Kopenhag İklimin Tabutunu Çiviledi - Johann Hari


İklim zirvesinde ada ülkelerini sular altında kalmaktan kurtarmak için ellerinden geleni yapan hüzünlü liderler ve protestocular çok sayıda somut öneride bulundu. Kuzey Amerika ve Avrupa'ysa, çevre mahkemesinden iklim borcuna uzanan bu önerileri sistematik biçimde veto etti.
Demek buraya kadarmış. Dünyayı en çok kirletenler, yani iklimi esaslı biçimde değiştirenler, Kopenhag’da bütün bilimsel uyarılara karşı koyarak aynen devam edeceklerini ilan etmek için toplandılar. Bir anlaşmayı değil, dünyanın sular altında kalma tehlikesi yaşayan adalarının, buzullarının, Kuzey Kutbu’nun ve milyonlarca hayatın tabutunu mühürlediler.
Bu konferansı dikkatli gözlerle izleyenlerimiz şaşırmadı. Biliminsanları, gelişmekte olan ülkeler ve protestocular tarafından her gün atmosferi ısıtan gazların salınımını azaltacak pratik ve akıllıca çözümler sunuldu ve bunlar Kuzey Amerika’yla Avrupa hükümetleri tarafından sistematik biçimde veto edildi.

Ticaret mahkemesi önerilse...
Bir kenara itilen bazı fikirleri hatırlamak önemli; zira dünya nihayet gerçek bir çözüm bulmaya karar verdiğinde bu fikirleri canlandırmamız gerekecek.
Çöpe atılan ilk fikir: Uluslararası Çevre Mahkemesi. Liderlerin Kopenhag’ın sonucu olarak gerçekleş-tirmek istediklerini savundukları bütün kesintiler sadece gönüllü olacak. Eğer bir hükümet bunlara uymamaya karar verirse, hafif bir yüz kızarması ve felaket boyutta ısınma dışında hiçbirşey değişmeyecek. Kanada Kyoto Protokolü’nde salınımlarını azaltacağına dair imza attı ve sonra bunları yüzde 26 oranında artırdı - ve hiçbir sonuçla karşı karşıya kalmadı. Kopenhag yüz tane daha Kanada’yı serbest bırakacak.
Buzullarının dehşet verici bir hızda erimesine tanıklık eden cesur ve açıksözlü Bolivyalı delegeler buna karşı çıktı. Eğer ülkeler salınımları azalmakta ciddiyse, bu azaltımların insanları cezalandırma yetkisi bulunan bir Uluslararası Çevre Mahkemesi tarafından denetlenmesi gerektiğini söylediler. Bunun pratik olmadığını söylemek zor. Liderlerimiz ve onların şirket lobileri bir konuyu, örneğin ticareti gerçekten önemsediğinde, egemenlikle bir saniye içinde bir merkezde biraraya getirebiliyorlar. Dünya Ticaret Örgütü sıkı sıkı telif hakkı yasalarına uymadıkları durumlarda uluslara ağır cezalar ve yaptırımlar dayatıyor. Güvenli bir iklim bir markadan daha mı az önemli?
Çöpe atılan ikinci fikir: Fosil yakıtların yeraltında bırakılması. Kopenhag’da Friends of the Earth (Yeryüzünün Dostları) adlı kuruluşun yeni uluslararası başkanı Nnimmo Bassey ve çevre yazarı George Monbiot sıradışı bir ikiyüzlülüğe parmak bastı: Hükümetler fosil yakıt kullanımlarını ciddi miktarda azalt-mak istediklerini söylüyor, fakat aynı zamanda bulabildikleri her fosil yakıtı hevesle çıkarıp daha fazlasının peşine düşüyorlar. Bir ellerinde yangın söndü-rücü, diğer ellerinde bir alev makinesi tutuyorlar.
Bu içgüdülerden sadece bir tanesi baskın gelebilir. Nature dergisinin bu yılın başlarında yayımladığı bir çalışmaya göre, eğer dizginlerinden çıkmış, felaketvari bir ısınmanın doğru tarafında duracaksak, şu ana dek keşfettiğimiz petrol, kömür ve doğalgazın en fazla yüzde 60’ını kullanabiliriz. Dolayısıyla mantıklı bir iklim anlaşmasının ilk adımı, daha fazla fosil yakıt arayışı için acilen moratoryum ilan etmek ve mevcut stoktan neyi kullanmayacağımıza nasıl karar vereceğimiz konusunda adil planlar yapmak olmalı. Bassey’nin dediği gibi: “Kömürü deliğinde bırakın. Petrolü toprakta bırakın. Katranlı kumu yerde bırakın.” Bu seçenek liderlerimiz tarafından tartışılmadı bile.

