Duvar... / Ramazan Mastavralı

Bu duvarın, Pink Floyd'un "The Wall" isimli ünlü parçasıyla ilgisi bulunmuyor maalesef.
Bu, 21. yüzyılda, demokrasi, insan hakları, özgürlük gibi yüce kavramlar kullanılarak yapılan bir savaşın ardında bıraktığı duvardır.
ABD, 31 Ağustos'ta muharip askerlerinin tamamını Irak'tan çekti. Ülkede, daha önce imzalanan SOFA anlaşması çerçevesinde muharip olmayan! 50 bin asker kaldı. Bir de Bağdat'ı çevreleyen duvarlar.
Bu duvarların asıl adı T-Wall. Irak'taki en önemli üreticisi ise beton konusundaki uzmanlığı ile tanınan bir Türk şirketi. Zaten, biraz dikkatlice bakınca, üzerlerinde Türk şirketinin logosunu görmek olası.
Bağdat'a adım atar atmaz kendinizi o duvarların arasında buluyorsunuz. Havaalanından kent merkezine kadar uzanan yoldan başlayıp, Amerikalıların oluşturduğu yeşil bölgenin çevresini adeta ortaçağ kalesi gibi çevreleyen bu duvarlar Irak halkının zihnini de esir almış.
Ülke işgalden büyük ölçüde kurtulmuş ancak, Irak halkı hala zihinsel esaretin sarmalından çıkmaya çalışıyor.
2002 yılında ambargo altındayken bile Dicle kenarında kafelerin dolup taştığı, insanların sokakta alışveriş yaptığı, can kaygısı taşımadan yaşadığı ülke gitmiş; yerine sürekli patlamaların yaşandığı, ölüm korkusunun sindiği, yüzlerin gülmediği, sokaklarında çocukların oynamadığı, parklarında bahçelerinde sevgili fısıltıları yerine silah seslerinin yankılandığı bir ülke gelmiş
Bağdat'ta kimse Saddam Hüseyin'i kutsamıyor ama Amerika'yı da ya bugünkü yönetimi de kutsayan yok.
Sadece geçmişe özlemin ince kokusu var burunlarda.
"O zaman baskı vardı ama en azından ölüm korkumuz yoktu" diyenlerin sesi daha çok çıkıyor artık.
Bağdat, Hollywood'un, "büyük felaket sonrası" filmlerinin setini anımsatmakta. Sanki bir nükleer felaket olmuş ve insanlar yeniden var olma savaşı veriyor.
T-Wall'ların arkasına saklanmış büyük binaların siluetleri Ortadoğu güneşinin altında titrek görüntüler oluştururken, 50 derecenin üzerindeki çöl sıcağına karşı sıradan Bağdatlının yapabileceği çok fazla birşey bulunmuyor. Günde 3 ya da 4 saat verilen elektrik ne klima çalıştırmaya ne de insanların günlük yaşamın gereksinimlerini karşılamaya yetiyor.
Kaçak mazotla çalışan jeneratörlerin gürültüsü artık kulaklarda kalıcı bir yer etmiş. Gürültü kesildiği zaman dikkatler dağılıyor, sanki olağanüstü bir gelişme varmışçasına...
Bağdat dinle, mezheple bölünmüş. Kent de zihinler de...
Şii ve Sünni öyle bir ayrılmış ki birbirinden, iftar vakitlerini bile ayırmışlar. Sünniler Şiilere Şiilerin de Sünnilere güveni yok.
Ezanı duyan Sünniler önce oruçlarını açıyor, Şiiler ise havanın tamamen kararmasını bekliyor.
Bu iki mezhebin tarihsel uzlaşmazlığı bir yana, ülkenin gerçek gündemi bile iki ayrı eksen üzerinde şekillenmiş.
Altı ay önce yapılan seçimlerden lideri laik bir Şii olan ancak ağırlığını Sünni grupların oluşturduğu Irakiye birinci olarak çıkmış. Çıkmış ama bir türlü büyük ağabeyden yani Amerika'dan izin alamamış.
Tabii, her ne kadar demokrasi getirme, insan haklarını koruma bahanesi ile gelmiş olsa da Amerika, seçimden birinci çıkan partiyi görmezden geliyor. Çünkü, Amerika'nın çıkarı ya da Barack Obama'nın çıkarı, Irak'ın istikrarlı bir ülke görüntüsü vermesinde... Ülke gerçekten karmaşanın, kaosun eşiğinde olsa da bu kimsenin umurunda değil.
Amerika, Şiilerin ülkede çoğunluk olduğu gerçeğinden yola çıkıp, seçimden birinci çıkmasa da Tahran yönetiminin bir dediğini iki etmeyen Nuri el Maliki'yi desteklemekte. Irakiye'yi ise görmezden gelmekte...
"Bu ne yaman çelişki anne" dedirtircesine Amerika'nın Tahran'ın esas oğlanı el Maliki'yi desteklemesi ilk aşamada şaşırtıcı gelse de, Amerika'nın klasik kendine yontan çıkarcı mantığı gözönüne alındığında yok da yadırganmıyor.
Kapalı kapılar ardından büyük bir siyasi mücadele veriliyor. Adeta siyasal bir santranç oynanıyor Bağdat siyasetinde.
Öneriler alınıyor öneriler veriliyor, formüller geliştiriliyor, cumhurbaşkanlığı, başbakanlık ve bakanlıkların pazarlıkları yapılıyor kıran kırana...
Sokaktaki sıradan Iraklının çilesi ile dolmuyor bir türlü.
Irak hızla tek adam yönetimine doğru gidiyor. El Maliki, ikinci Saddam Hüseyin olma yolunda hızla ilerliyor.
Görev yaptığı sürece içinde Irak ordusundan, yargısına, bürokrasiden lideri olduğu Dava partisine kadar bütün kurum ve kuruluşları kendi egemenliği altına alıp şekillendirdiği için Irak yeni bir diktatörlük döneminin eşiğinde bulunuyor.
Demokrasi adına ülkeyi işgal etmiş Amerika ise sadece ve sadece Obama'nın temsilciler meclisi ve senato seçimlerinde "geride istikrarlı bir Irak bıraktık" görüntüsü verebilmek için el Maliki'nin yeniden başbakan olmasını istiyor.
Seçimden birinci çıkan ancak hükümet kurması için önü bir türlü açılmayan Irakiye ise ordunun ve yargının el Maliki'ye bağlı ve bağımlı duruma gelmesinden yakınıp duruyor.
Bu yakınma bir süre sonra Sünni grupların eline silah almasını tetikler mi bilinmez ama Irak'ta ikinci el Maliki döneminin açılması sadece siyaseten değil, ekonomik açıdan da birçok sıkıntı beraberinde getirecek gibi görünüyor.
Yolsuzluk almış yürümüş. Ülkenin petrol geliri halka kesinlikle yansımıyor. Milyarlarca doların kimin cebine gittiği belli değil.
Maalesef, Irak yarınlara çok da umutlu bakmıyor
Ülke duvarların arkasında yaşıyor, duvarlar bu güzel ülkeyi sadece çağdaş dünyadan değil, gelecekten de uzak tutuyor.
Oda Tv'ye teşekkür ederiz...