Yılmaz Erdoğan: 'Şiir, Meşhur Olmak İstemeyen Yanım' / Söyleşi: Abidin Parıltı

'Sahiler Düş Düşler Sahi' adlı yeni şiir kitabını yayımlayan Yılmaz Erdoğan, 'Benim şair tarafım meşhur olmak istemeyen yanımdır. Toplumun içine karışıp, kaybolup toplamak isteyen yanım' diyor.
Yılmaz Erdoğan yıllardır Türkiye’nin gündeminden düşmeyen, birçok sanatsal meselelerde söz sahibi olan, meslekler arası seyahatleri seven ve her mesleğini de ‘sahi’ ve ‘gerçek’ kelimeleri etrafında ören, Ömer Hayyam’ın dediği gibi bazen bir usta bazen bir çırak. Bir usta çünkü, BKM’de onlarca çırağı var, bir çırak çünkü Ahmet Arif gibi bir ustası var.
Geçenlerde Yılmaz Erdoğan’ın yeni şiir kitabı ‘Sahiler Düş Düşler Sahi’ çıktı. Radikal gazetesi olarak bu kitabı fırsat bilip Yılmaz Erdoğan’la şiir üzerine bir söyleşi yaptık.

Sizin şiirlerinizde bir ustanın izinden gitme ve ona varma meselesi söz konusu... Sanki hep bir ustaya ulaşmak istiyorsunuz...
Woody Allen bir söyleşisinde demişti ki, insanlar çocukken seyretmeyi sevdiği türden filmler yapar ilerde. Bence bu şiir için de geçerli. İnsanlar okumayı sevdiği şairler gibi şiirler yazmayı isterler. En azından onu şiire dürten duygu budur. Bir şiir yazma eylemi, esasında hayranlık ve öykünme kapısından geçer. Genellikle hayranlık meselesi kötü algılanır. Oysa doğru etkilenen insan doğru yapar.
Şiirinizde tam da bu var sanki. Bir hayranlıkla yola çıkılmış ama sonra o hayranlıktan sıyrılıp kendi çizgisini bulmuş bir şiir.
Taklitle başlar bu iş. Ama taklit safhasında kalırsan zaten sende o şiir damarı yokmuş, o usta bile seni açamamış demektir. Mesela bir arkadaşım vardı. Çok iyi şiir yazardı. Ama bir gün artık Ahmet Arif ve Nâzım Hikmet’i okumayacağını söyledi. Çünkü onlardan etkileniyormuş. Çok yanlış, bu şekilde asıl yolu kapatmış oluyorsun. Oysa ben ölene kadar Ahmet Arif’i okuyacağım. Ondan etkileneceğim. Geçen gün eski bir şiir tartışmasına rastladım. Yine, ‘esas şiir budur’ tartışması vardı. Oysa esas şiir diye bir şey yoktur. Dolayısıyla katı bir betonun içine sığmaz şiir tanımı.
1940’ta Rüştü Onur’la Muzaffer Tayip Uslu daha yirmi yaşındayken söylemişler aslında, “Şiir, şairane bir iş değildir” diye. Benim bildiğim tek çıkar yol şu oldu: Benim yazdığım hikâyelerin, şiirlerin hepsi bir ‘gerçek’ dürtüden, bir şeyi tanımlamak üzerine kurulu. Mesela o şiir tartışmasında şöyle diyen bir görüşe rastladım. “Bunlar şiiri başlarından geçen olayların anlatımı zannediyorlar.” Evet, vallahi öyle zannediyorum. Her şeyi öyle zannediyorum. Filmlerim de öyle. Benim ya da birinin başına gelmiş olaylar üzerine kuruyorum.
Erdoğan, “Kendime karşı en samimi olduğum tek form şiir” diyor.



