NefesTen / Azime Akbaş Yazıcı

AZİME AKBAŞ YAZICI’NIN TÜKENMEYEN RENK VE İMGELER DÜNYASI

Hülya Soyşekerci
Sanat, evrene yepyeni biçimler kazandıran olağanüstü bir çaba… Sanatta farklı bakış açıları, sıra dışı anlatım biçimleri ve yepyeni teknikler denendikçe, sanat denen bu güzellikler bütünlüğü, sonsuzluğa açılan bir pencereden bakmak gibi gelir insana… Sanatın sınırsız ve tamamlanmayan bir kavram olduğunu; sanatın bir dalında yoğun emek veren bir sanatçının, başka dallarında da yepyeni güzellikler yaratabileceğini düşünürüm. Çünkü sanatçı, sıradan insandan epeyce farklı olan algılarıyla, farklı görme biçimleriyle, kullandığı malzeme ne olursa olsun; onu yaratıcı enerjisi ile yeniden şekillendirir, yepyeni dönüştürümlere uğratır. Bazen renklerle, figürlerle, şekillerle bize görselliğin içinde yepyeni imgeler sunar sanatçı; bazen de sözcüklerin büyülü imge dünyasına açılıp, oradan yepyeni sanat yaratımları çıkarır.

Bu bağlamda, resim sanatıyla edebiyat sanatının buluşması heyecan verici örnekler oluşturuyor. Ressam Azime Akbaş Yazıcı’nın resimlerinde renklerin ışıltısında, figürlerin hareketliliğinde şiir dizeleri de duyumsanıyor. Resimlerin içindeki bu şiiri Nefes’ten’deki şiirsel yazılarına aktarıyor sanatçı. Böylelikle, renkler dünyasındaki imgelerini yazın sanatının imgeleriyle buluşturuyor. Azime Akbaş Yazıcı’nın yüreğindeki imge esintilerinin yazılarına da yansıdığına; sanatçının, içinden şiirin, anıların, yaşanmışlıkların geçtiği metinler kaleme almış olduğuna tanık oluyoruz. Sanatın büyüsünün, kitabındaki yazıları da şekillendirmiş olduğunu görüyoruz. Görsellik, bu yazınsal metinlerin odağında yer alan başat kavram olarak dikkati çekiyor.