Yoksul ülkeleri tiksindirdik
Çöpe atılan üçüncü fikir: İklim borcu. Atmosferi ısıtan gazların yüzde 70’inden zengin dünya sorumlu. Bununla birlikte, bu durumun etkilerinin yüzde 70’i gelişmekte olan dünyada hissediliyor. Hollanda topraklarını sel basmasını önlemek geniş bentler inşa edebiliyor; Bangladeş’in boğulmaktan başka seçeneği yok. Sebeple sonuç arasında zalim bir ters ilişki söz konusu: Kirleten ödemiyor.
Dolayısıyla bir iklim borcunu biriktirmiş durumdayız. Biz borçlandık; onlar ödedi. Yoksul ülkeler bu zirvede ilk defa tiksinmiş bir halde ayağa kalktılar. Başmüzakerecileri, önerilen tazminatın ‘tabutların bile parasını ödemeyeceğine’ işaret etti. Çevreciliğin zengin bir insanın ideolojisi olduğuna dair klişe, karbondioksitle dolu son nefesini verdi. Yazar Naomi Klein’ın da yazdığı gibi, “Bu zirvede çevrecilik kutbu güneye taşındı.”
Atmosferin emebileceği ısıtıcı gazların kalan son birkaçını salmaya kimin hakkı olup kimin olmadığına dair bölüştürme yaparken sınırlarımızı iyice aştığımızın farkına varmamız gerekiyor. Kendi payımızı ve daha fazlasını tükettik. Buna rağmen ABD ve AB iklim borcu fikrini bir kenara attı. Bu temel adalet prensibini gözardı edersek, her ülkenin kabul edeceği ve sürdürülebilir bir anlaşmaya nasıl varabiliriz? Zenginler bunu yapmayı redderken en yoksullar hiçin kendilerini kısıtlasın ki?

Küresel plasebo
Bu fikirlere dayalı bir anlaşma atmosferi gerçekten de soğutabilir.
Zengin dünyanın Kopenpag’da yücelttiği alternatifler, karbon dengelemesi, karbon ticareti ve karbon tutmak bunu yapmayacak. Bu alternatifler küresel bir plasebo. Gerçek çözümleri ‘gerçekçi’ bulmayanlar kendi alternatiflerinin yine de daha mantıksız olduğunun, yani doğal süreçleri hızla çöken bir gezegende medeniyetin mutlu mesut devam edemeyeceğinin farkında değil.
Deniz seviyesinin altında kalma tehlikesiyle karşı karşıya bulunan ada devletleri, müzakereler boyunca birer can yeleği olarak gerçek fikirlere tutundu; zira ülkelerini kabaran bir denizden kurtarmanın tek yolu bu fikirler. Onların üzgün gözlerle bakan, sessiz ve hüzünlü temsilcilerini bizzat kendi varoluşları için yalvarmak zorunda bırakılmasını izlemek sıradışıydı. İkna yollarını, bilimsel kanıtları ve topraklarına duydukları sevgiye dair şiirsel sözleri denediler ve bunların tümü gözardı edildi.

Petrol hayattan önemli
Çöpe atılan bu fikirler ve bunlara benzeyen düzinelerce fikir daha, insan eliyle meydana gelen küresel ısınmanın durdurulabileceğini gösteriyor. Evet bazı şeylerin feda edilmesi gerekecek. Yenilenebilir enerjiyle ‘çalışan’ bir dünya için daha yüksek vergi ödemek ve uçağa daha az binmek zorunda kalacağız; fakat ısındığımız, özgür olduğumuz ve karnımızın doyduğu bir dünyada rahat yaşamlar sürebileceğiz. Tek kaybedenler fosil yakıt şirketleri ve petro-diktatörlükler olacak.
Fakat siyasetçilerimiz bu sağduyulu yolu seçmedi. Hayır, onlar yarın hayatta kalmamızın yerine bugünün hareketsizliğini, düşük vergilerini ve petrol parasını seçtiler. Şu anki sistemimizin ve Kopenhag’ın gerçek yüzü, gelişi güzel bir biçimde çöp kutusuna atılan hayat kurtarıcı fikirlerde görülebilir.

The İndependent
19 Aralık 2009