece rüyamda yine annemi gördüm. Elinde iğne oyası vardı. Pencerenin önündeki divana oturmuştu. Ve tüller... Tüm odada dans eden tüller. Neden hep aynı rüyayı görüyor insan yaşlandıkça? Ah anne ah! Bu dünyada senden başka seven oldu mu ki beni? Belki biraz Macide, bilmiyorum. Ve yatıyorum dizlerine usulca her seferinde...” Metin beyin gerçek travması bir aşkta saklı aslında. Bir tiyatrocuyla evlenen Macide onun hayatının gidişatını belirlemiş. Metin beyin neden bir tiyatrocu olduğu belki de burada saklı.
Yalçın Tosun’un yarattığı dünyada aşk da layıkıyla yerini alıyor. Yazarın kimi öykülerinde gençliğin ilk aşkları ya da birini öylesine sevivermek yer alıyor. Yazarın cinsiyetçi veya homofobik olmayan bakış açısı öykülerine de yansımış. Tosun’un yarattığı öykü dünyasında erkekler erkeklere, kadınlar kadınlara âşık olabiliyor. Yazarın payına ise karakterlerine yaşattığı aşk duygusunun yakıcılığını okura hissettirmek düşüyor.
Yalçın Tosun’un kitabının bütününde yer alan fikir on altı öykünün tamamında hayli başarılı bir şekilde işleniyor. Anne, Baba ve Diğer Ölümcül Şeyler’i bitirdikten sonra hissettiğim tanıdık duyguları daha önce nerede duyumsamıştım diye çok düşündüm. Birkaç günün ardından cevabı buldum. Bu kitabın bana hissettirdikleri Reha Erdem’in Hayat Var filminin hissettirdiklerinin çok benzeriydi. Hayat Var ve Anne, Baba ve Diğer Ölümcül Şeyler’i yan yana koyuyorum kişisel arşivimde, üzerine de kitapta altını çizdiğim şu cümleyi iliştiriyorum: “Kimseye, kendine bile tüm hayatını anlatmamalı insan. Çünkü bu kötülüğü hiç kimse hak etmiyor.”

‘Unutmabeni çiçekleri’
“Ah ne kadar benzerdik yalnızlığa”
Unutulduk Bak Sevgilim. Yıldırım Türker
Saliha
Bağırıyormuş annem mutfaktan, duymuyorum. Neden uyuyup da uyanamıyorum? Her sabah aynı şey, kalkamıyorum kolay kolay. Sanki kemiklerimden çıkan, görünmeyen sarmaşıklarla bağlanmışım yattığım divanın demirden ayaklarına. İstesem de kalkamıyor, buz gibi soğuyorum. Bu şehrin sabahlarına uyanmak istemiyorum.
Birkaç zamandır rüyalarımda beni ziyaret eden küçük kızın önünden ayrılmadığı mavi pencere ile üstünden çıkarmadığı o gülkurusu hırkanın yarattığı uyuma takılıyorum. Sanki beni rahatlatan tek şey bu. Delirmemek için bulduğum ve o en korkunç anda sığındığım sakin yer bu iki rengin tam ortası. Kızın kocaman gözleri üstüme dikilmiş, ama meraktan değil, bu görülüyor. Haksızlığa uğramış da acısını benden çıkarmak istermiş ya da beni benden iyi tanırmış gibi bakıyor. Yüzünde anlamını çözemediğim bir ifade ve tanıdık gelen bir şeyler var. Hiç ağlamamış mı bu çocuk? Hiç koyuvermemiş mi kendini? O boyaları soyulmaya başlamış mavi pencerenin önünde durarak ve gözlerin üstüme dikerek kötü kötü bakmak dışında hiçbir şey yapmıyor. Her gece gelip sabaha kadar benimle kalıyor. Arada başını öne eğiyor ama anlıyorsunuz ki kötücül bir duruş bu, korku veriyor.
Birden bir tüfek geceyi delen bir çığlık misali içimde patlıyor, kız yerle yeksan. Yatağımdan yüreğim ağzımda zıplıyorum.
Birazdan kalkıp bankaya gideceğim yarım gün çalışma zımbırtısı çıkardılar başımıza. Normalde cumartesileri hiç kalkmam yataktan. Çocukluğumun en mutlu günlerini köyün o en uzun, böcek sesleriyle dolu serini güzel gecelerini hatırlamaya çalışırım. Sisler arasında bazı yüzler belirir sonra. Bazı adlar yankılanır, ıhlamur kokularını titreterek yayılır yeşilliğe: Sinan, Cevher. Çocukluğumu paylaştıklarımın yanında olmak isterim. Bir zamanlar olduğum kişi olmak...
Sonra birden yine küçük kız düşer aklıma. Bir yerlerden tanıdık gelen tedirgin edici iri gözlerini, korkular zaman geride kaldığında bıraktığı buruk tadı, kendimi ve bana çok uzakmış gibi gelen geçmişi düşünür oyalanırım...
Kitaptan
ANNE, BABA VE DİĞER ÖLÜMCÜL ŞEYLER
Yalçın Tosun
Yapı Kredi Yayınları
2009
88 sayfa
7 TL.
Burcu Aktaş
27 Kasım 2009
RadikaL Kitap