Yazgının Odaları / Abidin Parıltı

Tayfun Pirselimoğlu yazarlık serüveninde kendi önermesini oluşturmuş ender yazarlardandır. Bize ister masallardan, çöllerden, insanın ıssızlığından, ister geleceğin kaotik dünyasından söz etsin, her defasında erki ve iktidarı hedef alır. ?Otel Odaları'nda ise keskin bir gerçeklik duygusuyla örülmüş. Diğer yandan alegorilerin fantastik dünyasında, olabildiğince sahici ve yalın öyküler anlatır bize, size, onlara

Tayfun Pirselimoğlu edebiyatımızın üretken yazarlarındandır. Sadece üretken bir yazar olarak kalmaz Pirselimoğlu, aynı zamanda kendi üslubunu, dilini ve yörüngesini de oluşturmuş bir yazardır da. Pirselimoğlu konularını bazen masalların uçsuzluğundan bazen de gelecekten alır ama her defasında bugünü işaret eder. Çöl Masalları’nda, Malihulya’da, bize yolculuklardan, bu dünyadan kopuştan, masalların fantastik gerçekliğinden söz etti. Her defasında yolculuk vardı. Çünkü yolculuklar insanın kendini aramasıydı, araması ve en sonunda her ne ararsa arasın kendini bulmasıydı (Simurg, Mantık-El Tayr ve bilumum kadim masallara bakınız). Şehrin Kuleleri’nde ise bu defa masallardan değil gelecekten söz etti. Geleceğin kaotik dünyasını, sistemlerin kendini yeniden oluştururken insanı hepten yok saymasını anlattı. Yine sözlü kültür geleneğinden yararlandı. Elimizdeki Otel Odaları için ise Pirselimoğlu’nun günümüzde geçen ilk eseri diyebiliriz.
Tayfun Pirselimoğlu yazarlık serüveninde kendi önermesini oluşturmuş ender yazarlardandır. Bize ister masallardan, çöllerden, insanın ıssızlığından, ister geleceğin kaotik dünyasından, sefalet içinde yüzen zenginliğinden, çoğalmış yalnızlığından söz etsin, her defasında erki ve iktidarı hedef alır. Otel Odaları’nda ise keskin bir gerçeklik duygusuyla örülmüş. Diğer yandan alegorilerin fantastik dünyasında, olabildiğince sahici ve yalın öyküler anlatır bize, size, onlara. Bütün öykülerin ortak ve odak noktasıdır oteller ve onların terk edilmiş, sefil, kirli odaları. Otellerden sadece bir kent kurmamıştır Pirselimoğlu, otellerin yalnızlığı ama tekinsizliği içerisinde bir ülke kurmuştur. (Sakın bu ülke Türkiye olmasın! Evet sahiden de Türkiye!)
Otel Odaları kendi içinde çoğalıp dağılan, sonra yeniden bir araya gelip labirentvari geçişlerle bütünlenen bir öykü-roman... Kitabın aynı zamanda ilk öyküsünü de oluşturan Uzun, Sıcak Bir Yaz’da bütün kenti ve cümle insanlığı terk etmiş (aynı zamanda insanlığını da terk etmiş), kendini bir otelin odasına kapatmış ve oradan dünyayı gözlemeye çalışan, gittikçe dünya gerçekliğinden kopan, kendine yeni gerçeklikler yaratan, yalnızlık içinde kavrulan bir adamın hikâyesi anlatılır. Bu otel bütün terk edilmişlerin, yenilmişlerin, hayattan umudunu kesmişlerin bir araya geldiği yegane yerlerdendir. Kimseye ait değildir. Otel herkese misafirlik duygusunu yaşatır. Burada yaşayan herkeste, bir göçmenlik ve sığınmışlık duygusu hakimdir. Gidebilecekleri başka bir yer yoktur. Dışarısı tekinsizdir. Burada güvendedirler. Keskin bir gerçeklikle başlayan hikâye fantastik bir sonla noktalanır.
Anagoor’da ise bir aşkın masalsı hikâyesi anlatılır. Aynı yatakta birbirine sarılmış olarak ölü bedenleri bulunan M ve N’nin şüphelerle dolu hikâyesinde çöl, yolculuklar ve fantastik meseller söz konusu, (iyi ki de söz konusu). M ve N gerçekleştirdikleri bir soygundan sonra kaçarlar ve başka bir şehirde bir otelde kalmaya başlarlar. Ancak M soygun paralarının da içinde olduğu ve aslında ‘gelecekleri’ olarak nitelendirdikleri kahverengi çantayla birlikte ortadan kaybolur. N’nin arayışı, kimsenin uğramadığı bir kasabada onu bulmaya çalışması, paranoyaları, yolculukları ve nihayetinde onu bulması ve ölüme adım adım yaklaşmaları, hikâyenin ana damarını oluşturur. Bu hikâyede bir yandan maktulün kendisi bizatihi anlatıcıyken ölüm meselesinden sonra yazar-anlatıcı olur. Yazar-anlatıcıda ise son derece objektif bir gazeteci dili kullanılır. Spekülasyonların yarattığı bilgi kirliliğine dikkat çekilir. Yazar, dünya gerçekliğiyleedebi gerçeklik arasındaki diyalektiği de yazı nesnesi haline getirmiştir burada. Dikkate sunulan şey, bizzat gerçekliğin çokboyutluluğudur.

