Özen Yula'yı facebook'tan Okumak / Murat Mutlu

Özen Yula… ”Arızalı Kalpler” kitabıyla tanıdığım henüz 9. sayfadayken “… arızalı kalpler de vardır. Kendisini durdurana kadar aynı acıyı çeken, çekmek için çaba gösteren.”Cümleleriyle yakınlaştığım, henüz ilkokul öğrencisiyken okuduğum, yazarını hatırlayamadığım, bir babanın oğlunu yine oğluna anlattığı “Sana Seni Anlatmak” kitabının ismi gibi “Sana Seni Anlatıyor” Özen Yula. Erkek çocuklar aksini iddia etseler de onları en iyi anlayanların başında baba gelir. Sanatçılar da öyle. Bu yüzden insanları (tüm insanlar çocuktur) yine insanlara anlatan onları kendilerini keşfetmek için yol gösteren, Buket Uzuner’in deyişiyle hayattaki fenerler olan “gözlerdeki ışık”ı güçlendiren, sönmüşse tekrar yakan, yakmak için çırpınan sanatçıların özel bir yeri vardır. Baba ve sanatçı dışında bunu yapacak kişi sayısı çok azdır çünkü.
Özen Yula bu noktada benim için çok şey ifade eder. Yazdığı anlatmaya çalıştıkları onu okuyan çoğu insan (çocuk) gibi beni de etkilemiş, “ Bana beni anlatmıştır”. Bazen isyan edercesine karşı çıksam da aslında haklı olduğunu fısıldıyorum kendime.
“Bülbül çilemeye gelir, tabiatındandır. Kiraz ağacı çiçeğe durur, tabiatındandır. Kelebek bütün renkleriyle uçmak zorundadır, tabiatındandır. İnsan bülbülü tutsak eder, kafese koyar; kiraz ağacının çiçeklerini yolar; kelebeği iki eli arasına sıkıştırıp örseler. İyi ve güzel şeyleri cezalandıran, düşünmeden örseleyen, yok eden ve buna kendinde hak bulan, asıl önemlisi bunu kendi türüne de yapan tek varlık insan.” (8 Temmuz 2010) diyerek insana hakkını veriyor. E haklı ama!
    “Arızalı” bir kalbin arızalıkta inat ettiği bir dönemde Özen Yula’yı sadece kitaplarıyla değil, başka yönleriyle tanımak istediğinde imdada önce facebook sonra twitter gibi sosyal(!) ağlar yetişti.
Kendisinin de dile getirdiği “ne çok dost biriktirmiş” burada. “İnsana (çocuğa) İnsanı (çocuğu) Anlatan” birkaç cümleden oluşan yazılarıyla… Her yaşından, her döneminden…
Okuduklarını, izlediklerini, dinlediklerini eleştirir, tavsiye eder. ”Bakın ,, Hayattaki fenerleriniz için uğraşan tek kişi ben değilim; Münir Özkul, Adile Naşit, Hulusi Kentmen, Nubar Terziyan, Mualla Sürer, Sema Kaygusuz, Mine Söğüt, Ahmet Karcılılar, Ece Temelkuran… var.,, der gibi.
Neler yazmadı ki artık zorunluluk haline gelen Facebook’tan. İşte onlardan bazılarını kendim için, hatırlamak için aldım. Onlardan bazılarını da sizler için derledim elbette iznini alarak.


