Ankara'nın Taşına Bak / Zeynep Soner

Ankara; viran bir ülkenin yorgun insanlarına, yıkılmış olanı bambaşka biçimde kurmanın umut ve iradesini hissettirme mücadelesi vermenin romanı olarak kabul edilebilir. Bu iradeye sarılan yazar; döneminin umutlarını, heyecanlarını ve geleceğe
dair hayallerini; ideallerde kurulmak istenen ülkenin bir simgesi ve bir kurtuluş sembolü haline gelmiş olan “Ankara” kenti anlatımı ile
bizlere taşımıştır.

Bazı kitaplar vardır ki, yazıldıkları dönemin ruhunu, ümit ve hayallerini sonraki dönemlere de aktarır ve okuyucusuna her dönemde aynı heyecanı yaşatırlar. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Ankara isimli romanı, okuduğunuzda bu duyguları tekrar tekrar yaşadığınız bir tarihsel roman olma özelliği taşımakta. Ankara; kişiye tarihinin nasıl şekillendiğini anlatırken, bir yandan da geçmişten bugüne bakıp, geçmişi ve bugünü yeniden değerlendirme fırsatını vermekte. Türk edebiyatında şiir, öykü, makale ve romanları ile en önemli edebiyatçılarımız içerisinde yer alan Yakup Kadri
Karaosmanoğlu’nun Kadro Dergisini çıkardığı yılların bir ürünü olan bu roman, milli mücadele dönemi ve Cumhuriyetin kuruluş yıllarına tarihsel ve sosyolojik boyutları ile ışık tutmakta ve dönemin inkılâp umutlarını yeniden anlamlandırmanın kapılarını aralamakta. Ankara; viran bir ülkenin yorgun insanlarına, yıkılmış olanı bambaşka biçimde kurmanın umut ve iradesini hissettirme mücadelesi vermenin romanı olarak kabul edilebilir. Bu iradeye sarılan yazar; döneminin umutlarını, heyecanlarını ve geleceğe dair hayallerini; ideallerde kurulmak istenen ülkenin bir simgesi ve bir kurtuluş sembolü haline gelmiş olan “Ankara” kenti anlatımı ile bizlere taşımıştır. Milli mücadele döneminde başlayan roman, milli mücadele döneminin zaferle sonuçlanışı, Cumhuriyetin kuruluşu ve sonrasına uzanan geniş bir dönemin panoramasını sunmaktadır bizlere.
Ankara; milli mücadele dönemi ve ruhunu çarpıcı biçimde anlatan ve Cumhuriyetin kuruluş dönemi umutlarını ve hayal kırıklıklarını Cumhuriyet Türkiye’sinin ilk yıllarını yaşayan farklı kişilerin gözlemleri ile irdeleyen bir yanıyla
ütopik, ama aynı zamanda gerçekçi bir roman. Bir kadının, Selma Hanımın gençlik yıllarından orta yaşlarının sonlarına kadar yaşadığı hayat üzerine kurgulanan romanda, gönlü milli mücadele ve inkılâp arzusuyla yanan insanların hayatlarındaki
değişimlerle, Ankara ve Türkiye’nin yaşadığı dönüşüm anlatılmak istenmiştir aslında.
Roman üç bölüm olarak kurgulanmıştır. Yeni kurulacak ülkenin milli mücadele simgesi olan Ankara; ilk bölümde milli mücadele yılları zamanındaki anlamı ile resmedilmiş, idealist yurtsever insanların Anadolu’yu yeniden diriltme mücadelesi anlatılmıştır. Roman İstanbullu bir genç kadın ve bankacı eşinin Ankara’ya yolculukları ile başlamaktadır. Milli mücadelenin simgesi haline gelmiş olan bu kent,
genç kadını onun beklediği, ümit ettiği biçimiyle karşılamamıştır. Ankara, dar sokakları, geri kalmış insanları, bozkırları ile hiç de milli mücadelenin