Pazarlık pazarlıktır
Hayat Oteli’nde ise iki ana kahramanımız var. Birinin babası, diğerinin oğlu hastanede ölümle pazarlık halindedir. Pazarlıkta kimin galip geleceğini bilemezsek de, pazarlık pazarlıktır işte. Hikâye ilerledikçe anlarız ki birinin yaşaması için diğerinin ölmesi gerekmektedir. Ama bu sadece geçici bir anlaşmadır, en sonunda yazarın komplosu ortaya çıkar, yaşamlar birbirine bağlıdır, ölümler değil. Hayatı uğursuz bir nizamda akıp duran, dokunduğu her şeyi de o nizama uyduran, medetsiz, umutsuz ve de çaresiz oğlun hikâyesi hakikaten iç parçalayıcı. Hikâye ustalıkla örülmüş. Duygular ve empati ustalıkla kurulmuştur.
Şems Oteli Katibi, çocuk yaşlarda bir otelin çay ocağında çalışmaya başlayan, silik, hayatın kıyısına bile tutunamamış R’nin gittikçe yükselmesini, sonrasında otelin başına geçmesini ve gördüğü bir fahişeye aşık olmasını anlatır. R aşık olur ama bir türlü aşık olduğu kadınla konuşamaz. Yıllar yılı sadece bir bakışmadan ibaret olan bu aşk meseli ta ölüm döşeğine kadar çeşitli hülyalar arasında gidip gidip gelir. R’nin silik hayatı biraz karalansa da aşktan muzdaripliği onu bize pek yakınlaştırır.  Ve en nihayetinde, tıptı otelin kendisinden önceki sahibi gibi binbir talihsizlik ve uğursuzlukla yaşamı sonlanır. Aslolan tekrardır ya da tekrarın çoğul kombinasyonları.
Otel Odaları Raporları ise bugüne denk gelen, Türkiye’ye musallat olmuş, çok can yakmış, çok ev yıkmış, çok insanı aramızdan alıp götürmüş bir derdi isim vermeden, tamamen fantastik bir kurguyla anlatır. Nedir bu dert. Sanırım tahmin edilmiştir. Ergenekon.
Yurt çapındaki otelleri gezerek, kendisine gönderilen notta verilen direktife uyan ve hemen her otelde işlediği cinayetlere kaza süsü veren bir adamın hikâyesidir anlatılan. Karşı çıkan, çıkıntılık yapan, sürünün dışına çıkmaya yeltenen, yularını gevşetmek isteyen kişilerin görünmez avcısıdır Y.Y.
Burada geleneksel av ve avcı ilişkisi irdelenmiş ve geleneksel ilişkiyi Elias Canetti’nin Kitle ve İktidar’ını anımsatacak şekilde iyi kurulmuştur. Canetti “Bir yaratığın bir diğerine düşmanca bir niyetle yaklaşması, her biri kendine göre geleneksel anlamı olan farklı eylemlere ayrılır. Birincisi ava pusu kurmaktır; av, bizim onun hakkındaki tasarımlarımızın farkına varmadan önce mimlenir. Av, göze kestirilerek ve haz duyularak düşünülür, gözlemlenir ve özlenir, henüz daha canlıyken bile et olarak görülür...” der. Y.Y. de tam da böyle bir davranış biçimi içerisindedir. Yanaştığı kimseyi tanımaz ama onu sahibinin ona sunduğu bir av olarak görür. Avcılığın hukukunu harfiyen uygular. Her ölen kazayla ölmüştür. Ancak hikâye yine bir sürprize açıktır ve av ile avcının yer değiştirmesi söz konusudur.
Aslında Otel Odaları’ndaki birkaç öyküde yer değiştirme, birbirinin yerine geçme ve kendini başkasında bulma tekniği sıklıkla uygulanmıştır. Bu aslında bize sürekli bir dönüşüm içinde olduğumuzu, toplumun biçtiği rollerin değişkenliğini, zaman mefhumunu ortadan kaldırdığımızda değerlerin de sorgulanabileceğini hatırlatır.
Otel Odaları’ndaki bütün kişiler tek bir harfle veya iki harfle konumlandırılmıştır. Bu bir yandan kişilerin karakterleşememesi, toplum içinde kendilerine has bir yer edinememesini hatırlatırken bir yandan da bizi bu kişileri herkesle özdeşleştirmeye götürür. Sürü psikolojisine, tek tipleşmeye işaret eder. Otel Odaları son derece sakin ama derinlikli bir dille yazılmış. Dil ne kadar sade ve yalınsa hikâyeler bir o kadar sert, keskin, sıra dışı ve sakin olmaktan uzaktır. Sıradan insanların sıradan olmayan hikâyeleri bizi kaosun kenarına kadar götürür. Suçun, mananın, ölümün, kaderin ve tesadüflerin, deliliğin ve bunun aşka tezahürünün yeniden sorgulandığı Otel Odaları bence Tayfun Pirselimoğlu’nun ustalığını bir kez daha bize göstermektedir.
OTEL ODALARI
Tayfun Pirselimoğlu
İthaki Yayınları
2009
132 sayfa
10 TL.