Ahmed Arif / Nurullah Geyik

Ahmed Arif
Ahmet Arif 1927'de Diyarbakır'da doğmuştur. İlk öğrenimini burada, orta öğrenimini ise Afyon Lisesi'nde tamamlamıştır. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih, Coğrafya fakültesinde felsefe bölümünde okurken ceza yasasının 141. ve 142. maddelerine aykırı eylemlerde bulunmak savıyla ilki 1950'de ikincisi 1952 - '53'te olmak üzere iki kez tutuklandığından öğrenimini tamamlama olanağı bulamamıştır.Ankara'nın çeşitli gazetelerinde çalışmış, şiirleri 1944 ve 1955 yılları arasında dönemin çeşitli dergilerinde yayınlanmıştır. İlk ve tek şiir kitabı olan "Hasretinden Prangalar Eskittim" 1968 yılında basılmıştır. Günümüze kadar birçok baskısı yapılan bu eser; başta 1968-1978 döneminin sosyal muhalefet hareketleri olmak üzere geniş bir pkur kitlesi tarafından benimsenmiş ve bir klasik haline gelmiştir.
Ahmet Arif, şiiriyle konuşması arasında özdeşilik olan bir şairdir. Bu özdeşiliğe hemen hemen hiçbir şairde rastalayamayız. O, halkın canlı dilinden hiç kopmamış hem şiirinde hem de konuşmasında yozlaşıp yabancılığa boğulmamıştır.
Onun şiirinin kaynağında Yunus Emre, Pir Sultan, halk masalları, destanlar ve türküler vardır. İşte bunlar Ahmed Arif'in yaslandığı kaya, su içtiği kaynaktır. Onun şiiri tam anlamıyla organik bir şiirdir. Şiirlerini çoğaltmamış, yığmamıştır. Belik de bu, şiire duyduğu saygının da bir gereğiydi. Çoğaltmak tekrara düşme tehlikesini de taşır. Sanırım Ahmed Arif'in bilinçaltında bu korku herkesten çok vardı.
Ahmed Arif, şiire kendi söylemi ile başlar ve başta kendi söylemini kurdu mu yaşadığı zamanın hakkından gelmeyi başarırdı. Bu bağlamda Ahmed Arif ilginç bir örnektir. Şiirde kendine özgü bir yol çizmiş ve bu yolda bıraktığı izin dışına çıkmamıştır.
Onun şiire başladığı yıllarda şiire Garip akımının getirdiği söylem egemendir. Bu akımın etkisine kapılıp düz şiir yazayım derken birçok şair yok olup gitmiştir. Ahned Arif ise bu yola dönüp bakmamıştır bile. Çünkü Orhan Veli ve çevresindekiler adeta küçük birer burjuva idiler. Düşünce ve davranışlarını kendilerine örnek aldıkları Fransız şairlerin paralelinde idi. Oysa Ahmed Arif doğulu idi ve sömürgeci Fransız toplumunun bohemi, serseriliği ve gerçekten kaçma çabalarını kutsayan şairleri elbette onu ırgalamayacaklardır.
1940'larda Nâzım'ın şiiri aşağı yukarı yükseleceği noktaya gelmiştir. Çoğu kişi, yerine göre epik yerine göre lirik olan olan açısı geniş Nâzım şiirine yaklaşmaktan kaöınmıştır. Bunda, Nâzım'ın üstünde estirilen siyasal baskının da etkisi olmuştur. Yine de çok az şair Nâzım'ın şiir gerçeğini kavrayarak kendi şiirine bir yol çizmeyi başarmıştır. O zamanlar yaygın olan görüş; "Nâzım'dan sonra şiir yazmak boşunadır." görüşüdür. Fakat Ahmed Arif bunlara kulak tıkamış ve kendi şiirini oluşturmuştur.
Ahmed Arif, yüzyılların şiir emeğinden yararlanarak özgün bir şiir yaratmıştır. Bu, kendi şiirini oluşturabilmiş bütün şairlerin özelliğidir. Ne birinin etkisinde kalırlar ne de onları izlemeye kalkanlar başarılı şiirler yazabilirler.
Ahmed Arif'in şiiri, söylem bağlamında ele alındığında onun öfkeyi ve inceliği anlatan karşı imgelerden yararlandığı görülecektir. Öfke, şiirin varoluşunun gizli duygusudur. Kimi şairde Ahmed Arif'te olduğu gibi yüzeye çıkar kiminde ise gizli gizliliğini korur. Bu bağlamda öfkesiz şiir olmaz. Öfkesiz olanlar övgü şiirleridir. Bunların da yüzde doksanı şiir değildir. "Acı şairin bileyi taşıdır." Bir insan acı çekti mi sözcükleri bu taştan geçmeden şiirine giremez. Ahmed Arif toplumsal acının bileyi taşından geçirmediği hiçbir sözcüğü şiirinin kapısından içeriye almamıştır.
O, Hacı Bektaşi Veli'nin aslanla ceylanı kucağında tuttuğu gibi şiirini öfke ile incelik arasındaki duyarlı dengeyi gözeterek yazmıştır. Şiiri ne ise o da o idi. Padişah olsa namerdi yanına yaklaştırmaz, bir çocuğu gözlerinden öperdi. Aşiret geleneğine ve devletin varlığına saygısı sonsuz idi. Az fakat seçkin şiirleriyle kalıcılığı yakalayabilmiş bir şairdir.