Üçüncü Sayfaların Kayıp Hikayeleri / Ahmet Akkuş


şu karşı kaldırımdaki süslü kadın, orospu süheyla... yüz liradır geceliği süheyla'nın, ve her gece, bir yüz yıl daha yaşlanır, teri çok pahalı kokan sarhoş bir kodamanın altında. az öncesine kadar 25 yaşındaydı süheyla, ve bu kez bir otel odasında değil, çelimsiz pezevenginin omzunda ağlarken girdi yeni yüz yaşına. pezevenk asım, taş gibi dimdik duruyor buz gibi soğukta, bir eli omzuna kapaklanan süheyla'nın titreyen başında, bir eli polislere bir şeyler izah ediyor loş sokakta.
sokakta bir mavi bir kırmızı dönüyor, yanıp yanıp sönüyor ekip otosunun sireni, ve biriken kalabalığın baktığı yerde; ertesi gün muhtemelen birçoğunun üçüncü sayfasında adı geçecek gazetelerin altında, başında bir kurşunla yatıyor 24 yaşındaki filiz'in cansız bedeni...

 şu, tren penceresinden dışarı sigarasını üfleyen genç, murat... polis sirenlerinin birkaç yüz kilometre uzağında, doğduğu şehre, doğduğu mahalleye yaklaşmakta.
polis memuru ekrem'in eşkal dosyasında; murat, 17 - 18 yaşlarında, 1.60 boyunda, şakak kemikleri belirgin, bıyıkları henüz terlemiş, ablası filiz gibi esmer, ve en az onun ölü bedeni kadar donuk bakıyor, kalın kaşlarının altındaki kocaman gözleri.
emniyet kayıtlarına göre, daha önce; kasten adam yaralama ve kundakçılıktan, kendisine göre ise; ablasını arkadaşlarına pazarlayan, adam zannettiği öz amcasını ekmek bıçağıyla böbreksiz bırakıp, evini cayır cayır ateşe vermekten hüküm giymiş.
ve kekeme olduğu halde çok güzel şarkı söyleyebilme hünerinin, doğuştan sahip olduğu, müthiş resim çizme kabiliyetinin, tertemiz, dokunulmamış bir aşkla sevip, okul önlerinde saatlerce beklediği, fen-edebiyat lisesinin güzeli hale'nin, ve elazığ ıslahevi'nde defalarca ırzına geçen gizir ömer'in bahsi geçmiyor, pezevenk asım'ın polise verdiği eşkalde.

 ankara'nın cinnah caddesi'nde tek el silah sesi duyulalı, süheyla'nın çığlığı gazi osman kokoreççisi'nde uyuklayan sarhoş fikret'i bir anlığına ayıltıp, kuğulu park'ın kuşlarını ansızın korkutalı, ve filiz'in sarı peruğu kana bulanıp caddeye savrulalı tam 7 saat oldu. ablasına sıktığı kurşun, yüz milyonuncu kez patlarken beyninde, boynundan düşürdüğü atkısıyla diyarbakır'a devam edecek olan soğuk trenden, kayseri istasyonunda indi murat.

 filiz, ankara adli tıp morgunda, asım, karakoldaki bilmem kaçıncı ifadesini verirken bir eli halen havada, bu kez bir polisin omzunda süheyla'nın yorgun başı, göz kalemi akmış, uyuklamakta. fikret ayılmış, tunalı hilmi'de kağıt topluyor, hale uyanmış, saçlarını tarayıp okula hazırlanıyor ayna karşısında, ve gizir ömer, yeni bir çocuğun kalçalarını zorlarken koğuş tuvaletinde, doğduğu evin önünde durdu murat.

 6 yıldır tanımadığı birilerinin oturduğu bu eski, dökük, turuncu evi, tüm ayrıntılarıyla, ve dopdolu gözleriyle baştan aşağı inceledi. birden aralanınca siyah pencerenin beyaz perdesi, 6 yıl öncesiyle göz göze geldi murat.
o pencerenin arkasında, birazdan dopdolu elleriyle işten dönecek olan babasını bekledi, annesinin ekmek alması için bakkala gönderen buyruğunu işitti, oyuncak tabancasını saklayan ablasının siyah saçlarını yoldu, en iyi arkadaşı erkan'ı yine kapıda bekletti, sonra yanında dikildiği kiraz ağacından düştü yine, evin önündeki merdivene oturup diz kapağı yarasını kavlattı üfleye üfleye, karşı elektirik direğine dolandı kız gibi uçurtması.. sonra mavi önlük, beyaz yaka, babasının elinden tutarak yürüdüğü ilk okul günü...

 ve yine böyle bir kış sabahı, kapıyı yumruklayan yengesinin sesiyle uyandı, ardından komşular girdi yine içeri, annesini ve babasını battaniyeye sarıp götürdüler, 'gazdan gazdan' diye söylendiler, amcası sobayı tekmelerken, murat ağlayan ablasına sarıldı, sesler yavaşça azaldı, aralanan perde kapandı...

 ekrem, ulus tren garı'ndan eşkale uyan bir ihbar aldı, kayseri istasyonundaki küçük kulübesinde, neşet ertaş dinleyerek uyuklayan memurun telsizi bir anons geçti, mavi - kırmızı ışıklar, turuncu evin önünde durup, demin 6 yıl öncesine aralanan perdenin üzerinde gezinirken, doyasıya gülebildiği sayılı o birkaç günü hala kumlarında barındıran, amcasının yanmış evinin tam karşısındaki çocuk parkında, kendini bir salıncağa bıraktı murat.

omuzları yıkık, başı yorgun, ve kan çanağı gözleri; bir zamanların yaz sıcaklarında kalçasını yakan o eski kaydıraktan kayıp, şimdi soğuktan donmuş olan kumlara düşüyor.
tahterevallinin bir kefesinde annesi, diğerinde babası.. karşı salıncakta; yemek vermeyen, her anne diye bağırıp ağladığında daha sert döven üvey yengesi, hemen yanında ayyaş amcası ve aklının tam orta yerinde, daha on yedisinde orospu olan masum ablası...

asım soluğu kahvede aldı, olanı biteni arkadaşlarına anlatıp okeye dönüyor, süheyla bu kez bir taksinin arka koltuğunda darmadağın uyuyor, hale okul servisine bindi, fikret kızılay'a kadar indi, gizir ömer ağlayan çocuğu tekmeleyip keyifle donunu çekti, ve sivas'a girerken tren, gemerekli veysel, gülümseyerek eğilip aldı murat'ın atkısını.

 ve sonra, mavi - kırmızı sirenler çocuk parkına yaklaşırken, derin bir nefesle başına dayayıp, ateşledi murat tabancasını...

(3. sayfaların, kimsesiz hayatlarına ithaf olunmuştur)