“Dar balkonlarımızda evlerden azade hayatlar biriktirdik. Tozlu, solmuş, eprimiş, başkaları için değeri kalmamış. ama bizi biz yapan, burnumuzun direğini sızlatan, geçmiş yazları, baharları hatırlatan. Nice bitkinin gövermesine tanık olduğumuz. Balkonlar, hayatımızın dışarı vuran yüzü. Balkonlar, bir sigara içimlik, kalbimizden ince bir sızı geçirecek bir şeyleri hatırlatan. Balkonumda senden ne çok şey kalmış.” (13 Temmuz 2010)


"Gel, istersen acı ol gezin bu vücutta, canım yansın; istersen şiddetli bir fırtına sakin sokaklarımı birbirine katsın. Gel, güz gelsin, dünya kahverengi-kızıl bir dokuda donsun; istersen sesin su sesi olsun, avluda harelensin. Gel ki iklimimde gün geceye dönsün, esvedinde revnaklar sönsün. Anladım ki beni ben eyleyen sensin. Evvelden senle kurulmuş bu kederli hikayem, artık gel!" ARADA BIR OYUN'dan" (12 Temmuz 2010)

 
“Bazen birçok şeyi anlatmak mümkünken, bırak kimse bilmesin. Her şey senle yaşasın, sen varken var olsun ve sonra gitsin. Bırak. Hayatın izin verdiği kadar varız. Bari bir devir de suskunluk hüküm sürsün. Sen yaşa!” (12 Temmuz 2010)


“Nubar Terziyan olsa şimdi, Mürüvvet Sim, Aziz Basmacı, Sami Hazinses, Cevat Kurtuluş, Mualla Sürer, Vahi Öz. Elbette Hulusi Kentmen, Adile Naşit ve Münir Özkul. Bir sokaktaki hayatları oynasalar. Gururlu olsalar, yenilmiş ama umutlu. Gülünç durumlara düşseler, küçük hüzünler yaşasalar, dertleri olsa, kederlenseler, uykusuz kalsalar. Ama her şey iyi bitse. Ve bize hayata dair umut verseler. Keşke!” (11 Temmuz 2010)


“Şarkılar ve yazarlar yalan söyler ama dünya daha güzel görünsün, insanlar dayanabilsin, sabredebilsin diye. Politikacılar ise daha güzel görünmek için yalan söylerler.” (20 Eylül 2010)


Gülümse… Güzel bir şey olsun sana, sen güzel ol, dünyayı güzelle. Buruk değil ama! Candan... Şöyle havalara bakıp bakıp da. Deli desinler. Gerçeğini sen bil, gülümse... Şu koskoca hayatın büyük bir tebessüm olduğunu, sen olmadan eksik olacağını düşün ve gülümse. Yanaklarına renk, dudaklarına tat gelsin. Hadi gülümse!” (10 Temmuz 2010)

“Bir sınırı geçmek hayatını iyi yönde değiştirecekse o sınırı geçmek evladır. Bir de ömrü boyunca sınırda yaşayıp geçemeyenler var. İyi gelecekse, insanın içinde o his varsa o sınır geçilmeli. Yoksa beklenmeli.” (5 Temmuz 2010)


"Kiraz sesli kadın, nefesi menekşeli adam, güz giyinen teyze ,sesinde dallara taş değiren çocuk, her gece aydan ısırık alan kız beraberce bir fotoğrafta konaklamışlar. Eprimiş, sepya. Sonra kaybolmuşlar zamanda, kimse bilmemiş. Hafıza gözlü bir suskun gelip görmüş kartpostalı.Vakanüvis olmuş kayıp bir masala .Sonra hiçbiri kalmamış. Masalın özü; suda dinlenen çocuk yüzü, sonra o da kalmamış. Yazı saklamış onları, esirgemiş." (10 Temmuz 2010)


“Gülersin, yemek yersin, susarsın, aşık olursun, gücenirsin, öfkelenirsin, değersizleşirsin, kalbinden kuşlar geçer, canından kelebekler; işaretler ararsın, bulursun, bulduğunu sanırsın, tuvalete gidersin, televizyon seyredersin, telefonla konuşursun, klasik müzik dinleyeyim dersin, kitaplar karıştırırsın, anıları karıştırırsın, çarşafları kırıştırırsın, derken saçma bir şarkının tek kelimesiyle avaz avaz ağlarsın, geçer.” (9 Temmuz 2010)