Azime Akbaş Yazıcı’nın metinleri deneysel sanat ürünleri olarak ön plana çıkıyor. Günümüzün edebiyat anlayışı da deneyselliğin üzerinde akıp gidiyor. Modernizmden postmodernliğe evrilen yazınsallıklar, herhangi bir türün içinde tutsak kalmadan dile geliyor. Azime Akbaş Yazıcı’nın metinleri de deneysel/yazınsal birer çalışma… Önceden belirlenmiş ve sınırlandırılmış bir kavram ya da tanımın dar kapsamına sığmayan yazılar. Hem şiir hem düzyazı şiir ya da şiirsel metin… Eskilerin “mensur şiir” dedikleri tarza oldukça yakın duran metinler… Bazen yaşamdan, yaşanmışlıklardan ve anılardan besleniyor bu yaratıcı metinler, bazen de sanatın en derin, en soyut, en karmaşık imgelerinden… Yazar, sevgi dolu bir tutumla, yalın bir dili bu imgelerin çevresinde koza gibi örüyor ve sözcük kelebeklerini anlam okyanuslarına açıyor…
Azime Akbaş Yazıcı, bence her şeyden önce şiiri gözetiyor; şiir, onun evrenini oluşturan ana kaynak. İmgelerini şiir dünyasından alıyor, onları düzyazının olanakları içinde değerlendiriyor. Bazen bir anıyla -mesela, Nezihe Meriç’le, Pippa Bacca ile- buluşuyor bu imgeler; bazen bir çocuğun gülümsemesinde, bazen de bir “ay kedisi”nin gözlerinde uçuşuyor… “ay saklarsa yüzünü/masalsız ölür çocuklar” dizesinde, çocukların masal ve düşlerinin ay’ın solgun yüzündeki görünümlerini dile getiriyor. Ay’dır her gece çocukları düşler ve masallar diyarına götüren gizemli varlık. Karanlığın çöktüğü geceler, çocukların masalsız öldüğü zamanlardır; yıkıp yok eden bir depremin koynuna yuvarlanıp masalsız ölüşü, masalsız kalışıdır çocukların…
Yeryüzündeki her şey çocuklar içindir aslında; çünkü onlar dünyanın umududur. Azime Akbaş Yazıcı, kitabında çevre felaketlerine dikkat çekmek ve çocuklara daha güzel bir dünya bırakabilme konusundaki duyarlılıklara okuru yoğunlaştırmak amacıyla, bölüm başlarındaki üst metinlerde çevre duyarlılıklarını işliyor. Bu metin adacıklarının etrafında, çocuk düşlemleriyle dolu öteki tüm şiirsel metinlerini toplayarak, onları birer sevgi yumağı halinde örüyor. Kitabın iç kurgusunun, kendinden önceki formları aşan sıra dışı niteliği, tam da bu noktada doruğa ulaşıyor.
Ruh ve beden; yaşam ve insan diyalektiği üzerine kurulmuş bir anlatı NefesTen. Çocuk gözlerinden hüzünlerin geçtiği şiirler, şiirsel metinler yer alıyor bu kitapta. Ölümün bir martı kanadında gelip denizlerin derinliğine götürdüğü çocukların öykülerini içimizde duyumsuyoruz. Mavi balonunu kaybetmiş, ağlayan çocuk düşleri, yaşantılarımıza karışıyor. Solgun ay, bir kedinin gözlerinde inanılmaz anlam derinliklerine kavuşuyor:
“Sus olur kedilerim. Ay kedisi gecelerimden bir değil, yüz değil, bin bir yıldız düşer parmak uçlarıma. Ödü kopar sessiz çizgilerimin.”
“Kan kırmızı giysileri içinde yeşile serecektir kendini. Deli dualarında belki son uykusuna vuracaktır incecik gövdesini. Kulağında kedi sesleri, Akdeniz’in Ege’yi öptüğü deniz fenerinin gölgesinde serilecektir tarih dokumuş taşlara.”
“Ve elbet ay gülümser kedilere bir yerde. Tırnaksız.”
“Gelincik yaylım ateşine girmişken çetin topraklarda, filizlenir kedinin derin yeşil gözleri. Örtülür karanlık. Hepsinden güzel sözcükler dökülür sürgün çiçeklerin. Kimsesiz kediler kırıldı kırılacak tırnaklarının kan acısında ay kedisi olmayı düşler.”
“Aydan düşmeyi doludizgin… Gelincik kızın saçlarındaki her gemi bir balık.”
Görüldüğü gibi, bu metinlerde Picasso ve Dali tarzı bir sanatsal parçalama/soyutlama ya da gerçeğin soyutlanarak ve arındırılarak anlatımı söz konusu. Gerçeküstücü ya da dışavurumcu bir ressamın şiir yolculuğu gibi… Gölgeler, ışıklar, rüyalar ve renklerin dansı… İncelmiş soyutlanmış ve arınmış bir dilin ve farklı görme biçimlerinin metne yansımaları… Sanatların kaynaştığı büyülü imgelerle dolu bir yolculuğa çıkmak gibi, Azime Akbaş Yazıcı’nın şiirsel metinleri…
Sanatçı, resim ve şiir dünyasından taşıdığı yoğun imgelerle, ışık, gölge ve renklerle dolu edebiyat yolculuğunda, bundan sonra da yepyeni yaratımlara açılacağının müjdesini veriyor NefesTen’de...
NefesTen, Azime Akbaş Yazıcı, İlya Yayınları, Nisan 2009, 136 sayfa