kutsal kenti izlenimini vermemekte, taş ve toprak yığınından oluşmuş bir ehramı andırmaktadır. Ama Selma hanım bir şehre anlamını veren şeyin, bunlar değil, içinde taşıdığı ruh, mücadele azmi olduğunu çok geçmeden anlayacak, Ankara’nın bozkır sabahlarında yalnızca kendi uyanışını değil bir halkın da uyanışını sezecektir. Meşakkatlerini çektiği Ankara’nın ona, sabrı, tahammülü ve azmi öğrettiğini, iradesini yeniden yoğurduğunu fark edecektir. Romanın ilk bölümünün sonunda Selma
Hanım kocasından ayrılırken Ankara’ya ve onun ifade ettiği ulusal mânâya daha da bağlanmış, gözlerinin önündeki perde kalkmış olacaktır. İkinci bölüm Cumhuriyetin kuruluşu sonrasında; Anadolu’dan kopmuş, inkılâp felsefesini yitirmiş, şekli bir batıcılık hezeyanı ile hareket eden insanların Ankara’sına ayrılmıştır. Milli mücadele
zaferle sonuçlanmıştır ve yeni bir ülke inşa edilmektedir. Selma Hanım hayatının Yenişehir yıllarında, insanların nasıl bir değişime uğradığını görür. Milli mücadele döneminin en önemli isimleri, kahramanları, Cumhuriyet’in kuruluşu ile birlikte iş hayatına atılmış, bir yandan keselerini doldurma bir yandan da lümpen bir Batıcılık
yarışı işine girmişlerdir. Gösteriş ve şatafat övünç kaynağı olmuştur. Sanki birkaç yıl evvel müthiş bir sonun eşiğinden dönen insanlar bunlar değildir. Anadolu için yapılan mücadeleden sonra Anadolu unutulmuş, Ankara gösteriş arayışı içinde kaybolmaya yüz tutmuştur. Selma Hanım o milli ateşin hareketinden bu buzdan şehir maketinin
nasıl çıktığını anlayamamaktadır. Yaşadığı bu hezeyan yıllarını sonraki zamanlarda hatırlamak istemediği yıllar olarak anacaktır. Yazar ikinci bölümde Cumhuriyetin kuruluş sürecindeki yaşanmışlıkları gerçekçi bir bakış açısıyla romana yansıtmış ve umuttan umutsuzluğa geçtiği yerde, son bölümde, kendi inkılâp hayallerini okuyucuya aktarmıştır. Romanın son bölümü, bu çerçevede ikinci bölümde anlatılan dünyadan sıyrılma ümidini taşımaktadır. Yakup Kadri, milli mücadelenin yorgun insanlarına
inkılabın peşinden koşarak nasıl bambaşka bir ülke yaratabileceklerinin umudunu aşılamaya çalışmakta ve aslında bu yanıyla, ikinci bölümde ortaya çıkan düş kırıklığı ve umutsuzluğun karşısına romanının son bölümünde, yoktan var etmenin “mutlak iradeci” ütopyasını koymaktadır. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun özlemleri,
ne yazık ki, pek çokları için hâlâ birer “özlem” olmanın ötesine geçememiştir. Kitabın ilk basımından otuz yıl sonra Yakup Kadri tarafından romana yazılan önsözde, gerçek Ankara’nın “Ankara’yla” artan mesafesinin yarattığı kırgınlık kolayca sezilebilmektedir. Bugünse Ankara romanının, o saf insan eylemiyle tarihin dışından
zorla tarihin içine iteklenmiş, bir tür tanrısal tasarım olarak kabul edilmiş kenti, “Ankara’sı” artık yaşayan bir disütopya halini almıştır. Bugünün Ankara’sı kurtuluş sembolü bir kent olmanın ötesinde, düzenbazlığın kendi kendisini yönettiği bir “Cumhuriyet” kenti halini almıştır. Böyle bir Ankara’yı yeniden yazmaya ve yaşamaya
değer mi diye düşünmeye başlamanın verdiği sıkıntıyı, Yakup Kadri’nin Ankara düşünü dinlemek biraz olsun hafifletiyor. Yalnızca bu bile “Ankara”yı okumak için yeterli bir sebep kabul edilmez mi?

Tanyeri Dergisi'ne teşekkürler.