“Bülbül çilemeye gelir, tabiatındandır. Kiraz ağacı çiçeğe durur, tabiatındandır. Kelebek bütün renkleriyle uçmak zorundadır, tabiatındandır. İnsan bülbülü tutsak eder, kafese koyar; kiraz ağacının çiçeklerini yolar; kelebeği iki eli arasına sıkıştırıp örseler. İyi ve güzel şeyleri cezalandıran, düşünmeden örseleyen, yok eden ve buna kendinde hak bulan, asıl önemlisi bunu kendi türüne de yapan tek varlık insan.” (8 Temmuz 2010)


"Eksilmiş tarihimizde o kayıp kelimeleri kim bulup ekleyecek birbirine, hakkini kim verecek o eski cümlelerin? Şedaraban'i kim dinleyip gözlerinden inecek yaşları kim öpecek? Gidiyorsun ya sen... Sen, artık tarihin kadar noksansın, onun kadar küllenmiş, onun gibi isli. Bir aynada ikimize yer kalmadı. İsterdim ki hazin bir gözde bir kor damla olalım senle ,akmadan kalalım kirpiğin gölgesinde. Çok geciktik, çok geçti bizden!" (6 Ağustos 2010)


“Üst üste “Ejder Kapanı” ve “Yahşi Batı”yı izledim. Geç oldu, güç olmadı! Ejder daha çok bir David David Fincher etkisinde. Yağmurlu, ıslak ve karanlık İstanbul’da seri cinayetler. Kenan İmirzalıoğlu, Uğur Yücel zaten usta artık. “Yahşi”de ise Cem Yılmaz gerçek bir komedyen. Artık usta. Yanında iyi bir ekip Ozan Güven, Demet Evgar. İkisi emekle çekilmiş iyi zaman geçirten filmler. (19 Eylül 2010)


"Richard Greenberg'ün çok iyi oyunu "Three Days of Rain". 1997'de yazılmış.2006'daki rejide Julia Roberts oynamış kadınları. Üç kişinin ve ilginç iki aşk üçgeninin hikayesi. 1995 Manhattan'ından 2. perdede 1960'a gidiyoruz. Ve bu üç kişinin anne ve babaları arasında geçen eski bir ilişkiyi görüyoruz.1. perdenin boşlukları 2. perdede ustaca doluyor. Mimari, yaratı, avarelik, yok edici tutku ve sığınma üzerine nefis bir oyun."

(06 Eylül 2010)

6-7 Eylül'ü unutma, 11 Eylül'ü unutma, 12 Eylül'ü de unutma! Mehmet Rauf'un Eylül'ünü de unutma! Ben olsam hayır derdim. Ama bu benim derdim! Bir de "Bu, 'ben'im!" derdim. Derdim derdim! 12 dev adam da devleşmiş derdim. Din devletleştirilmiş derdim. Ama yandığım kendi derdim! Az önce erdim! Yeterdim! (12 Eylül)
"Hayat karşıtlıkların bir arada yaşandığı büyük bir mucize. Kıl payıyla devam ediyor. Herhangi bir göktaşı bu dünyanın sonunu, küçük bir lokmanın boğazına kaçması insanın sonunu bir anda getirebilecekken, her şeyin dönüşmeyeceğini, bugünün, hatta yarının da bir gün 'dün' olmayacağını sanma gafletine kapılmayalım. Her şey küçük bir hareketle ‘dönüşmeye’ baslar. Zamanı gelince!" (14 Eylül 2010)


Her birinize ayrı ayrı teşekkür ederim. Ben, güzel dost ve arkadaş biriktirmişim. Her yaşımdan, her dönemimden. Yeni tanıdıklarım var, çok özellerim de, ana yadigarlarım, hatta tanışmadıklarım da. Hepiniz değerlisiniz bana. Hayatimin bugüne kadarki ayrı dönemlerini hatırlattınız, yasattınız yeniden. Bir insan bunun için neler vermez ki, hepimiz biliriz. Verdiğiniz değer için sevgi ve saygılar. (8 Eylül 2010)