Orada empati söz konusu oluyor.
Tabii. Şiirsel şeyler yazan bir adamdan şair olana götüren duygu budur. Empatidir. Şiir diğer yandan bir kelime ekonomisidir ki sadece hisle izah edemezsin. Şiir basbayağı matematiktir. Ben bakarım bu şiirden ne çıkartılabilir diye. Kitapta bazı şiirler vardır ki dokuz yıl sürmüştür. Eklemeler, çıkarmalarla...
Şiirleriniz sadece kitaptan değil, arkadaşlar arasında okunabilecek türden şiirler. Ayrıca sizin sesinizle daha anlam bulmuş şiirler.
Ben şiirlerinde musiki olan, musiki barındıran şairler okulundan sayıyorum kendimi. Şiirlerimi okuyarak doğru melodiyi yakalıyorum. Metin Üstündağ bir şiir tartışmasında Yılmaz’ın şiirini sesiyle beraber yorumlamak lazım demişti. Doğru bir tespitti bu.
Seyahat ederken daha çok şiir yazıyorsunuz sanki. Şehir ve yolculuk bu kitabınızda daha öne çıkıyor.
Yolculukta şiirsel bir yerdesinizdir zaten. Seni normal gerçeğin dışına iter. Şiir yazmasan da o sıra şiirsel bir tonla dışarı bakıyorsun. Birinin yazmasına kalmıştır. Benim şair tarafım meşhur olmayan, olmak da istemeyen yanımdır. Toplumun içine karışıp, kaybolup toplamak isteyen yanımdır. O zaman çocukluğumdaki Yılmaz oluyorum. Yol şairi özgürleştirir, beni daha da özgürleştirir.
Şiirle aranızda bir mesele var sanki.
Galiba esas konu bu. Ben, hiç kimseye söyleyemediğim, hiç ortaya koyamadığım, koymak da istemediğim öyküleri yazıyorum burada. Dolayısıyla her şiirin benim için öyküsel değeri de var. ‘Canfeda’ aynı orda yazdığım gibi hiç kendimle gurur duyduğum bir hikâye değildir. Benim tek günah çıkarma kabinim, ya da tek özür şeklim olarak da algılanabilir şiir. Çünkü ken-dime karşı en samimi olduğum tek form şiir formudur. Şiir yalanı kaldırmıyor.
Denir ya ‘mutlu aşkın yazılı tarihi yoktur’. Mutlu anlar şiir yazdırmaz mı?
Öyle mi acaba emin değilim. Ama neşe şiir formunda, senin ne işin var burada, denebilecek yaramaz çocuk muamelesi görebilir. Bu dediğin sırlar kitabı meselesi zaten, senin söy-leyemediğin şeylerle ilgili. Dolayısıyla neşeli olanı neden söyleyemeyesin. Ama hani, şiirlerde neşe vardır. Benim şiirlerimde de vardır. Diğer yandan şiir hüznü sever, ona daha çok sahip çıkar. Şiirde hüzün olumlu bir kelimedir.


Sahiler Düş Düşler Sahi / Yılmaz Erdoğan / Sel Yayınları / 95 sayfa / 7 lira
Ceylan’ın yeni filminde oynayacak
‘Vizontele’, ‘Vizontele Tuuba’, ‘Organize İşler’ gibi milyonları sinemaya çeken filmlere yönetmen ve oyuncu olarak imza atan Yılmaz Erdoğan, son olarak ‘Üç Maymun’la Cannes’da yönetmen ödülü alan Nuri Bilge Ceylan’ın yeni filminde başrol oynayacak. Çekimleri Kırıkkale’nin bir ilçesinde gerçekleşecek filmde bir doktorla savcının yaşadığı gerilimli hikâye anlatılacak. Hikâye bir gecede geçecek. Adı henüz açıklanmayan filmin çekimlerine ekim sonunda başlanması planlanıyor. Bu arada Yılmaz Erdoğan’ın ‘Çok Güzel Hareketler Bunlar’dan tanıdığımız BKM Mutfak kadrosuyla çektiği ‘Neşeli Hayat’ ise 27 Kasım’da vizyona giriyor.

Not: Abidin Parıltı'nın Yılmaz Erdoğan'la yaptığı bu söyleşi, daha önce 06/10/2009 tarihli Radikal gazetesinde yayınlanmıştır. Bu samimi söyleşiyi dergimizle paylaştığı için Abidin Parıltı'ya teşekkür ediyoruz.